Kerem Ardahan ve Bıyıkof ‘Dysto-daisies’ (2024)

DYSTO-DAISIES

DYSTO-DAISIES

Açılış: 5 Nisan Cuma

18:00-20:00

Büyükdere35, sanatçı ikilisi Kerem Ardahan ve Bıyıkof’un akrilik ve sprey boya kullanarak, aynı yüzeyde çalışarak ürettikleri resimlerden oluşan “Dysto-daisies” başlıklı sergisini duyurmaktan mutluluk duyar.

“Dysto-daisies”, 5-20 Nisan tarihleri arasında Büyükdere35’te izlenebilir.

Sergiye adını veren “Dysto-daises” kelimesi ideal bir toplum anlayışının anti-tezini tanımlamak için kullanılan “dystopia” ile “daisies” -papatyalar, kelimesinin bir birleşimi olarak karşımıza çıkıyor. İkilinin yapıtlarında keşfedilen bu terim iç içe var olan zıtlıkları, şiddet-dinginlik, hayat-ölüm, melek-şeytan gibi ikilikleri de barındırıyor. Günümüz gerçeklik algısının bulanıklığı ikilinin resimlerinde kayıp ve çaresizlik duygusu uyandıran çorak manzaraların; mutasyona uğramış yaratıkların, üst üste yığılmış gerçeklik katmanlarının imgeleri olarak vücut buluyor.

2017 yılında kurulan Büyükdere35; galeri mekanında farklı disiplinlerden çağdaş sanatçıların sergilerine, çeşitli konulardaki seminerlere, sanatçı atölye ve konuşmalarına ev sahipliği yapıyor.


Kerem Ardahan’ın meşhur ikilisi ‘Moron Brothers’ın Big Baboli Printhouse’daki basım aşamasından enstantaneler.

Ardahan says that he seeks a pure form of expression in his work, and that in his paintings and prints he looks for the purest moments from the basic needs of primitive people and children and the movements and gestures they make to express themselves.


KEREM ARDAHAN X BIYIKOF

Bıyıkof olarak da bilinen Çağlar Bıyıkoğlu (Ankara,1979), lisans eğitimini Anadolu Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Grafik Tasarım bölümünde aldı. Grey İstanbul, TBWAİstanbul ve Concept gibi reklam ajanslarında illüstratör ve sanat yönetmeni olarak çalıştı. 2013’ten itibaren resim ve illüstrasyon çalışmalarına ağırlık verdi, o zamandan beri hem dijital hem de analog malzemeyle çizmeye, boyamaya devam ediyor.

Sanatçının işleri genellikle zayıflık, çelişki ve çatışma gibi kavramları konu ediniyor. Yeni bir esere başlarken hiçbir plan yapmayan sanatçı, hislerine yoğunlaşarak boş kanvasa boyayla, çizgiyle dokunarak, tuvali kirleterek başlıyor. Bu dokunuşun kendi içinde bir yerlere de değdiğini hisseden sanatçı, bu yolculukta kendiyle bağ kurmaya çalışıyor. Dokunuşları zaman zaman öfke ve şiddet dolu, zaman zaman da sevgi ve şefkat dolu oluyor.

Bıyıkof walking with his painting ‘Sunrise. Nothing will be easy on this day. I know.’ İstanbul, 2023

Çağlar Bıyıkoğlu (Ankara, 1979), also known as Bıyıkof, received his bachelor’s degree in Graphic Design from Anadolu University, Faculty of Fine Arts. He worked as an illustrator and art director at advertising agencies such as Grey Istanbul, TBWAIstanbul and Concept. Since 2013, he has focused on painting and illustration, and since then he has been drawing and painting with both digital and analog materials.

His works often deal with concepts such as weakness, contradiction and conflict. When starting a new work, the artist does not make any plans, he starts by concentrating on his feelings, touching the blank canvas with paint, line, and dirtying the canvas. The artist, who feels that this touch touches somewhere inside hisself, tries to establish a connection with himself on this journey. His touches are at times full of anger and violence, and at other times full of love and compassion.

Kerem Ardahan “Plastic Fantasy” collab w @biyikof, 150 X 150 cm. Acrylic & spray paint on canvas. (2022)

Kerem Ardahan (Ankara, 1983), lisans eğitimini 2005 yılında Gazi Üniversitesi Görsel Sanatlar Eğitimi Bölümü’nde, yüksek lisansını ise aynı üniversitenin Eğitim Bilimleri Enstitüsü’nde 2008 yılında tamamladı.

Sanatçı, bugüne kadar çeşitli sinema ve reklam filmlerinde sanat yönetmenliği yaptı, aynı zamanda 2013 yılına kadar kurucusu olduğu Punta Design’da çeşitli ürün tasarımlarına imza attı. Üç kişisel sergi gerçekleştiren Ardahan, şimdilerde sanat çalışmalarını Kadıköy’deki atölyesinde sürdürüyor.

Yetişkinler olarak günlük yaşantımızda toplumun beklentilerini karşılamayı öncelik edinirken, bir taraftan da birey olduğumuzu hissetmek için özgür alanlara ihtiyaç duyuyoruz. Özgürlüğün reçetesini ise dönüp dolaşıp, koşullandırıldığımız yapının bize sunduğu seçeneklerde arıyor; içimizden gelen seslere kulak tıkıyoruz. Çoğu zaman kendini bu ikilemde sıkışmış hisseden sanatçı, işlerinde bazen bu duruma işaret edip, bazen de çocukluğundan bugüne taşıdığı özgür alanında dans ederek, durumun kendisinde oluşturduğu ruh hâllerini yansıtmaya çalışıyor.

Kerem Ardahan ve Bıyıkof ‘Cry Baby’ sergisinden, Kadıköy Bina, 2021

Kerem Ardahan (Ankara, 1983) completed his undergraduate degree at Gazi University, Department of Visual Arts Education in 2005 and his master’s degree at the Institute of Educational Sciences of the same university in 2008.

The artist has worked as an art director in various movies and commercials, and also designed various product designs at Punta Design, which he founded until 2013. Ardahan, who has realized three solo exhibitions, currently continues his art works in his studio in Kadıköy.

As adults, while we prioritize meeting the expectations of society in our daily lives, we also need free spaces to feel that we are individuals. We look for the recipe for freedom in the options offered to us by the structure we have been conditioned to; we turn a deaf ear to the voices coming from within. The artist, who often feels stuck in this dilemma, sometimes points to this situation in his works and sometimes dances in the free space he has carried from his childhood to today, trying to reflect the moods that this situation creates in him.


Kerem Ardahan ‘Super Cherry Turbo Punch’ sergisi için gerçekleştirilen söyleşi. 22 Ocak 2020

‘Çalışmalarında katıksız bir ifade biçimi aradığını söyleyen Ardahan, resimlerinde ve baskılarında, ilkel insanların ve çocukların temel ihtiyaçlarından ve kendilerini ifade etmek için yaptıkları hareketlerden, jestlerden en saf anları aradığını belirtiyor.’


İşlerin temelinde Bıyıkof ve Kerem Ardahan’ın geliştirdikleri “ortak dil” yatıyor. Zaten Cry Baby sergisi, kolektif bir çalışmanın ürünü. Yani iki ressam sergideki tüm eserleri aynı anda, birlikte üretmiş. “Birlikte çalışırken kollarımız bazen birbirine karışıyordu” diyorlar: Ama bir süre sonra o kadar tek kişi gibi olduk ki birimiz düşündüğüne diğeri çoktan başlamış oluyordu.

Bıyıkof’a göre çalışmalarının en zorlayıcı tarafı bu ortak dili oluşturmak. Ancak, tanıştıkları günden beri Ardahan’la çalışırken “hiç yabancı biriyle çalışıyor gibi hissetmediğini” de belirtiyor. 

Sahiden, Cry Baby sergisindeki işlerin iki ressamın kolektif çalışması değil de tek bir ressamın işi olduğu söylense inanılır. Üstelik bu sergideki işleri yaparken önceden uzun uzadıya tasarlamamışlar. “Resmi yaparken duygularımızı takip ediyoruz, hiçbir duyguyu kenara koymuyoruz, ne deneyimliyorsak onu resmediyoruz” diyorlar. (Onur Bayrakçeken’in Independent için yaptığı söyleşiden)


DYSTO-DAISIES

SAVE THE DATE

Opening: 5 April Friday

06:00 PM – 08:00 PM

Büyükdere35 thrilled to announce the duo exhibition titled “Dysto-daisies”, including paintings by the artist duo Kerem Ardahan and Bıyıkof, using acrylic and spray paint on a single surface.

The word “Dysto-daises” appears as a combination of the fictional term “dystopia”, meaning a very bad or unfair society in which there is a lot of suffering, and the word “daisies” – daisies. Although acknowledging the possibility of false hope in a bleak future, the term “Dysto-daises” from the duo’s work provides a sense of consistency and serves as a darkly humorous form of expression.

The exhibition will be on view between 5-20 April at Büyükdere35.

Founded in 2017, Büyükdere35 hosts exhibitions of contemporary artists from different disciplines, seminars on various topics, artist workshops and talks in its gallery space.


@keremardahan

@bigbaboliprinthouse

@biyikof

Büyükdere35


SUB-LEVELS:


Istanbul Underground Apokalypse Culture 2030 (Hardcore Cyberpunk)

Şaşkınbakkal 2022

THIS IS ZOMBIE NATION

DO NOT GET HOPELESS BECAUSE THAT’S A SIGN YOU GOT BITTEN AND INFECTION IS SPREADING.

TREAT YOUR BITE WITH KINDNESS, HOPE, BEAUTY AND LOVE

THEY ARE LIFELESS BECAUSE THEY HAVE LOST LIFE WITHIN.

DO NOT LET THEM TURN YOU INTO ONE OF THEM. TREAT YOUR BITE WITH INTEGRITY, VISION AND LOVE.

NO MATTER WHAT YOU DO, DO NOT ROT WITHIN.

YOU CAN INSPIRE A ZOMBIE WITH YOUR LIGHT AND BRING THEM BACK TO LIFE. EVERY STEP YOU TAKE HAS AN EFFECT.

AND DON’T FORGET TO TREAT OTHERS INFECTIONS WITH KINDNESS.

by Lumineh

⭐ 😎 💎


2023, İstanbul

Kentsel Dönüşüme Karşı,

Ruhsal Dönüşüm İçin Çağrı!

Rafet Arslan 2008

“Kritik bir anda, herkesin dilindeki bir sokak şarkısının biçimlendirdiği bir hayat nasıl bir şey olurdu dersiniz?”

Son yıllarda şehrin horlanmış, kaderine terk edilmiş mahallerinde tuhaf bir şeyler oluyor. Dönüşüm gibi muhalif dilde önemli yer tutmuş bir terim üzerinden resmi otoriteler ve çok-uluslu kapital planlar yapıyor. Tarlabaşı, Sulukule, Balat… Öncelikle, bu mahallerin ne olduğuna kısa bir bakış atalım.

Bu bölgeler; yersiz yurtsuz kökenden beslenen Çingene topluluklarının, Anadolu’dan gelmiş burslu öğrencilerin, muhafazakar toplumsal cinsiyet kod sistemlerinin sapkın ilan ettiklerinin, hayat kadınlarının, çalgıcıların, artık toplayıcıların, hurdacıların, junky’lerin,  akademik ya da entel olmayan sistem karşıtlarının, kendini izole etmiş psikotiklerin, gayrı meşrunun ve her türden mülksüzün zorunlu açık mahalle modelleri geliştirdikleri yerleşim alanlarıdır. 

Sistem, bu bölgelerin kentsel kibarlaştırılmasını ve ardından soylulaştırılmasını gündeme getirmiştir. Böylece eskimiş, gözden düşmüş bu mahallerin toplumsal bilinçdışında birikmiş enerjileri yok edilecek,  sistem dışı  gayri meşru  oligark trafiğine bağlanacak,  kolluk güçlerinin geçmişte tam gözetleme, denetim ve sindirmeyi başaramadığı bu bölgeleri işgal etmesi ve otoritesini mutlaklığını kutsaması sağlanacak, mülksüzlerden boşaltılmış-temizlenmiş-kibarlaştırılmış mahallerin arsaları üzerinden kapitalin üretim-tüketim-yeniden üretim döngüsü hakim kılınacaktır. Kent merkezindeki kara delikler olarak bu alanlar, finans-kapitalin ışıltılı gösterisine dahil edilecek; sistemin doymaz bilmez vampir iştahı kendi hakimiyetinin dışında tek bir var oluş alanı kalmayana dek; kara delikleri yemeye devam edecektir.

Mülksüzler ise, kendi halince bir hayat sürdükleri mutlu olmasalar bile kendilerini huzurlu hissettikleri, bu bildik coğrafyalardan kent dış sınırına doğru sürüleceklerdir. Sistemin yerlerinden edilecek mülksüzleri itaate zorlamak için uzattığı bir parmak bal ise Toki modelinde cisimleşmiş toplu konut alanlarıdır. Yüzyıl başı Amerikan işçi sınıfına düzenlenmiş apartman dizgelerinden ve Le Corbusier’in Birlikçi Kent modelinin yozlaştırılmış ve bir çeşit kara mizaha çevrilmiş planlamalarından yola çıkmış toplu konut anlayışı; insanlara sadece geceyi kendi hücresinde geçirecekleri, toplu hapishane hayatı sunar. 

Bu insanları birleştirmeye değil; kitleleştiremeye yönelik bir hamledir. Sonucu özgür bireylerin yan yana gelip toplumsallaşacağı bir kollektivite değil; robotlaştırılmış bir sürünün yalnızlık sürecidir.


DDR -Tanklar ve Yığınlar

Kentin dışında öbeklendirilen toplu konutlar aynı zamanda kenti gündelik yaşamdan ırak eden gettolardır. Bütünsel kent algısının kırılması izole bireyselleşme-yalnızlaşma sürecini arttırır. Gettosuna sıkışan bireyin psiko-patolojisinde bütünsel kente karşı travmatik bir korku oluşur. Kafka fragmanları gibi kent imgesi git gide büyürken, izole birey kendini küçük ve dışında hisseder; bir bakıma ötekileştirilir. Bu da ayrılığın, ayrılmışlığın gücünü arttırırken, Birlikçi ideali dışlar.

Denetimin zayıf olduğu mahallesinden koparılıp, etrafı otoyollar ve hiper marketlerin jungle’ı ile  çevrili adalarına hapsedilen mülksüzlere sistem iki yeni hayat seçeneği sunar:

Yoksulluğun doğal dayanışmasından, cemaatsel ilişkilerden soyutlanmış kişinin; sistemin tam denetiminde ve vahşi kapitalizmin bencillik kültürüyle uyumlu, normal bir yurttaşlar haline gelmeleri hedeflenir. Yani kişilerin yaşamı, yaşam alanı modeline uygun olarak rasyonelleştirilir. Kapital kentinin kurallarına uymayanlara yaşam şansı tanınmaz. Artık, yerleştirildiği toplu konutlarda kola kutuları toplayamayacak, serserilik yapamayacak ya da parasız kalınca (ki genelde öyledir) deftere borç yazacak bir Rıza amca olmayacaktır. Hiper marketlerde borçlanmanın tek yolu kredi kartına sahip olmaktır. Kapıcı parası, apartman gideri gibi tanımadığı kavramlarla tanışacak; çocuğunu okula göndermemenin bir suç olacağı gerçeği ile yüzleşecektir. Sürekli sıkıştıran hayat şartları artık sürekli bir iş arayışına yöneltecektir. Sistem bio-politik araçlarla mülksüzlerin bedenlerini de tahakküm altına alacaktır. Mesai saatlerinin robotluğuna teslim rasyonel ve steril mezarlık hayatı, sistemin mülksüzlere sunduğu ütopya; işte budur.

Sistemin sunduğu diğer seçenek ise, dayatılan bu mezarlık disiplinini reddetmek ve kentin büyük suç pazarına eklemlenmektir. Bu yolun son uğrağı da sitemin diğer bir toplu yaşam seçeneği cezaevleri olacaktır. Sistem dışı özgürleşme pratiklerine soyunamayan izole mülksüz bireyleri bekleyen her seçenek; büyük kapatılmalara açılacaktır.

21. yüzyılın başında dünyanın tüm metropollerinde devreye sokulan bu soylulaştırma planına karşı çıkmanın yolu; kuşkusuz alternatif şehircilik modelleri önermekle başlayacaktır. 19. yüz yıl başlarında Charles Fourier’in ilk temellerini attığı, Letteristlerin ve Situasyonistlerin geliştirdiği Birlikçi Kent  hedefinin en önemli öznesi, birlikçi bir mimaridir. Yaşam alanlarının kişilerin eğilimlerini, arzularını, düşlerini araştırmak için yola çıkmalarına yardımcı olabilmesi, iş ve eğlence arasında gerekli uyumun sağlanması, tutkuların özgürleşmesine ve iyiye doğru dengelenmesine yardımcı olması, ‘kendini bilen’ bu bireysel bilinçlerden kolektif yaratı ve şenliklerle taçlandırılacak bir toplumsallaşmaya ebe olması beklenir. 

Birlikçi Kente  giden ışıltılı yolun ilk basamağı, tek tek kişilerin özgürlüğe adım atacakları bir ruhsal dönüşü gerçekleştirmeleridir. Sistemin yapay ihtiyaçlar, sahte arzular yaratarak oluşturduğu  sanal hayatlara karşı çıkmanın yolu, bireysel düşü kolektifleştirerek ruhsal dönüşümleri ayaklandırmaktır. Ruhsal dönüşüm ise, toplumsal dönüşümün anahtarlarını kuzey yıldızı gibi göz bebeklerinde barındırır. 


On the Passage of a few People through a Rather Brief Moment in Time: The Situationist International 1956-1972

Birlikçi Kent idealinin gerçeklemesi sadece kurumsal çalışmalar ile değil, pratik hayatın içinde olacaktır. Bunun için soylulaştırılan bölgelerde de, getto toplu konut alanları içinde de yapılacak kuşkusuz çok şey var. 

Sistemin; sahiplerinin elinden alıp kibarlaştırılmış mahallerde tam da hakim olduğunu  düşündüğü anda, mahrem ve steril duvarları sokağın sanatçıları  için baştan çıkarıcı tuvaller olacaklardır. Işıltılı yeni kitsch mimari, boya darbeleri ile kirletilecek; sivil itaatsizlik refleksini ortaya koyacaktır.

Kent genelinde kolektif eyleme geçen düş, geçici ve kalıcı özgür bölgeler yaratılacaktır. Gösterinin işleyişi saptırılacak, var olan dünyanın dibine açılacak fare delikleri ile yeni bir dünyanın nüveleri şimdi ve burada oluşturulacaktır. Erekte olmuş şiir kitaplıklardan fırlayacak ve sokakları işgal edecektir. Oyun; şu anki sahibi çocuklardan tüm yaşları ve yaşamı kapsayacak şekilde insan hayatına egemen kılınacaktır. W. Benjamin’in deyişi ile ‘kritik bir anda, herkesin dilindeki bir sokak şarkısının biçimlendirdiği bir  hayat nasıl bir şey olurdu dersiniz?’

Özgür düşünceyi ketleyen ahlaki yargı sistemlerini geçersizleştirmek, tüketim köleliğine karşı takas pazarları kurmak, sokakları festival alanlarına çevirmek, otoritenin gücünü ironinin kuvveti ile zayıflatmak, sanat ile hayat arasındaki köprüleri dinamitlemek…

Böylece, özgürleşen arzu ile kenti ilk defa gerçekten keşfetmiş olacağız; fethedeceğimiz günün hayallerini büyütmek için!


Smash Racism ! A Riots Comix
Asena Hayal anlatıyor: Gece hayatı, kulüp kültürü, müzik dinleme eylemi ve koleksiyonerlik.

Bostancı Lunapark

Call For a Spiritual Transmutation,

Against Urban Transformation!

Rafet Arslan 2008

“How would be a life that was carved out of a song seng by everybody on the streets, at a critical moment?”  

For the last decade something weird has been occuring in the humiliated, forsaken districts of the city. Legal authoroties and multinational capital has plans  out of  such a term as transformation which has a significant place in a contrary language. First we should tell more about these distincts, namely  Tarlabaşı, Sulukule, Balat… 

These distincts are places which have been fed by deterritorialized lineage like gypsies, youngsters from eastern Anatolia who came with scholarships, ones so called perverts by conservative social sexual codes (transvestites, gays, lesbians, etc.), prostitutes from both sexes, music players, waste pickers, junkmen, junkies, non-academic, non-entellectual system opposers, where they  grow their own models of habitats.

System has brought in urbanization and then aristocratization of these distincts. Therefore, the energy accumulated within social unconscious of these wrecked, discredited distincts would be cleared off, would be bounded to illegitimate traffic of oligarch out of the system, hence the occupancy and absolute authority of police force that could not penetrate into those districts to watch, control and intimidate in the past could be provided. Only then it would be possible to make production-consumption-reproduction cycle of capital dominant over these areas that will have been urbanized and cleaned out of the disposessed. Those regions, those black holes of the city will be involved in the sparkling show of finance-capital, the apetite of system that is never satisfied will go on to eat everything including black holes until no area will be left for existance of any other life form out of its dominance.

The dispossessed will be driven off to outer borders of the city from the places they felt relatively safe and familiar even if not really happy. The only benefit the system offers to these people in return for evacuation of their places are  the apartment houses in forms of Toki model. This perspective of cooperative housing derived from apartment series designed for American worker class and inspired by Coopreative City model of Le Corbusier was embodied in such degenerate plans that turned into a kind of sick humour. What is offered by that is a collective prison life in which everybody can pass the night within his own cell. This is a movement to mass people, not to collect them together. And the result will not be a collectivity where free individuals come together and socialize, for it is a  process of isolation of a gang that is to be robotized.

Rakun 2022, istanbul

Those apartments grouped out of the city borders are also ghettos whose daily lives are aparted from city. Such a break in total urban conceptualization helps the isolation process of  abandoned individual. Then a travmatic fear develops in psycho-pathology of the individual who feels stucked in his ghetto against totality of the city. Just like in the fragments of Kafka, isolated individual feels himself small and excluded while the image of the city increasingly expand. In other terms, he is alienated which enhances  the influence of isolation and externalize the Collective ideal.

System offers the disposessed who banished from his weakly controlled distinct and confined into these islands surrounded by autobans and hypermarkets.

The aim is transformation of ones who have been separated from a natural cooperation arised from poverty and all of those collective relationships into normalized people that compete with the culture of the very self dictated by cruel capitalism and under complete control of the system. Any one who does not obey the rules of the city of capital are not let to live. He won’t be able to collect empty cans, walk around adrift, or when he runs out of money (that is the case almost everytime) he won’t be able to find an uncle who has this grocery to be taken haphazardly. The only way of paying later is having a credit card in hypermarkets. He will find out new terms like doorkeper’s remuneration and contribution to building’s expenditures, he will face the fact that it is a crime not to send his child to school anymore. This life will impose him to find a continuous job. The system will dominate the body of the dispsessed by the help of its bio-politic tools. He will soon give up to robot work of the very fixed working hours. A rational and quite sterile cemetery life, this is the utopia system promises for disposessed people.

The other option system offers is to refuse this cemetery discipline imposed and joining into great crime market of the city. But this way will probably end in jail which is another collective life form generated by the system. In short, any option in front of the disposessed who has no way of embarking any praxis of liberation outside of the system, will end up with  Great Confinements.

2022, İstanbul

In the beginning of 21st century, the way of opposing this urbanization plan which has been operated in all of the metropolises of the world, will certainly start by offering alternative city plannings. The most significant subject of a Unionist City plan developed by Letterists and Situationists on the basis of Charles Fouriers principals that emerged in the beginning of 19th century was a unionist architecture indeed.

Living spaces that make it possible for people to search their tendencies, desires and dreams, a harmony between work and joy, liberation of passions in order to go towards equilibrium and serving for good  was expected, hence the ‘consciouss individuals’ would be able to give birth to a socialization adorned by collective creations and celebrations.

The first step of this way to Unionist City is the emergence of a spiritual transformation each individual will experience to take his freedom over. The way of refusing the virtual lives that system generates by creating artificial needs and imitated desires is inciting a collectivity of individual dreams and arouse the spiritual transformations. This spiritual transformation is what holds the key of a social transform.


Die in Vain ‘Desperate To Piss’ 2022

Emergence of Unionist City is part of practical life rather than theoretical studies. Therefore, there are so much to do in both urbanized regions as well as areas of ghetto apartments. At the very moment when the system has already managed to take those civilized districts over and dominate, the refined and confident walls of saved regions will be nothing but tempting canvas to street artists. The new sparkling architecture of kitch will be spoiled by civil disobedience reflexes.

When dream is in charge all over the city, there will be temporary or permanent free regions. The parody will be distracted, cores of a new world will be created in the rat holes, now and here. Erected poem will get out of libraries and invade the streets. Game will master all people’s lives at any ages, not only children who are the natural owners. Just as W. Benjamin put it; “How would be a life that was carved out of a song seng by everybody on the streets, at a critical moment?”  

Invalidating the moral judgements that prevent free thought, setting barter markets against consumption bondage, turning the streets into places of festivals, defeating the power of the authority by the power of irony, dynamiting the bridges between art and life itself…

Then we will have discovered the city for the first time indeed by the help of nothing but liberated desire; just for growing the dream of our invasion.


Berk Karadaş (1989-2023)

Yakın zamanda kaybettiğimiz ‘Maestro’nun anısına.


Kadıköy
Şaşkınbakkal 2023
Bostancı Kasaplar Çarşısı Graff. Zone 2023
Bostancı Kasaplar Çarşısı Graff. Zone 2023
Bostancı Kasaplar Çarşısı Graff. Zone 2023
Özgür aka. Alper Aga’nın hikayesi, 2023
Bostancı Kasaplar Çarşısı Graff. Zone 2023
Bostancı Kasaplar Çarşısı Graff. Zone 2023
Downtown Bostancı 2023
Downtown Bostancı 2023
Suspect – Küreselleşme Dehşeti
Rakunart !!

Erenköy Underground Graff. Zone
Erenköy Underground’a giriş
Erenköy Underground Graff. Zone
Erenköy Underground Graff. Zone 2022

KAN BEBEK !!
Karaköy Underground
Rinx Club Sunar: Kaosun diyarına hoşgeldiniz!

Feneryolu Underground Graff. Zone
Feneryolu Underground Graff. Zone
Feneryolu Underground Graff. Zone 2022
Feneryolu Underground Graff. Zone 2022
Feneryolu Underground Graff. Zone 2022
Feneryolu Underground Graff. Zone 2022
Feneryolu Underground Graff. Zone 2022
Feneryolu Underground Graff. Zone 2022
Feneryolu Underground Graff. Zone 2022
Feneryolu Underground Graff. Zone 2022
Feneryolu Underground Graff. Zone 2022
Feneryolu Underground Graff. Zone 2022
Feneryolu Underground Graff. Zone 2022
Feneryolu Underground Graff. Zone 2022
Feneryolu Underground Graff. Zone 2022
Feneryolu Underground Graff. Zone 2022

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Beşiktaş Skate Cru., 2022
Haossaa – Ranbo 123 @ Peyote Istanbul
Marmaray Güvenlik

Karşı kalem Gökhan Gençay, her zamanki saha çalışmalarında

Gökhan Gençay

‘Benim Kanım’

“Benim Kanım”, 2021 yazının sonunda okurlarla buluştu. Anaakım yayınevleriyle biçim ve sunum hususunda anlaşamadığımız için bir çeşit yeraltı yayını gibi basıldı, kulaktan kulağa duyuruldu, sıfır tanıtımla sınırlı sayıda kitapçıya ulaştı. Aşağılık kompleksinden kıvranan muktedirler bilinçli olarak görmezden gelse de şu veya bu şekilde muhataplarının bir kısmına ulaştı. Punklardan, gençler ve genç kalabilenlerden, skateboarderlardan, her çeşit uyumsuzdan aldığım göz yaşartan dönüşler, mailler de bunun göstergesi oldu.

“Benim Kanım” sadece öykülerden ibaret değildi, underground illüstratörler hiçbir telif talep etmeden destek olarak kitapta çizimlerini paylaştı. Velhasıl, benim kanıma Erman’ın, Cleon’un, Pakito’nun, Nicolas’ın, Fredox’un ve Jeremy’nin kanları da dahil oldu. Akacak kan damarda durmadı ve biz de akıtmaktan zerre çekinmedik. “Benim Kanım” böyle karşınıza geldi.

Aradan geçen süre boyunca kâh Kadıköy sokaklarında stencil olarak belirdi, kâh kitapçıların vitrinlerinde yerini aldı, kâh dünya seyahatine çıktı, Barcelona’yı, Berlin’i, Endonezya’yı, New York’u, Prag’ı dolaştı.

Son olarak da, aşağıda da gördüğünüz üzere, kitabı ithaf ettiğim üstadım Chuck Palahniuk’un kütüphanesinde yerini aldı. “Benim Kanım”ın Portland’a, Chuck’ın eline geçene kadarki macerasını, okurlarının gönderdiği fotoğrafların bir bölümüyle kısaca paylaşayım bu vesileyle.

Destek veren, sahiplenen herkes sağolsun, varolsun. “Benim Kanım”ı beğenenlere artık “Melek Yüz”ün sırasının geldiğini de duyurmuş olayım.

Chuck Palahniuk vS Gökhan Gençay

Her zamanki sloganımızla bitirelim:

RISE OR DIE !


Haossaa ‘Nonsync’

Bir çift dünyayı ürkütür, soyutlamanın çifti. Devletlerin ve orduların, şirketlerin ve toplumların kaderleri buna bağlıdır. Birbirleriyle çekişen bütün smıflar, yönetseler yahut yönetilseler de, buna saygı gösterirler hatta korkarlar. Bizimkisi yeniye -parmaklarıyla X yaparken- gözü kapalı atlayan bir dünya. [001]

SOYUTLAMA

McKenzie Wark

‘Bir Hacker Manifestosu’ndan Türkçeleştiren Merve Darende

Bütün sınıflar kaderlerinin halen bağlı olduğu, dünyanın bu amansız soyutlamasından korkarlar. Sadece hacker sınıfı hariç bütün sınıflar. Bizler soyutlamanın hackerlarıyız. Yeni kavramlar, yeni algılar, yeni duyular ve hacklenmiş ham bilgi meydana getiririz. Hangi kodu hacklersek hackleyelim, programlama dili, şiir dili, matematik ya da müzik, eğriler veya renkler olsun, bizler yenidünyaların soyutlayıcılarıyız. Kendimizi araştırmacı, yazar, sanatçı, biyolog, kimyager, müzisyen, filozof ya da programcı olarak tanıtsak dahi, bütün bu öznelliklerin her biri yavaş yavaş oluşan ve aslında kendisinin farkında olan bir sınıfın parçasıdır. [002]

Ve tam olarak kim olduğumuzu bilmiyoruz. Bu kitabı; köklerimizin, amaçlarımızın ve ilgi alanlarımızın manifestosu yapma arayışı bundandır. Bir hacker manifestosu: sadece hackerın doğası gereği onu diğerlerinden farklılaştıran bir manifesto değil, zamanla kendisinden bile farklılaştıran bir manifestodur. Hacklemek farklı olmaktır. Bir hacker manifestosu betimlemenin kabul etmediği bir şeyi betimleme iddiasında bulunamaz. [003]

Hackerlar dünyaya yeni şeylerin gelmesine imkân yaratırlar. Her zaman büyük şeyler ve hatta iyi şeyler bile değil ama yeni şeyler. Sanat, bilim, felsefe ve kültür gibi bilginin toplanabileceği, çıkarılabileceği ve dünya için yeni imkânların yaratılabileceği, bilginin her türlü üretiminde hackerlar eskiden yeniyi çıkartırlar. Bu yenidünyaları yaratırken, onlara hükmetmiyoruz. Yarattıklarımız, bizim tek başımıza ortaya çıkardığımız, dünyaları yaratan araçları tekelinde bulunduran başkalarına ve onların çıkarlarına, devletlere ve şirketlere ipoteklidir. Ürettiğimize sahip değiliz-o bize sahip. [004]

Hackerlar bilgilerini ve kıvrak zekâlarını ve nüktedanlıklarını kendi özerkliklerini devam ettirmek için kullanırlar. Bazıları parayı alır ve kaçarlar.(Şerefimizle yaşamalıyız.) Bazıları şereflerini tehlikeye atmaktan korkarlar.(Yapabileceğimiz en iyi şekilde yaşarız.) Bu yollardan birini seçenlerimiz sıklıkla diğerini seçenlerimize içerlerler. Bazısı sahip olamadığı refaha içerler, bazısı da dilediği gibi hack eylemi yapabilme özgürlüğüne sahip olamamaya içerler. Hacker sınıfının tehlikeleri atlatmasını sağlayan, bir sınıf olarak çıkarlarımızın daha soyut bir ifadesi olması ve bu çıkarların diğerleriyle dünyada nasıl buluştuğudur. [005]

Hackerlar birleştirici değillerdir. Çoğu zaman tekilliğimize dalmaya istekli değilizdir. Kolektif hack olarak adlandırılan eylem, aslında zorlayıcı bir birlik olmamakla birlikte, farklılıkların aynı hizaya getirilmesine dayanarak bir sınıfın çıkarlarını gözetir. Hackerler bir sınıftır ama soyut bir sınıftır. Soyutlamalar yapan bir sınıf ve soyut bir sınıf. Hackerları bir sınıf olarak soyutlaştırmak aslında öncelikle sınıf kavramını soyutlaştırmak demektir. Hacker sınıfının sloganı, birleşmiş dünyanın işçilerinin değil, çözülmüş bir dünyanın çalışmalarınındır. [006]

Her yerde soyutlama hüküm sürer ve bir somutluk kazanmıştır. Her yerde soyutlamaların düz çizgileri ve kusursuz eğrileri meseleleri karışık ama etkili vektörler olarak düzenler. Ama eğitimin soyutlamayla ne üretilebileceğini öğrettiği yerde, soyutlamaların kendilerinin nasıl üretildikleri bilgisi hacker sınıfı için daha faydalıdır. Deleuze: “Soyutlamalar hiçbir şey açıklamazlar, onların kendilerinin açıklanmaları gerekir.” [007]

Soyutlama ortaya çıkarılabilir ya da üretilebilir, maddi ya da manevi olabilir ancak soyutlama her hack eyleminin ürettiği ve tasdiklediği bir şeydir. Soyutlamak bir düzlem yaratmaktır, aksi takdirde farklı ve ilişkisiz meseleler olası ilişkiler getirebilir. Soyutlamak doğanın gerçekliğini ifade etmek, onun olanaklarının örneklerini göstermek, sonsuz ilişkisellikten bir ilişki çıkarmak ve çeşitli şekillerde göstermektir. [008]

Tarih soyutlanmanın üretimidir ve üretimin soyutlanmasıdır. Hayatın bir çağdan diğerine değişiklik göstermesinin sebebi zorunluluktan özgürlük elde etme işleminin yeni soyutlama şekillerine göre uygulanmasıdır. Tarih birbiri ardına gelen hacklerle, gerçek kılınmış sanaldır. Tarih, hacklendiği sürece doğanın birikerek artan niteliksel farklılaşmasıdır. [009]

Doğanın soyutlamasının akabinde onun üretkenliği ve hayati ihtiyaçların üzerine artı değerin üretimi gelir. Tekrar tekrar ihtiyaçtan daha ileri soyutlamalar, ileri üretkenlik, üreterek -en azından potansiyel olarak-ihtiyaç üzerinden büyüyen bu artı değer, büyüyen bir hack kapasitesi getirir. Ama hacklemenin doğası, artı değerin üretimi bizi rahat bırakmaz. Tekrar ve tekrar, azami ihtiyaçlar üzerindeki artı değeri kontrol eden bir yöneten sınıfı ortaya çıkar ve gözden kaçan ihtiyaç araçlarını üreten bu insanlara yeni ihtiyaçlar getirirler. [010]

Bizim zamanımızı farklı kılan, uzun zaman hayal edilmiş, zorunluluktan uzak bir dünyanın olabilirlilik ufkundaki görüntüsüdür. Soyutlamanın üretimi, hacklemeyi seri bir halden modası geçmiş bir hale çeviren ve sınıf çıkarlarını gerileten, bir kere ve hepimiz için, zincirleri kırabileceği bir eşiğe ulaştı. Debord: “Dünya zaten, yaşaması için halen bir bilince sahip olduğu zamanın hayaline sahiptir.” [011]

Keşif ihtiyaçların anasıdır. Bütün devletler servetlerinin ve güçlerinin üretimi için soyutlamaya bağımlıyken, bu devletlerdeki yönetici sınıfların yeni şekillerdeki soyutlama üretimini hoş karşılamazlar. Yönetici sınıf daima hackerı kendi yaratımının kontrolünden mahrum bırakarak, yenilikleri kontrol etmenin ve onu kendi çıkarlarına çevirmenin bir yolunu arar ve böylece dünyayı tamamen reddederek kendi gelişimini idare eder. [012]

Yeni soyutlamalar toplumdan hack eylemiyle ayrılan kimseler tarafından gerçekleştirilirler. Eskisinden yenidünyalar hackleyen biz diğerleri, sadece uzak yabancılar değil, aynı zamanda mevcut sınıflardan da ayrı olanlarız. Bir grup olarak ya da programcı, sanatçı, yazar, bilim adamı, müzisyen olarak kendine özgü varoluşumuzu tanımlarken, nadiren bu kendimizi gösterme yollarını bir sınıf deneyiminin katıksız parçaları olarak görüyoruz. İnekler ve ucubeler başkaları tarafından dışlanarak negatif bir hale gelirler. Beraber bir sınıf oluşturuyoruz, öyle ki kendisini varoluşun içine yontan ve bunu kendisi için yapan bir sınıf. [013]

Gerçek, soyut aracılığıyla tanımlanır, üretilir ve açığa çıkarılır. Gerçek, maddedeki gizil potansiyel değildir, potansiyelin potansiyelidir. Hacklemek soyutu üretmek ya da bilgiye uygulamak ve böylelikle yenidünyaların olanaklarının, zorunlulukların ötesinde ifade edilmesidir. [014]

Bütün soyutlamalar, doğanın soyutlamalarıdır. Soyutlamalar maddi dünyanın potansiyelini açığa çıkarır. Soyutlama maddesel dünyanın en tuhaf özelliğine, bilgiye güvenir. Bilgi belirli bir maddesel formda bağımsızca varolabilir ancak maddesel form olmaksızın varolamaz. Hack doğanın maddesel özelliklerine dayanır ve gene belirli maddesel bir formun bağımsız birşeyini keşfeder. İşte, maddesel ve maddesel olmayan. Maddenin maddesel olmayan gerçekliğini ve onun bilgisinin özelliklerini açığa çıkarır. [015]

Soyutlanma her zaman doğanın bir soyutlanmasıdır, doğanın çiftini yaratan bir süreç, ikinci bir doğa, ortak hayatın kendi ürünleri arasında ikamet ettiği ve doğal olmak için ürettiği çevreyi almaya geldiği, insan var oluşunun bir alanı. [016]

Toprak doğadan bir kaynak çıkarmadır, mülkiyet şeklinde soyut kılınan doğanın üretken potansiyelinin bir yönü. Sermaye topraktan bir kaynak çıkarmadır, mülkiyet şeklinde soyut kılınan toprağın üretken potansiyelinin bir yönü. Bilgi zaten topraktan kaynak çıkarmış olan sermayeden bir kaynak çıkarmadır. Bu çiftin çiftidir. Soyutlamanın üretimi sermayenin ötesindedir ancak her ikisi de kendi ayrı varoluşlarını mülkiyet şeklinde üretirler. [017]

Toprağın üretken bir kaynak olarak gelişimi, sermaye şeklindeki kendi soyutlanması için tarihsel ilerlemeler yarattığı gibi, sermayenin gelişimi de bilginin entelektüel mülkiyet formunda daha soyutlanması için, tarihsel ilerlemeler sağlar. Geleneksel toplumlarda, toprak, para ve bilgi, göreneksel ya da kalıtımsal bağlarla belli sosyal ve bölgesel güçlere bağlıydılar. Soyutlanmanm eski feodal enkazı hacklemesi, özel mülkiyete evrensel bir hak şeklindeki mülkiyetin daha soyut bir formuna dayanan bu kaynakların liberalleştirilmesiyle olur. Bu evrensel soyut form önce toprağı, sonra sermayeyi ve şimdi de bilgiyi kapsar. [018]

Mülkiyetin soyutlanması üretken kaynaklan serbest bıraktığında, aynı zamanda bir sınıf bölünmesi yaratır. Özel mülkiyet toprağı sahiplenen pastoral bir sınıf ve bundan mahrum bırakılan bir çiftçi sınıfı meydana getirir. Özel mülkiyetin soyutlanması, insanları topraktaki geleneksel ve komünal haklarından mahrum bırakarak, çalışan sınıf olma yolunda yoksun bırakılmış bir sınıf yaratır. Bu çalışan sınıf, imalatın maddesel araçlarını ellerinde bulunduran yükselen sınıf sahipleri yani kapitalist sınıf için çalışmaya koyulurlar. Bu çalışan sınıf ciddi anlamda sınıf kuralını yıkma söyleminde bulunan ilk sınıftır. Ancak bu tarihi görev, mülkiyet şekli soyutlamanın kendi içindeki üretken enerjilerde gizli olan sınıfsızlığın gerçekliğini açığa çıkaracak derecede soyut olamadığı için başarısız olur. [019]

Yeni soyutlamaları her zaman hack yaratır. Hacker sınıfının ortaya çıkmasıyla, yeni soyutlamaların üretilme oranı ivme kazanır. Entelektüel mülkiyetin, mülkiyetin bir şekli olarak tanınması-kendisi bir soyutlama, yasal bir hacktir- bir entelektüel mülkiyet yaratıcıları sınıfı yaratır. Ama bu sınıf halen çıkarları geri plana atılmış diğer sınıfın yararına çalışır. Özel mülkiyetin bilgiye yayılması, hacker sınıfını mülkiyetin bir şekli olan soyutlamada kendi yeniliklerini kendisi üretebilen bir sınıf yapar. Çiftçiler ve çalışanların aksine, hackerlar henüz mülkiyet haklarından tamamen mahrum bırakılmamışlardır, ama yine de kapasitelerini üretim araçlarına sahip olan bir sınıfı -vektörel bir sınıfı, çağımızın ortaya çıkan yönetici sınıfı- soyutlamak için kullanmalıdırlar. [020]

Vektörel sınıf hackerları entelektüel mülkiyetlerinden mahrum bırakmak için şiddetli bir mücadele verir. Patentler ve telif hakları yaratıcılarının değil, bu soyutlamalarının değerlerini paraya çeviren vektörel sınıfının ellerine verir. Vektörel sınıf soyutlamayı tekeline almak için çabalar. Vektörel sınıf için “politika entelektüel mülkiyet üzerindeki iletişim, kontrol ve komuta gibi askeri strateji araçlarının mutlak kontrolüdür.” Hackerlar kendilerini hem bireysel olarak hem de sınıf olarak mahrum bırakılmış bulurlar. [021]

Vektörel sınıf entelektüel mülkiyetin değerini paraya çeviren araçlar üzerindeki tekelini sağlamlaştırdıkça, hackerlar daha çok karşılarına çıkarlar ve sınıf düşmanı olurlar. Hackerlar vektörelistlerin, hackerların ortak olarak üretecekleri bilgiyi kendilerinin sahiplenerek erişim için fahiş fiyatlar istemelerine karşı mücadele etmeye başlarlar. Hackerlar soyutlamanın metalaştırıldığı ve vektörel sınıfın özel mülkiyeti haline getirildiği çeşitli şekillerin karşısına çıkarlar. Hackerlar en iyi ifadeyle, kendi sınıf çıkarlarını soyutlamanın serbest üretimine dayandıran ve bu tarz bir mülkiyetin belirli engellerinden değil de mülkiyetin kendisini soyutlaştıran bir sınıf olma mücadelesiyle biline gelir. [022]

Kıtlık mitinden bu yana gelen üretken ve yaratıcı kaynaklan liberalleştirmek için, hackerların çalışanlar ve çiftçilerle-dünyanın bütün üreticileriyle-bir araya gelmesi gereken zaman gelmiştir. Dünyayı metalaşmış sömürü yoluyla kendi yıkımından kurtaracak, işbirliğinin yeni şekillerinin yaratılmasının zamanı gelmiştir. Çağımızın en büyük hack eylemleri belki de ortak özgür ifadelerin örgütlenme şekillerini ters yüz edebilir ve böylece insanların yönetici sınıfa hizmet etmesindense soyutlama insanlara hizmet eder. [023]


Capital Is Dead | McKenzie Wark in conversation with Verso Books

HAYKIR!

Aşkı Arabeksleştiren

Tüm O Aptal Şarkılara

İstanbul Comics & Art Festival: 22-24 Aralık/ December (2023)

Ares BadSector / Icaf 2016

22-24 Aralık 2023 tarihlerinde, çizgi roman, illüstrasyon, animasyon, karikatür, grafiti, sokak sanatı, bağımsız yayıncılar, sanatçılar, tasarımcı, koleksiyoner, takas girişimcileri, akademisyenler vb. çizgi’ye dair tüm yaratıcı beyinler, İCAF’ta bir araya geliyorlar.

İstanbul Comics and Art Festival, “Çizgi roman okuyan kac kişiyiz?” sorusundan yola çıkarak, 2016’dan bu yana, Türkiye’de çizgiye dair analog ve dijital tüm yaratıcı bireylerin bir araya geldiği en önemli ilk ve tek etkinliktir. Gücünü bağımsız sanatçılardan ve sokak kültürlerinden alan en önemli kültür sanat etkinliklerinden bir tanesidir.

ICAF’ı ilk gününden bu yana festival alanında yerli ve yabancı sanatçıların canlı çalışmaları, çizgi roman dükkanları, yayın evleri, sahaflar, fanzin ve bağımsız yayınlar, atölye, seminer, karikatür, mural, graffiti ve illüstrasyon sergileri, belgesel, film ve animasyon gösterimleri, müzik ve sahne performansları ile zenginleştirdik.


ICAF 2016
GEEKYAPAR! / ISTANBUL COMICS AND ARTS FESTIVAL 2016

Istanbul Comics and Art Festival, “How many of us read comics?” Based on the question, since 2016, it is the most important event where all analogue and digital creative profiles of Turkey’s first and only one come together. It is one of the most important cultural and art events that draws its creative power from independent artists and the creative culture of the street.

On 22-24 December 2023, lovers of comics, illustration, animation, cartoons, graffiti, street art, and independent publications, artists, producers, designers, shops, stores, e-commerce platforms, second-hand booksellers, collectors, exchange entrepreneurs, academics, in short, we will bring together the ANALOG and DIGITAL creative profiles of the whole art world at the 6th ICAF.

Since the first day of ICAF, live works of local and foreign artists, comic book shops, publishing houses, second-hand booksellers, fanzines and independent publications, workshops, seminars, caricature, mural, graffiti and illustration exhibitions, documentary, film and animation screenings, We enriched it with music and stage performances.


ICAF 2016 / KRÜW
ICAF 2016
ICAF 2016
ICAF 2016
ICAF 2016 / KRÜW
ICAF 2016
İstanbul Comics and Art Festival 2017

Festival alanının dışında ise farklı sanat disiplinleri kapsamında yaratıcı kamusal deneyim sağlayan “urban hacking” ve “urban art” projeler ile “insan – semt – şehir” buluşması gerçekleştirdik.

ICAF 2023’de ise yukarıda bahsettiğimiz gelenekselleşmiş çizgi sanatının yanı sıra manga & grafik roman, sarı mizah dergileri, süreli – süresiz dergiler, poster, sticker, albüm kapakları, şişe ve metal kutular, cosplay, figür, NFT, blockchain, gaming, sinema ve televizyon, dijital yayın platformları kısaca çizgi ile ilintili olan herşeyi dahil ediyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılında, 1923 yılından bugüne kadar varlık gösteren çizerlerimizi günümüz çizerleriyle konuşacağımız, hem karşılaştırmalar yapacağımız ve hem de günümüz uyarlamalarının nasıl yapılabileceği ve geçmişteki çalışmaların günümüzdeki önemi gibi konuları da ele alacağımız, ilgilileriyle interaktif söyleşiler, koleksiyoner seçkileri, sergiler, panel ve fotoğraf sergileri planlıyoruz.

Üç gün boyunca; tarih, sosyal tarih, sosyal siyaset, kültür ve sanat meraklıları için dolu dolu bir İCAF içeriği hazırlıyoruz.


İCAF / Urban Art Projesi Turu 2019

Outside the festival area, we held a meeting of “people – district – city” with “urban hacking” and “urban art” projects that provide creative public experience within the scope of different art disciplines.

In ICAF 2023, besides the traditional comic art we mentioned above, manga & graphic novels, yellow humor magazines, periodicals and non-periodicals, posters, stickers, album covers, bottles and metal boxes, cosplay, figure, NFT, blockchain, gaming, cinema and television, digital broadcasting platforms, in short, we include everything related to the line.

On the 100th anniversary of the founding of the Republic of Turkey, we will talk about our artists who have existed since 1923 with today’s artists, make comparisons and discuss issues such as how today’s adaptations can be made and the importance of past works in the present, interactive interviews with the relevant people, collector’s selections, exhibitions, We are planning panel and photography exhibitions.

For three days; We are preparing a full ICAF content for history, social history, social politics, culture and art enthusiasts.

Tolga Güldallı ve Deniz Beşer, Türkiye’de ki fanzin kültürünün gelişimini 1991-2021 arası dönemde Türkiye’de yayınlanmış bazı fanzinler üzerinden örnekler vererek anlatıyorlar.

Birce Kirkova’dan

Sizi bekleyen muhteşem etkinliklerle dolu bir festivale hazır mısınız?

Keşfedilecek yeni çizgi romanlar, söyleşiler, graffiti sanatçılarıyla sohbetler, sevdiğiniz karikatüristler…

22-24 Aralık, Müze Gazhane

Tüm detaylar ve

daha fazlası için takipte kalın!

bilgi için:

@istcaf

www.icaf.com.tr


Tunç ‘TURBO’ Dindaş -Exhibition- İSTANBUL

Brieflyart

Brieflyart’ta 4 Ekim – 12 Kasım 2022 tarihleri arasında küratörlüğünü Nilgün Yüksel’in yaptığı, Tunç “Turbo” Dindaş’ın “İstanbul” başlıklı sergisi yer alıyor.

Türkiye’de grafitinin ilk temsilcisi olan Turbo, bu sergisinde İstanbul’un altını üstüne getiriyor. Kenti, sadece toprağın üstündekilerle değil suyun altındakilerle de dillendiriyor.

Tunç “Turbo” Dindaş, İstanbul’un ikonografisini yarattığı ikonik karakterle yeniden açıklıyor. Kentin içinden ve dışından belirgin imgelerle ironiyi birleştirdiği yapıtlarında heteroptik bir dil kuruyor. Ayrıntılarla ilerleyen sonsuz figür dünyasında, alıştığımız görüntüleri kullanırken aniden aykırı olanla onları yerlerinden söküyor.

Tunç “Turbo” Dindaş’ın kentten, İstanbul’dan, Hip Hop’tan, geçmişin aklımıza kazınan imgelerinden, zamanın ruhundan beslenen yapıtları, duvarlardan inip bu kez kağıtlarda, ve farklı malzemelerde değişik baskı teknikleriyle yeniden hayat buluyor.

17. İstanbul Bienali’nin paralel etkinlikleri kapsamında da yer alan sergi, 4 Ekim 2022 saat 12:00.17:00 saatleri arasında yapılacak sanatçı performansıyla da izleyiciyi sokak sanatına bu kez içeriden bakmaya davet ediyor.

Tunç ‘Turbo’ Dindaş, CNN TÜRK, 1998 
Turbo ‘Skecth Book’ negatif
Istanbul Style ‘Black Book’ grafzine 98

“S2K Türkiye’nin ciddi anlamda ilk Grafiti grubudur. Bakırköy’den Rez ve Jemy tarafından kurulmuştur. İlk başlarda grubun adı ZBP – Zombie Boys Posse idi. Ama sonraki ‘P’ harfi yüzünden yaptığımız tag’ler filan ZB ‘Partisi‘ gibi anlamlara çekilip politik bir örgüt gibi görünüyordu. Biz de öyle bir isim bulalım ki bunu politik bir örgüt gibi algılamasınlar diye düşündük. İsmin içine sayı koymak fikri geldi aklımıza ve ‘Shot To Kill’ ismini bulduk, ve ‘To’yu sayı ile yani ‘2′ ile yazdık. Grubun kuruluşu 95-96’ya dayanır. Grupta Türkiye dışında zamanla Almanya ve İsviçre’den de üyeler oldu. Bazıları yakalandı, bazıları bıraktı. Şu anda sadece Türkiye’de ve Almanya’da üyelerimiz var.”

Turbo ‘Sketch Book’ 98
Statik grubunun 1999’da çıkan “Yeraltı Operasyonu” isimli toplamada yeralan parçası “Lanet Şehir İstanbul”un enstrümantal versiyonu.
Turbo^S2K, graff., 2009
Turbo, Meck, Bedae – İstanbul, 2013

“Bu işi hissederek yapan, kendileri için bir tutku haline getirmiş insanlar devam ederler, işte bu insanlar benim için önemli insanlardır ve saygı duyulacak insanlardır.”


Turbo ‘İstanbul’ sergi afişi – Brieflyart, 2022

In Brieflyart, Tunç “Turbo” Dindaş’s exhibition titled “Istanbul”, curated by Nilgün Yüksel, between October 4th and November 12th, 2022.

Turbo, the first representative of graffiti in Turkey, turns Istanbul upside down in this exhibition. He speaks of the city not only with what is above the ground, but also with what is under the water.

Tunç “Turbo” Dindaş re-explains the iconography of Istanbul with the iconic character he created. He establishes a heteroptic language in his works in which he combines irony with distinctive images from inside and outside the city. While using the images we are accustomed to in the endless figure world advancing with details, he suddenly rips them out with the contradictory one.

Turbo, Maslak, 2011
Tunç Dindaş ‘Digital Painting’ 2012

“People who do this work with feeling and have made it a passion for themselves continue are important people to me and they are people to be respected.”

Tunç “Turbo” Dindaş’s works, inspired by the city, Istanbul, Hip Hop, the images of the past that are engraved in our minds, and the spirit of the time, come down from the walls and come to life again, this time on paper and different materials, with different printing techniques.

The exhibition, which is also part of the parallel events of the 17th Istanbul Biennial, invites the audience to look at street art from the inside this time, with an artist performance to be held on October 4, 2022 between 12:00 and 17:00.

Icaf 2021

TURBO

brieflyart.com


São Paulo Pixação Underground Scene

Interview by Sergio Franco, Portrait and Photos by Choque Photos

I BECAME ACQUAINTED WITH PIXAÇAO DURING ADOLESCENCE DUE TO THE MANY PIXADORES IN MY NEIGHBORHOOD. I USED TO LIVE ON THE NORTH SIDE OF SAO PAULO, AND WHEN I STARTED GETTING CLOSE TO IT AROUND 2001 AND 2002 THE PIXAÇAO SCENE WAS PARTICULARLY STRONG THERE. I WAS ALWAYS IMPRESSED BY THEIR ORGANIZATION AND THEIR DARING ATTITUDE.

Choque Photos

INTERVIEW BY SERGIO FRANCO
PORTRAIT AND PHOTOS BY CHOQUE PHOTOS

Photography came long after that, by about 2006. I first came close to pixação by collect­ing the folhinhas (“leaflets,” the signatures they exchange among themselves) and ended up owning a whole collection of them. From the moment I got involved with photography I had an instant interest in capturing their actions and began studying this theme, because practically no material existed on the subject. Pixação in São Paulo isn’t new; it has been around for about 30 years but it hasn’t been studied thoroughly so I aim to pioneer material in the field of photography, because no one has ever photographed the pixadores in action. Society knows pixação on the walls, but the act itself, the backstage, no one has knowledge of because access is very restricted. It’s a tittle complicated being accepted among these guys. —Choque Photos

Sergio Franco: What elements do you consider make up pixação? How does pixação differ from graffiti, and what makes pixação different from other forms of intervention in the city?

Choque Photos: The aesthetical attitude, which broke away from the New York tag and graffiti sensibilities. São Paulo has created its own modality. For those who live outside São Paulo, it’s known as tag reto, “straight tag.” Pixação has also established a more strict relationship with the city’s architecture; it occupies the verticality of the urban landscape due to the great preponderance of buildings. For that matter, pixação occupies the space a lot more efficiently than any other form of street language. It has veiticalized itself as writing.

What I find impressive in pixacao is that it occupies every abandoned space, and not just the subway and trains as has occurred in NYC. You’re able to find pixação that has been there for 20 years through these abandoned spaces. Thus, they utilize space more efficiently, from the ground to the top. They’ll climb buildings and do the pixos on rappel. São Paulo is a giant calligraphy book: the pixadores will fill it in so nothing will be left blank. I believe that the spaces left blank in the city awaken in the pixadores the same feeling as a blank canvas to an artist. When the pixadores see these spaces, they’ll project in their minds how that place will look with their imprint on it.

Choque Photos, juxtapoz mag. 2009-07 pg.97
Choque Photos, juxtapoz mag. 2009-07 pg.98, 99

How is this search done for taking over the entire city with pixo interventions? What are the principles that move it? How do the pixadores mobilize themselves so that they will have an amplified circulation throughout the city?

There are three basic things that lead the guys to pixação; first is the social recognition; sec­ond is the entertainment and adrenaline; and third is the protest.

The vast majority of the kids are from the pe­riphery and what are their options for entertain­ment where they come from? A small soccer field, a bar in every corner, and a crack house. Those guys don’t have a lot of options; there isn’t a public policy of recreation aimed at this public. For this reason, pixação became a way of recreation for the periphery, or the outsiders; it’s the greatest option for these kids. Relating this to social knowledge, I would say that these guys, in their majority, have problems with their families. Parents are absent from their upbring­ing so they look for a second family in the streets. They refer to their pixo group as family. Since the guys don’t have recognition at home, they look for it in the street, and it’s the alterna­tive they find.

But such social acknowledgement is internal, because they are the only ones that understand the letters; the writings are so sophisticated that they are the only ones who can read them. To society it’s an indirect recognition, once it sees pixo as an aesthetic aggression against their bourgeoisie standards of beauty. They say that through their actions the bourgeoisie won’t be able to have the spotless white buildings as they wish. The guys are questioning the concept of private property with the act of pixação; they take the space symbolically, then. They are symbolically appropriating when they paint on the top of the building, making the building their own space.

Choque Photos, juxtapoz mag. 2009-07 pg.100

But what is the degree of protest in the manifestation?

It’s an indirect protest, not as it occurred during the dictatorship years. The pixação works as a symptom of a much larger social problem in São Paulo. It isn’t meant to be read or understood directly. It’s an aggression, not a form of communication for the society.

Pixação is a closed community and form of communication for the members of the manifestation, but it pops in the city as if it were a disease. When the guys are doing the pixo, destroying the city, they are digging out the insides of the city, all of its pressure cooker problems: drug traffic, criminality—everything helps create pixação. Each year the letters become more and more aggressive. From the beginnings of Pixação to today the letters became more illegible. There are letters that even the pixadores can’t read.

What’s your relationship with the people held responsible for the attacks to the University of Fine Arts, the Choque Cultural Gallery, and the Biennial of São Paulo?

I learned about it only a few hours beforehand; I don’t participate in the debates or confabulations to elaborate such attacks. I want to stand as an observer without interfering with their decisions, registering what I find relevant.

The matter of the Biennial is delicate because when the rumors about the attack were passed, Ana Paula Cohen, the curator, made a very polemical declaration, which was, “Those people from the periphery don’t know what they’ll find here.” Therefore it was seen as a comment charged with prejudice; it provoked the pixadores. Actually, the Biennial wanted the event to be occupied under the theme “in live contact” since they were searching for a public intervention and participation. But when the pixação came about—seen as the number one public enemy of this city—the Biennial couldn’t not react. If they let pixação be part of the Biennial they would be legitimizing the manifestation as art. But society isn’t prepared to receive pixação as legitimate art.

Choque Photos, juxtapoz mag. 2009-07 pg.102,103

Do you see the relevance of your work as construction of knowledge?

To speak of pixo as something unique is one of the key factors making pixação so interesting. It’s a marginalized form of urban language. Historically, it came out of people who didn’t possess a vast repertoire of knowledge.

The pressure cooker has exploded, and it’s the marginalized screaming, making themselves present in the entire city. You won’t see a single street of São Paulo that doesn’t have any pixação. It’s the entire city, and a city the size of a country; it’s 20 million people. It’s their city, but society hasn’t taken that into account yet. The pixadores already do the walls, roofs, and win­dows of the buildings; next thing you know they will be having breakfast with the property own­ers. Sometimes they will invade the apartments, do pixos everywhere and not steal a thing, only terrorize the psychology of the bourgeoisie.

PIXO: a film by João Wainer and Roberto T. Oliveira

THERE’S NO USE PUTTING A WALL UP;

THEY’LL DO AS THE RATS AND ENTER THROUGH THE CRACKS.

Knowing the procedures for subverting security systems in a society is valuable, isn’t it?

Certainly. The guys see each action as military tactic. They study, plan, and go for the action. It’s a matter of subverting the entire security system. In pixação, as in graffiti, it’s a matter of vandalism. They face it as a military mission because there’s a life at risk in the action. You have a goal and you may die on the way. Many guys have died. A kid falls and dies every month. I even stopped accompanying them.

Here in São Paulo, who reports this?

Last year I learned about five guys falling and dying. Many guys fall and no one even knows about it. Several have died, many permanently injured. I’m sure that each month one will fall. I’ve seen some data from the mayor’s office stating there are five thousand active pixa­dores in the city. Five thousand young people is a whole generation that’s abandoned on the streets. The guys are screaming out their existence every moment. They climb on top of buildings and no one gives them attention. It will come to a point where they will no longer be able to remain ignored.

Choque Photos, juxtapoz mag. 2009-07 pg.104,105

What does this knowledge of the procedures for subverting security systems show? What’s its utility?

It shows that everything is fragile. It reveals how we live under a false sense of security inside luxury condos. People pay exorbitant sums of money so they will have security guards,
vigilance cameras, and sophisticated locks. Along comes a kid, a bum, madness, and that kid can subvert everything with a screwdriver. Even if you try to stay behind the wall, they know how to break it. You aren’t completely safe in a city like São Paulo. So long as there are absurd social contrasts there will be no way of remaining safe. There’s no use putting a wall up; they’ll do as the rats and enter through the cracks.

When we discuss the graphic composition of pixação, we find plenty of sophistication.
The runes are the fruit of the first European alphabet; it’s very old calligraphy, probably over 12,000 years old. What’s interesting is that something so ancient came to surface in São Paulo, within a marginalized culture of people who didn’t possess any access to quality education that would offer such a reference. Society sees it as scribble, but it’s actually something quite sophisticated. And each pixação is unique. When the guys create their letters they seek originality, and still go head to head with other outdoor advertisements and graffiti, thus having to create something dramatically different. They need to stand out on the walls.

What have you got to say about graffiti photography today?

It’s much more like an aesthetical jerk off, which doesn’t contextualize with the city; it’s just a reproduction of the work. But there are photographers who stand out in the middle of it. The work of Martha Cooper and Henry Chalfant in the 1980s is also good, and they held the role of dispersing graffiti around the world. The history of any expression only reaches the world after it has official documentation.

Pixação in São Paulo grew independently and without any external reference because they didn’t have access to such material. There was no Internet, books didn’t arrive, and the films didn’t arrive, either. That’s why it grew apart from NYC. Only rock bands’ logos arrived. São Paulo has developed itself as if it were an island.

In Francois Chastenet’s book, Pixação: São Paulo Signature, I read that pixação is a trans­lation from the word “tag” in Portuguese. But it isn’t. It’s a movement that’s grown apart from all this. The term is Brazilian. And it’s the latest trend in the art world.

Choque Photos, juxtapoz mag. 2009-07 pg.106

My essay about the action of pixo took me two years. It was two years in the street, over­nighting and being in several critical situations, risking my life, running from bullets, and all the mishaps faced by pixadores. There were nights I couldn’t imagine coming back home.

Street art is the division in art history, because for the first time an entire generation of adoles­cents who have been forgotten and treated as outsiders have appropriated the city illegally to realize their work. On a global scale this has never happened before. The importance of pixação to São Paulo is equal to the import­ance of graffiti in NYC, and in my opinion, a much larger and more important phenomenon than anyone has yet to witness.

For more information about Choque Photos, contact Flickr.com/choquephotos.

Resource: Choque Photos, juxtapoz mag. 2009 #07


Istanbul Underground Scene Report: October 2021

SomonX, 2021 Feneryolu, İstanbul

“Gündelik hayatta devrim, şiirini, geçmişten değil gelecekten alabilir.”

-Sitüasyonist Enternasyonal

Yeni Bir Yolculuk İçin Çağrı!

Rafet Arslan

S.E.T. Bülten #01 – Aralık 2010

S.E.T. 21. yüzyılın yeni, güncel, yaşayan Gerçeküstücülüğünün yaratılması çabasının bir parçası olmak için yola çıkıyor.

S.E.T. Bülten, Sürrealist galaksiyi olanca genişliğince ele almaya çalışan bir çabadır. Sadece Sürrealist olan grup ya da sanatçıların yapıtları ile kendini sınırlamaz. Gerçeküstü ruh, düş, eylemle bağlantı kuran her üretime sayfalarını açar. Hareketin doğumunda etkili olmuş Romantizm, Dada gibi mecralarla, hareketin içinden doğmuş Sitü­asyonist Enternasyonal, Panik Hareketi gibi grupların deneyimlerini S.E.T doğal parçası sayar.

S.E.T’in güncel varlığı, geçmiş Sürrealist birikimi, geleneği asla yadsımaz. Fakat inkarcı olmayalım derken sürekli geçmişi tekrarlayan-yaşayan her türlü Ortodoks yaklaşımı da reddeder. Çünkü : ‘Gerçeküstücülük’, büyücülük gibi, korsanlık ve ütopya gibi yaratıcı hayal gücü işidir aynı zamanda. Tıpkı Brezilya makiliklerinin gururlu haydutları Cangaçeiro’lar gibi, Gerçeküstücüler de yenilik yapmaya mahkûmdur : Kutsal hatlar, eski yollar, bilindik geçitler düşmanın elindedir. Öyleyse onların yeni sahalar bulması ya da daha doğrusu kendi yollarını toprağın üzerinde kendilerinin çizmesi gerekiyor, çünkü “Yol yapanındır.” (Michael Löwy, Sabah Yıldızı)

S.E.T. insanlık tarihiyle yaşıt olan şiirsel bakışın, romantik devrimci reddiyenin, gizli ilimlere bağlılığın, ütopya özlemlerinin, Gnosis’e ul­aşma çabasının ve gündelik hayatı ele geçirme tasarısının parçasıdır.

S.E.T’in düş haritasının belli başlı koordinatları şunladır :

Otomatizm, potlaç, simya, iç-uzay.

1848, 1871, 1968, 2009 Atina : Barikat ilmi, Flaneur/ sürüklenme, Nag Hammadi kitaplığı, sanrı, paranoyak-kritik yöntem, zaman yolculukları, fetişizm, entropi, leziz ceset, erekte şiir.

Ütopya/ distopya/ heteretopya/ yeni Babil’ler.

Şiirsel terörizm, ham sanat, punk.

Hermetizm, rüyalar/ rüya dökümleri-paylaşımı.

Aşırma/ çalıntılama..

Hayali diller, siberpunk.

Psikanaliz/ anti-psikiyatri/ şizo-analiz.

Batınilik/ sufilik/ hetorodoksi.

Radikal politika, hack.

Karşıt kültür/ sualtı, önbilicilik, kolaj, frottage, gotik gelenek, simülasyon, psiko-coğrafi.

Happening, esrimeler/ sarhoşluğun gücü, rastlantılar/ olası rande­vular, şimdiki gelecek, ready made, arketipler/ mitler.

Cut-up/ fanzinler/ e-zine’ler, oyun felsefesi, bdsm, geçici otonom bölge, anti-sanat/ sabotaj sanatı/ kavramsal sanat/ mutant sanat, bilgi arkeolojileri, vahşet tiyatrosu, paralel evrenler, devletin ideolojik aygıtları, koleksiyoncu imgesi, delcolmania.

Atopos/ değersiz me­kanlar, yapıbozum.

Soru-yanıt oyunları, deneysel müzik, gerçeklik terörü.

Doxa/ epistomoloji/ praxis.

Modernizm/ karşı modernizm/ post-modernizm, sex-pol, graffiti.

Son kertede S.E.T., Charles Fourier’in deyişiyle tutkusal birliğe ulaşmak, tüm yaşamı bir şiire çevirme düşünün bir eridir.

S.E.T; liberterdir, akla karşıdır, sınır ihlalcisidir, nefes alan, yaşayan bir Gerçeküstücü hayalettir!


ICAF 2021 Festival Afişi

ICAF 2021

İLİŞKİSEL BÜTÜNLÜK

ve D.I.Y. KÜLTÜRÜ

Bu yıl beşincisi düzenlenen İstanbul Çizgiroman ve Sanat Festivali ICAF, olumsuz pandemi koşullarına rağmen son derece hareketli ve bereketli geçti, daha ziyade gençlik ve eğlence festivali havasında gerçekleşen ICAF’ın katılımcı sanatçılar, atölyeler ve bilgilendirici toplantı seanslarıyla içine daldığımızda son derece kapsamlı ve ciddi bir etkinlik olduğunu farkediyoruz. Çizgiroman severler, usta çizerlerle buluşuyor; yenilikçi sanatçılar, genç aktivistlerle geleceği tartışıyorlar…

İki gün boyunca devam eden etkinlik, gitgide dijitalleşen sentetik dünyaya meydan okurcası capcanlıydı; emeğiyle ve sanatıyla yaşayanların, şehrin en uçuk-kaçık yaratıcı potansiyellerin ilişkisel bütünlük pratiklerini deneyimlendiği yüksek tansiyonlu bir otonom bölgeydi aynı zamanda ICAF. Löpçük Fanzin olarak katılımcı sanatçıların bazılarıyla ufak bir mülakat gerçekleştirdim. 29 Ekim 2021


Zezeah ‘Frederik’ Kağıt üzerine mürekkep (2020)

BIG BABOLI PRINTHOUSE

Sérigraphie Atelier & Art-Shop

Zez Eah ve Moklich tarafından işletilen Big Baboli Printhouse yeni sezonda birbirinden enteresan baskı resim örnekleriyle hayatımıza renk katmaya devam ediyor, koleksiyonluk serigrafi afişler, bilimum Cyberpunk baskı-resim örnekleri, Heavy-Metal kültürünün incelikleri, t-shirtler, grafzin’ler ve tüm diğer gelişmeler için takipte kalmayı unutmayın.

“Bu seneki ICAF hem pandemi sonrası ilk kez olması, hem lokasyonu, hem de ücretsiz olmasından dolayı oldukça kalabalıktı.”

Zez merhaba, Şarküteri galeri’nin kapanması hepimizi çok üzdü, bir çok yaratıcı insanın etkinlikler vesilesiyle bir araya geldiği, kültür ürettiği bir buluşma noktasıydı; B.B.P. olarak yeni sezonda çalışmalarınıza nasıl yön verdiniz ?

Şarküteri’yi arkadaşımız Berk Kula’yla ortak olarak, atölyede hali hazırda işlerini bastığımız veya böyle bir alana ihtiyaç duyan tüm arkadaşlarımızın faydalanabileceği ortak bir alan olarak açmıştık. Bize bir çok şey öğretti daha önce böyle bir işin içine girmemiştik.

Ancak bizlerin de birer sanatçı olması ve kendi işlerimize düzgün bir şekilde devam edebilmemiz açısından Şarküteri Galeri dükkanın kapanması bizim için aslında bir açıdan avantaj oldu. Her ne kadar galeriyle ilgilenmekten büyük keyif ve mutluluk alıyor olsak da tekrar kendi alanımıza çekilip, acele etmeden iş üretmeye dönmekten memnunuz. Şarküteri içeriğinin büyük bir çoğunluğu zaten online dükkan’da yoluna devam ediyor. Umarız bu kısa sürede ilham verici bir macera yaşatabilmişizdir sanatseverlere.

ICAF’a daha evvel de katılmıştınız, bu seneki festivali nasıl değerlendiriyorsun?

Evet ! Festivalin yapılacağının kesinleşmesi sanırım epey geç oldu ve bizlere de son dakika haber geldi. Hiç hazır değildik ama bir hafta içinde üç kişi harıl harıl çalışarak hızlı bir şekilde masaya koyacak güzel bir şeyler çıkardık. Festivalin ücretsiz olmasından dolayı izleyici de oldukça çeşitliydi ve bu durum bizi de mutlu etti. Daha önce yollarımızın kesişmediği birçok kişiyle buluştuk. Bu seneki ICAF hem pandemi sonrası ilk kez olması, hem lokasyonu, hem de ücretsiz olmasından dolayı oldukça kalabalıktı.

Baboli Cru : Zez, Moklich, Bilinmeyen Sanatçı & Aylin the Razor ! Icaf hatırası (2021) İstanbul

“Girişimci gençlere

girişmelerini tavsiye ederiz.”

B.B.P. benzeri bir atölyenin daha verimli olabilmesi için nelere ihtiyacı var ?

Daha verimli olabilmemiz için doların, euro’nun daha normal seviyelerde olması gerek. Bu durum bizim malzeme alırken iki kez düşünmemizi sağlıyor, ayrıca yurtdışı ile daha sık temas halinde olmamıza en büyük engel. Kendimizi bir kafesin içinde ve güvensiz hissetmemize rağmen çalışmaya ve üretmeye aynı hevesle devam ediyoruz. Birlikte yaşadığımız diğer insanların da keyfinin, huzurunun yerinde olması hoş olurdu. Bunların sağlanması ve dengede olması büyüyebilmek, serpilebilmek adına epey önemli. 

Avrupa ile mukayese ettiğimizde üretim-tüketim ilişkileri açısından ne tip farklar dikkatinizi çekiyor, girişimci gençlere tavsiyelerin nelerdir ?

Avrupa’da poster sanatçılığı ve kültürü tabii ki buraya kıyasla çok daha eski ve köklü. Günümüzde posterler, popüler kültür ürünü haline gelmişler ve hem sanatçıların tavırları hem de izleyicinin tavrı değişmiş ve koleksiyon değeri taşır hale gelmiş. Amerika’da ve Avrupa’da sanatçıların popüler müzik grupları için yaptıkları serigrafi baskı posterlerin oldukça geniş ve sadık bir koleksiyoner kitlesi var. Sanatçı ile izleyicinin biraraya geldiği devasa fuarlar kuruluyor vb…

Türkiye’de maalesef benzer bir geçmişten bahsetmemiz mümkün değil. Bizler bir ucundan tutmuş olduk ancak bu birşeyleri değiştirmiş midir, arkadan birileri devamını getirir mi, getirilen şey el emeği ve ustalık geleneğini sürdürür mü bilemiyoruz. Girişimci gençlere girişmelerini tavsiye ederiz. 

Söyleşi için çok teşekkürler, çalışmalarınızda kolaylıklar ! Teşekkürler, sevgiler.

Zezeah ‘Nightmare’ Kağıt üzerine mürekkep (2020)

print house / editions


SomonX, 2021, İstanbul

Kitty Bitchy Duo : Gizem Yılmaz x Sabbi Senior (2021) İstanbul

KITTY BITCHY FANZINE

Istanbul based Queer ‘zine created by Gizem Yılmaz

Hüzün, melankoli, alaycılık, tüm çocuksu şeyler, tatlı ve bebeksi dudaklar, karşı çıkışlar, direniş ve düşüş, masumiyet, şiddet, yalnızlık, birliktelik, yoldaşlık ve arkadaşlık, biraz daha alaycılık ve kırmızı kahkahalar.

Gizem merhaba, seni tanımayan okurlar için kısaca kendinden ve Kitty Bitchy zine’dan bahsetmek ister misin, seni böyle bir queer fanzin hazırlamaya iten şey neydi ?

Merhabalar, bizi davet ettiğin için çok teşekkürler sevgili yoldaşım Erman!

Multidisipliner bir sanatçı, yeni bir İstanbulluyum. Birkaç yıl önce küçük bir şehirden, geleneksel bir aileden buraya geldim; kendi özgün yolunu bu uçsuz bucaksız yerde aramaya çalışmak, ilk bölüm maceramı başlattı. Kastettiğim ekonomik bağımsızlık denen mefhum, mezun olduğum bölüm olan mimarlıktan kadim duayenlerle savaş, meslek hayatından sistematik dışlanma, her yönden devam eden bir mahalle baskısı, İstanbul’un sonsuz gece hayatı, elit galeriler, gündüzleri ise iş hayatında emek veren bir sanatçı olarak özgün sesimi aramam, bunlar gibi türlü olaylar ve durumlarla çoğunlukla tek başıma olan mücadelemdir.

Bu zorlu yolda fikir alabileceğim pek bir insan olmaması, kaygı ve yalnızlık zamanla Kitty the Bitchy’nin temellerini attı zihnimde. Kendi hayat mücadelemi, Kitty the Bitchy’nin de sahip olmasını umduğum nitelikler belirdi. Hüzün, melankoli, alaycılık, tüm çocuksu şeyler, tatlı ve bebeksi dudaklar, karşı çıkışlar, direniş ve düşüş, masumiyet, şiddet, yalnızlık, birliktelik, yoldaşlık ve arkadaşlık, biraz daha alaycılık ve kırmızı kahkahalar. Kadınların ve queer’lerin yoldaşlığının, kader arkadaşlığının iyileştirici gücü. Böylece bir fanzin olarak başlayacak olan Kitty the Bitchy’nin yaratıcılık ve utanmaz sürtüklük temelinde bir komüne dönüşmesini hayal ettim. Tüm özgürlük girişimlerimizin damgalandığı bu coğrafyada, biz de damgalarımızı öpücükler ve gözlerimizde parıldayan alevlerle şahlandırıp daha da özgürleşmeye ve ilham vermeye çabalıyoruz. Sabbi uzun süredir yanıp sönen ışıklarla dolu bu uzun yolda bir Güneş gibi açtı. Artık iki kişilik dev bir kadroyuz.

Kendi kurtuluşumu yaratıcılıkta ve sanatta buldum, masalda olduğu gibi. Bunun iyileştirici gücüne sonsuz inanıyorum.

‘Kırmızı Ayakkabılar’ alt başlığıyla ilk sayınızı Clarrissa Estés’den ilhamla neşrettğinizi dile getiriyorsun, genç bir sanatçı olarak yaşadığımız coğrafya açısından bu eserin bu düzeyde yoğun bir ilgi uyandırmasını neye bağlıyorsun?

Öncelikle kısaca neden ilk sayıda Estes’in Kırmızı Aykkabılar masalı ve psikoanalizini temel aldığımdan bahsedeyim. Bu masalda yazar “Cehennemin içinden geçen kırmızı ayakkabılarla o çılgın dansı yapmış olan kadınlar”dan bahsediyor analizde. Kendi yaratıcı yolunu bulmaya çalışırken yaşanan kayıplar, inanışlar aldanışlar, el yapımı ayakkabılar ve hazır parlak deri ayakkabılarla anlatılıyor. Kendi kurtuluşumu yaratıcılıkta ve sanatta buldum, masalda olduğu gibi. Bunun iyileştirici gücüne sonsuz inanıyorum. Bu yüzden ilk sayıda bir kaybediş ve buluş, yeniden kaybediş, bir düşüş ve dirilişle giriş yapmak istedim. Bu yoldan geçen kadınların, queer’lerin yolunu aydınlatması için bir başucu masalı olsun istedim ilk sayının. Benim için olduğu gibi; canavarlarla savaştan sonra yorgun bir gün sonunda, yalnız olmadığımızı hatırlatan bir resimli masal.

Bu yoğun ilgiyi gösterenler, Kurtlarla Koşan Kadınlar’ı okuyanlar, kendilerini ve üzerlerindeki yoğun toplumsal baskıyı, acılarını anlayabiliyorlar, kendilerini anlaşılmış hissediyorlar. Acıların, yetersizliğin, tatminsizliğin sebebini hep kendilerinden kaynaklı, içerden olduğunu da biliyorlar; bunun sebebinin ise dışarda olduğunu ve nasıl da bağlanıp zincirlerle, kuşatıldıklarını görebiliyorlar, bunları nasıl kırabileceklerini de. Dışardan, yani toplumdan gelen tüm baskı, yıkıcı sinyaller yaşadığımız toplumun her katmanına sinmiş, sarıp sarmalanmış; ama biz de her yerdeyiz, en beklenmedik yerlerde, evlerde, sokaklarda…

Dülgerz : Rüyalar ve Karabasanlar (2021) İstanbul

Dikkat !

Sevgi, Yaratıcılık ve Dostluk var !

Müzikle de uğraşıyorsun, neler yapıyorsun anlatmak ister misin?

Grubumuz İlk Zamanlar’da sahnelemesi ve üretmesi daha çok deneysel ve doğaçlama diyebileceğimiz, biraz da performans sanatına kayan işler ortaya çıkarıyoruz. Dülgerz çoğunlukla elektronik yapıyı şekillendiriyor, ben de şarkı sözü yazarlığı ve vokaldeyim, aranjede birlikteyiz. Genre’ların, tarzların ve akılların içinde değil, dışında kıyısında kenarında gezmeyi seviyoruz.

Tüm uğraştığım yaratıcı faaliyetler, dijital ve analog görseller, videolar, fanzinler ve müzikler hikaye anlatıcılığından besleniyor. Müzikle yaptığım da, bazen kadim bir masalı bir çocuğun beceriksizliği ile anlatmak, bazen bir rüyayı uykuyla geveleyerek, ya da bir kavgayı bağırarak, bazen dikkatle kelimeleri sıralayarak, zaman zaman da anlamsızlığın aklın sınırlarında mırıldanma ve haykırmalarla dolu şeyler üretmek. Çok tozlu bir anıdan, bildiğimiz bir şiirden beslenen, birbirimizden ya da yalnız izlenimlerimizden doğan.

Harika gerçekten, peki ya yerli-yabancı okuduğun, tavsiye edeceğin fanzinler, yayınlar var mı, varsa nelerdir?

Fanzin dünyasında pek yeniyim, o yüzden şu sıralar çok keyif aldığım grafik romanlardan birkaç örnek versem daha iyi. Jimmy the Smartest Kid On Earth aklımı başımdan aldı. Getrude Stein’ın Dünya Yuvarlıktır’ı illüstrasyonları ve kuraldışı diliyle çok tatlı, Tek Ruh okuma deneyimi çok başka bir çizgi roman. Onun dışında queer teori ve mimarlığa dair okumalar yapıyorum, ilgilenen özelden ulaşabilir….

Bir çok genç fanzinlerle uğraşıyor, bütün bu çabanın ata-erkil, kapitalist sisteme karşı bir direniş pratiği geliştirdiğini düşünüyor musun?

Fanzin fikir üretimi ve sonuç aşamalarının bütünü olarak bir karşı çıkış ve direniş, sınır aşımı eylemi. Kendi işlerini, kurumsal bir onay olmadan ilgilenenlerle buluşturma tutkusu, kapitalist yayıncılığı alaya almak, sürekli yarım kalmış, mükemmel karşıtı, karalama defteri, deney tüpü misali doğasıyla. Kendi biricik sesine güvenmeyi öğrenmenin bir yolu. Kendi onayını kendi veren, yaratıcısı, işçisi, dağıtımcısı, tanıtımcısı, her şeyi olmayı deneyen cesur çocukların oyunu. Gazı benzini kendinden, beyhude bir hobi diyenleri kesebilecek türden asi çocukların sesi.

Rüyalar ve Karabasanlar : Dülgerz ve Kitty Bitchy Gizem (2021) İstanbul

Şu an üzerinde çalıştığın herhangi bir şeyler var mı, Kitty Bitchy zine’ın yeni sayısı ne zaman okurla buluşacak?

İlk Zamanlar’ın dijital ortamdaki ilk albümü, kendi bağımsız görsel işlerim ve Kitty the Bitchy aynı anda yürüttüğüm projeler. Sabbi ile Kitty the Bitch’nin bir komün olarak yaratabileceği tüm olanaklar üzerine çalışıyoruz şu an. Dediğim gibi, fanzin sadece başlangıçtı. Bu direnişi, utanmaz tavrı, ataerkiye ve normlara dil çıkarış eylemlerimizi; performans ve video sanatlarını da kapsayacak şekilde genişletecek ve dijital platformlar aracılığıyla sürtük kedilere ulaştıracak bir yapı kuruyoruz. Çok yakında sizlerle olacak, gelecek sayıların haberlerine de buralardan (benim ve Sabbi’nin instagram sayfalarından ve Kitty the Bitchy’nin kendi sayfasından) ulaşabilirsiniz.

Söyleşiye katıldığın için çok teşekkürler Gizem, eklemek istediğin bir şeyler varsa lütfen buyur.

Davetin için tekrar teşekkür ederim, sayenizde Yeraltı bir miktar ışık görüyor. Karanlık ortamlarda kendi ışığını bulanlara selam olsun !

For exculissive stories through all visual stuffs, architecture, sound, space and time.

> pink panzer


Türkiye’de Fanzin Kültürü | Tolga Güldallı – Deniz Beşer @ İstanbul Comics & Art Festival 2021

Rash, 2021 İstanbul

“The revolution of everyday life cannot draw its poetry from the past, but only from the future.”

Situationist International

Call For a New Journey !

Rafet Arslan

S.E.T. (Surrealist Action Turkiye) is starting out to be part of the attempt to create the new, contemporary and living Surrealism of 21st century.

S.E.T. Bulletin is an attempt to embrace the surrealist galaxy with all its immensity. It does not limit itself just by surrealist groups’ and artists’ works. S.E.T. Bulletin is open to every production related to surreal spirit, to dream and to action.The group considered the experiences of the movements such as Romantism and Dada that have inspired the Surrealism, along with the groups like Situation­ist International-Panic Movement which has born from it, to be a natural part of S.E.T

Contemporary existence of S.E.T. does not ignore the surrealist accumulation and tradition at all. But it refuses every orthodox ap­proach that reproduces the past constantly. Because : ‘Surrealism’, like hermeticism, sorcery, piracy, and Utopia, is above all a matter of creative imagination. Like the cangaceiros, the noble bandits of the Brazilian woods, the Surrealists are doomed to in­novate, invent, and explore. The old ways, the paved roads, and the beaten paths are in the hands of the enemy. New ways must be found “The wanderer makes the path.” Michael Löwy/ Morning Star (2009)

S.E.T. is part of a poetic vision which is as old as mankind, of a romantic revolutionary denial,
of a dream of Utopia, of a fidelity to occultism, of an attempt to reach the Gnosis and of an intention of invading the everyday life.

Main coordinates of dream map of S.E.T : Automatism, potlach, alchemy, innerspace.

1848, 1871, 1968, 2009 Athens : Barricade wisdom, flaneur/ derive, Nag Hammadi library, delusion, para­noiac-critic method, time travels.

Fetichism, entrophy, cadavre exquis, erect poetry.

Utopia/ distopia/ heterotopia/ new Babels, poetic terrorism, art brut, perversion, cyberpunk.

Hermetism, dreams/ documentation and sharing of dreams, plagiarism/ de-tournement.

Imaginary languages, cyberpunk.

Psychoanalysis/ anti-psychiaty/ schizo-analysis, Heretism/sufism/heterodoxy.

Radical politics, hack, anticulture/ underwater, precognition, col­lage, frottage, gothic tradition, simulation, psycho-geography.

Happening, trances/ power of drunkenness, coincidences/ possible appointments, future of now, readymade, archetypes/ mythes, cut-up/ fanzine/ e-zine.

Philosophy of game, bdsm, temporary autonomous zone, anti-art/ art sabotage/ conceptual art/ mutant art, epistemological archeology, theatre de la cruaute/ theatre of cruelty, paralel universes, ideological state apparatuses, collector image.

Delcolmania, atopos/ worthless places, deconstruction.

Question and answer games, experimantal music, reality terror, doxa/ epistomology/ praxis.

Modernism/ anti-modernism/ postmod­ernism, sex-pol, graffiti.

Once and for all, the S.E.T. Bulletin is a soldier of the dream of achieving a passionate union as Charles Fourier argues and of the dream of transforming all life into poetry !

S.E.T. is libertarian, is against the reason, trespasses the borders.

S.E.T. is a breathing and living Surrealist Phantom !

Rafet Arslan (Translated by Michelle)

December 2010


Suadiye, İstanbul, 2020

Andre Breton, 1924

Çeviri: Kaya Özsezgin

Hayatahayatın en kırılgan unsuruna –yani, gerçek hayata– olan inanç o kadar kuvvetlidir ki, sonunda kaybolup gider. İnsan dediğimiz bu iflah olmaz hayalperest, yazgısından duyduğu hoşnutsuzluk gün be gün arttıkça, kullanmaya sevk edildiği nesnelere değer atfetmekte zorluk çeker; o nesneler ki, ya umursamazlığı yolunun üzerine çıkarmıştır onları, veya kendi çabasıyla –neredeyse her zaman sadece kendi çabasıyla– kazanmıştır, çünkü çalışmayı kabullenmiş, en azından şansını (daha doğrusu şans addettiğini!) denemeyi reddetmemiştir. Bu noktada büyük bir tevazu hisseder: Hangi kadınlara sahip olmuştur, hangi aptalca serüvenlere bulaşmıştır, bilir; zenginliği ya da yoksulluğu onun için artık hiçbir şey ifade etmez. Bu açıdan, yeni doğmuş çocuktan farksızdır. Vicdan rahatlığına gelince, itiraf edeyim onsuz da gayet iyi idare eder. Şayet onda bir nebze zihin açıklığı kalmışsa, tek yapabildiği çocukluğuna dönmek olur ve akıl hocalarıyla eğitmenlerinin onca eğip bükmesine rağmen yine de çocukluğu ona hoş gelir. Bilinen tüm kısıtlamaların yokluğunda, aynı anda sürdürülmüş birkaç yaşamın perspektifini edinir orada. Bu yanılsama kök salar içinde; artık her şeyi anlık olarak, olabilecek en basit haliyle görmekten başka bir şey istemez. Çocuklar her güne dertsiz tasasız başlarlar. Her şey emirlerine amadedir, en berbat maddi koşullar bile iyidir. Orman ister karanlık olsun ister aydınlık, fark etmez, nasılsa uyumak yoktur.

Ama şu da bir gerçek ki, kimse o kadar uzağa gitmeye kalkmaz, mesele sadece uzaklık değildir. Tehditler ardı ardına gelir; pes edilir, fethedilecek toprakların bir bölümünden vazgeçilir. Sınır tanımayan hayal gücü, böylece keyfî bir fayda ilkesine katı biçimde uymaya zorlanır; bu aşağı rolü uzun süre kabullenemeyince de, insanı, yirmili yaşlarındayken sönük yazgısıyla baş başa bırakarak çekip gider.

Sonraları insan, yaşama sebeplerini giderek yitirmekte olduğunu hissedip, âşık olmak gibi istisnai bir duruma yaklaşmaktan bile aciz hale geldiğini görünce, ucundan kıyısından toparlanmaya çalışsa da başaramaz. Çünkü bundan böyle ruhen ve bedenen sürekli dikkatini talep eden pratik bir zorunluluğun hükmü altına girmiştir. Artık davranışları enginliği, fikirleri büyüklüğü ıskalayacaktır. Gerçek veya hayalî olayları, zihninde ancak, benzer olaylar yığınıyla ilişkileri çerçevesinde canlandırabilecektir – kendisinin dahil olmadığı, ıskalanmış olaylarla. Demek istediğim: Bu olayları, sonuçları diğerlerinden daha güven verici olan başka bir olayla ilişkili olarak değerlendirecektir. Bu durumda da, onlarda hiçbir surette selametini göremeyecektir.

Sevgili hayal gücü, en çok sevdiğim yanın affetmemendir.


Gökhan Gençay ‘Benim Kanım’

“Bazen kelimeler gerçekten o güce sahip olur,

ve kalbinize saplanabilir.

O zaman bunu başka türlü tarif edemezsiniz,

olduğu gibi söylemeniz gerekir.”


Bostancı – Haydarpaşa hattı, 2019-2021 Graff. Scene Report
DSK, 2020, İstanbul
TUR Crew, Casio x Pars^DSK – Tricky, 2021, Yeni Suadiye Köprü, İstanbul
Suadiye, 2021, İstanbul
Brake, 2021, İstanbul
Bilinmeyen Sanatçı, 2020, İstanbul
Bilinmeyen Sanatçı, 2020, İstanbul
Murys, Suadiye, 2020, İstanbul
SomonX, 2020, İstanbul
Kerem Ardahan, 2021, İstanbul
Suadiye, İstanbul

“İnsanlık Ölmedi,

Sokaklarda Yaşıyor!”

Criminals, 2017, Caddebostan, İstanbul
Rob Colour, 2017, Suadiye, İstanbul
WK, 2020, Suadiye, İstanbul
DenDen, 2019, Suadiye, İstanbul
DenDen ‘Pick Your Player’ 2020, İstanbul
Ying Yank x Rash, 2021, Suadiye, İstanbul
Suadiye 2021, İstanbul
Rash 2020, Suadiye, İstanbul
Suadiye 2021, İstanbul
K0R ‘3ADAS’ 2021, İstanbul

Skate or Die !

ATEŞLİ BİR FOTOROMAN:

SKATE OR DIE !!

Illegal rampa çalışmaları : Berk ve Berke ikilisi iş başında
Çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor
Kaykaycılar hazır !
Kıyasıya rekabet başlamak üzere
SKATE
OR
DIE !!
HALAY OR DIE !
Anlayamazsınız !

SomonX, 2021 Feneryolu, İstanbul

Senin oyunun da sıkıntıdan doğmuştu, kentteki gidişata karşı çıkma amacını taşımıyordu, ne gece sokağa çıkma yasağına, ne duvarlara afiş asmaya ya da yazı yazmaya konan hain yasaklamalara, hiçbirine. Sen renkli tebeşirlerle çizmekten keyif alıyordun, o kadar (graffiti sözcüğünü sevmezdin, o sanat eleştirmeni tınısını), bir de ara sıra gelip çizilenlere bakmaktan, hele işler yolundaysa, belediye kamyonunun gelişini, işçilerin karalamaları silerken savurdukları desteksiz küfürleri izlemekten hoşlanıyordun. Çizimlerin siyasal bir içerik taşımaması umurlarında değildi, yasak her şeyi kapsıyordu, çocuğun BİR EV YA DA BİR KÖPEK çizme yürekliliğini gösterse, onun çizdikleri de övgüler ve gözdağları arasında silinecekti. Kentte yaşayanlar, korkunun kimden yana olduğunu pek kestiremiyorlardı artık; senin kişisel korkunun üstesinden gelmen, karalamalar için en uygun zamanı ve yeri çoğu kere yanılmadan saptaman buna bağlıydı belki.

Hiçbir keresinde tehlikeyi göze alman gerekmedi, çünkü yerinde bir seçme yapmayı biliyordun ve temizlik kamyonları gelene kadar, o süre içinde, tertemiz bir boşluğu andıran bir şey açılıyordu önünde, umuda bile yer tanıyan bir boşluk. Uzaktan kendi çizimine bakarken, yoldan geçenlerin de ona kaçamak bir bakış attıklarını görüyordun, kimse, tam önünde durmuyordu tabii, ama bakmadan geçen yoktu, bazen iki renkle soyut bir düzenleme, bir kuşun yandan görünüşü ya ela birbirine sıkı sıkı sarılmış iki beden. Bir keresinde kara tebeşirle şöyle yazmıştın duvara:

BENİM DE İÇİM YANIYOR

İki saat bile kalmadı yerinde, aynı gün polisler elleriyle yazını yok ettiler. Sonraları yalnızca çizimlerle sürdürdün. Seninkinin yanı başında bir başkasının çizimi belirdiğinde, nerdeyse korkuya kapılmıştın, ansızın tehlike iki kata çıkmıştı, demek senin gibi biri, tutuklanmanın, belki de daha beter bir felâketin eşiğindeyken, birazcık eğlenmekten kendini alamamıştı ve o kişi -sanki daha önemsizmiş gibi- kadındı. Bunu kendine kanıtlayamadın, ama apaçık tanıtlardan çok farklı, daha açıklayıcı bir şey vardı : Özel bir çizgi, sıcak renklere düşkünlük, bir buğu. Kim bilir, belki de sokaklarda tek başına yürüdüğünden denge yaratmak için yapmıştın bu yakıştırmayı; o kadını beğeniyordun, onun adına korkuyordun, nasılsa arkası gelmez diye umutlanıyordun, ama bir keresinde, senin çiziminin yanıbaşına çizdiklerini gördüğünde az kalsın paçayı kurtaramayacaktın, içinden bir kahkaha atmak geldi, polisleri kör ya da budala yerine koyup orada dikilmek.

Bostancı, 2021, İstanbul

Bir gece onun tek başına duran bir çizimini gördün; kırmızı-mavi tebeşirle bir garaj kapısına çizmişti, kurtların kemirdiği tahtadan ve çivilerden yararlanmıştı. Her zamankinden daha çok oydu -çizgileriyle, renkleriyle-, aynı zamanda bir sesleniş, bir soru gibi geldi sana, bir çağrı gibi. Gün ağarırken döndün, devriyelerin sessiz (temizlik harekâtı hızını yitirdiğinde, ve kapının geri kalan bölümde yelkenleri, dalgakıranlarıyla, bir deniz görünümü çizdin şipşak; yakından bakmayan biri rastgele biri çizgi oyunu sanabilirdi, ama o nasıl bakacağını bilecekti nasılsa. O gece, iki polisin elinden dar kurtuldun, odanda bardak bardak cin içerek onunla konuştun, aklına her geleni söyledin ona, sesle yapılmış başka bir çizim gibi yelkenleriyle BAŞKA BİR LİMAN, onu esmer, suskun bir kadın olarak getirdin gözlerinin önüne, ona dudak ve meme yakıştırdın, birazcık aşık oldun.

Julio Cortâzar, ‘Graffiti’

Çok eski bir derginin arkasında bulunan el yazması

İleten : Cemal Akyüz


Kaan Bilaloğlu, 2021 Feneryolu, İstanbul
Graffiti in Istanbul | Is there still passion for Street Art? (Turkish/English Version)
Kaan Bilaloğlu, 2019, Fenerbahçe sahil, İstanbul
Rash, 2020, Suadiye, İstanbul
Rash, 2019, Suadiye, İstanbul
Alper Aga^No Fame Underground – Neso^DSK, Rash^DSK – Rakun, 2020, İstanbul
Brake, Kaan & Murys, 2019, Suadiye, İstanbul
Murys, 2019, Suadiye, İstanbul
Murys, 2019, Suadiye, İstanbul
Welcome 2 Bostancı Underground, 2020, İstanbul
Detay : SomonX, 2020, Yakamoz sk., Suadiye, İstanbul
Max, 2019, Suadiye, İstanbul

Adventure Continues…

Don’t forget to check for previous chapters:

ISTANBUL UXGX SCENE REPORT PART 2:

ISTANBUL UXGX SCENE REPORT PART 1:


İstanbul Sokaklarında Bir Yalnız Kurt: JİRA

JiRA, Suadiye, İstanbul (2019)
JiRA iş başında

Sokakta boyamak, bu dev şehrin içinde bana bir yerim olduğunu fark ettirdi. Her şeyden bağımsız, sadece benim olan, kendimi istediğim gibi ifade edebileceğim bir yer. Zamanla insanları, bakışlarını daha az önemser oldum ve gittikçe özgürleştim.

Jira merhaba, seni tanımayan okuyucular için kendinden bahsetmek ister misin? Ne zamandır sanatla uğraşıyorsun, şu ana kadar ne tip işler yaptın?

JİRA: Merhabalar ben Jira, aklım yettiğinden beri kendimi yetiştiriyorum. Öğrenmeye, anlamaya, öğrendiklerimi paylaşmaya çalışıyorum genel olarak. Dillerle uzun zamandır alakalıyım, okulunu bitirmeme çok az kaldı. Herkes gibi çocukluğumdan beri resim yapıyorum yada ellerimle bir şeyler üretiyorum. Sanat olarak nitelendirilebilir mi hiç düşünmedim. Ürettiğim şeyler bana ait olan bir dünyanın içinde var olan şeyler gibi geliyor. Bazen sokağa çıkıyor bazen odasına kapanıyor bu dünya.

Birkaç senedir yılbaşlarında kartpostal yapıyorum, kendim için gelenekselleştirmeye çalıştığım bir şey oldu, annemin biriktirmesi hoşuma gidiyor. Onun dışında sticker‘lar bastırıyorum yolum Copy Center’a düşünce. Galiba insanların karşılaşabileceği işlerimin büyük kısmı sokakta. Ama çoğu insanın haberdar olmadığı benim de hala keşfetmeye devam ettiğim kağıtlar, kumaşlar oyuncuklar ve çeşitli eşyalarla ürettiğim başka odacıklar da var.

Pandemide handpoke dövme yapmayı öğrendim. İnsan derisi üstüne boyamak garip hissettirdi açıkçası, kanatabilmek, derinin içine bir şey yerleştirmek. Kendi topuğuma dövme yaparken, iğneyi her saplayışımda bir spell okumaya odaklandım ve bittiğinde böylesi daha iyi hissettirdi. O zamandan beri ‘dilekli’ yapıyorum. En yakın arkadaşıma kötü rüyalardan koruması niyetiyle bir göz yapmıştım mesela.

JiRA ‘Sad Yeehaw’ İstanbul

Seni daha çok sokaklara işlediğin sade ve renkli figürlerle tanıyoruz, ne zamandır grafitiyle uğraşıyorsun, senin için sokakta olmanın anlamı nedir?

Üç yıl önce spreyle tanışmıştım, o zamandan beri zaman zaman kızlar yapıyorum bazen de süslü Jira yazıyorum.

Grafitiyle tanışmam Paris’te geçirdiğim kısa sürede yaşandı, duvarlara bu gözle bakmayı orada öğrendim. Sonra İstanbul’a döndüğümde tekrar büyük şehirde yaşamak, üst üste hayatlar ve kalabalık sokaklar beni kötü hissettirdi. Yolda yürürken dikkatimi dağıtmak için duvarlara bakmaya başladım, çoğu writer‘la bu dönemde işlerini incelerken tanışmıştım.

O zamanlar Rakunun grotesk adamları çok dikkatimi çekiyordu ki kendisiyle tanıştık. O zamandan beri ondan çok şey öğreniyorum, boyalarını ve fikirlerini her zaman benimle paylaşır, ona buradan kalpler. Bir çok şey öğrendiğim başka arkadaşların da oldu, bazıları grafitiyi bırakmamı bile söylediler.

JiRA, Grafiti – İstanbul
JiRA: Train Bombing
JiRA: Train Bombing
GESk, RUKUS & JiRA
JiRA’dan mesaj: ‘Keep Going!’

“Kullandığımız/ maruz kaldığımız dilin algımız üzerindeki etkisini yok sayamayız, o yüzden grafitiye erkek uğraşı derken herkesten bir kez daha düşünmesini rica ederim.”

Sokakta boyamak, bu dev şehrin içinde bana bir yerim olduğunu fark ettirdi. Her şeyden bağımsız, sadece benim olan, kendimi istediğim gibi ifade edebileceğim bir yer. Zamanla insanları ve bakışlarını daha az önemser oldum ve gittikçe özgürleştim.

Ne tip insanlar asabını bozuyor?

Kaba saba insanlar keyfimi kaçırıyor. Sokakta insanlar oldukça kaba ama ben kibar kalmaya çalışıyorum.

Daha çok erkek uğraşısı olarak bildiğimiz grafitiye kadınların ilgisini nasıl değerlendirirsin?

Erkek uğraşısı olarak bakılması, öyle nitelendirilmesi ve bunun genel olarak kabul görmesi durumu pek hoşuma gitmiyor. Bunu bize söyleyen/ söyleten yine eril dilin kendisiymiş gibi geliyor. Kullandığımız/ maruz kaldığımız dilin algımız üzerindeki etkisini yok sayamayız, o yüzden grafitiye erkek uğraşı derken herkesten bir kez daha düşünmesini rica ederim.

İlk boyamaya başladığımdan beri takip ettiğim Lady K. hem kendi duruşu hem de graffiti stili olarak baya ilgimi çekiyor. Paris’te Kadına Şiddet Protestoları‘nda aktivistlerle ortak yaptıkları çalışmalar ona olan saygımı daha da arttırdı. Sassynin stilini de kendime yakın buluyorum. Son zamanlarda keşfettiğim Lauren Ys, Caratoes ve Hera’nın murallarını de inceliyorum.

Türkiye’de aktif boyayanlardan İstanbul’da Oslo ve Rhea, İzmir’de Riot Girl Attack beni oldukça heyecanlandırıyorlar. Özellikle Riot Girl Attack sadece kadınlardan oluşması bakımından Türkiye’de bana kalırsa parmakla gösterilecek bir grup.

JiRA’dan çatık kaşlı bir figür

Jira’yla birlikte İstanbul’da yeni kadın grafiticiler görecek miyiz, Jira’nın feminist devrimci bir yönü olduğunu düşünüyor musun?

O yönlerimle henüz tanışmadım sanırım, ben daha çok kadın graffiti sanatçısı kategorisinde anılmanın şaşkınlığını yaşıyorum. Ben kadın Jira’dan bağımsız, sadece Jira olduğum için anılayım isterim. Bu sıfat beraberinde bir sürü başka düşünce baloncuğu getiriyor, ben o baloncuklarla ilişkilendirilmek istemiyorum. Bununla birlikte kadın grafiticiler eminim görürüz hep birlikte, böylece kadınlığın altının çizilmesine gerek kalmaz.

Bunlar haricinde son zamanlarda sokakta çok sık gördüğümüz 6284 ile alakalı işler kesinlikle görünürlüğü ve farkındalığı arttırdı. Emeği geçen herkesin ellerine, kalbine sağlık. Uygun projelerde kadın dayanışmasının sokaktaki yansıması içinde yer almak, destek vermek her zaman çok isterim.

Jira ‘Phantasy’ fanzin
Jira ‘Awareness’ fanzin

Geçtiğimiz aylarda Whydah Gally ‘37,5’ karma sergisinde yer aldın, sergiye ve yayımladığınız fanzinlere ilişkin bir şeyler söylemek ister misin?

Sergiyi düzenleyen, içinde yer alan sanatçıların bazıları sokaktan arkadaşımdı, diğerleriyle tanışmış olduk, süreç olarak başından sonuna orada olmak bana çok şey kattı. Uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımı görmek bu pandemi sürecinde ilaç gibi geldi. Evde oturup küçük çemberimizle sağlıklı kalıyoruz ama insanın sosyal bir canlı olduğunu düşünürsek çoğumuzun kendini çeşitli şekillerde gerçekleştirebilmesi için başkasına ihtiyacı var. Yani kısacası sergiler uzak kaldığım taraflarımı hatırlattı, tekrar dengelendim, bir ay kocaman bir yıl gibi dolu geçti. Sergiler başka yerlerde başka şekillerde devam eder mi bilmiyorum ama hepimizin elinde fanzinler kalmış oldu bu zamanlardan.

Fanzin yapmak fikri bir zarfın içinde uzun zamandır aklımdaydı, bu kadar arkadaşımla ve büyük writer’larla birlikte böyle bir süreç için çalışırken zarf kendiliğinden açıldı. Serginin bir parçası olarak doğmuş olsa da bizim, Oslo, Max ve benim için üzerine düşünüp oynayabileceğimiz özgür bir alan açılmış oldu.

İlk fanzinin fikri çıktıktan sonra planının oluşması, işlerin toplanıp düzenlenmesi ve baskının alınması tam 5 gün içinde olmuştu. İkincisi için de durum çok farklı değildi, istenen/ toplanan iş sayısı daha fazla olduğu için işlerin karıştığı noktalar da oldu. Tüm bu aceleden çıkıp ne yaptık diye baktığımızda elimizdeki kitapçık önemli bir arşiv olmuş oldu.

Bıyıkof ‘Awareness’ fanzin
‘Awareness’ fanzin‘den Ketum x Mutaf

İlk iki sayıda sergiye dahil olan, olmayan sokaktan insanlardan işler toplayıp, bazı kelimelerle birlikte yerleştirdik. Kelime seçkisi için kaynak olarak Psikoloji Terimleri Sözlüğü‘nü kullanmıştık. Sadece tanımlanmış olan kelimeler ve çizimlerin yan yana durmalarından dolayı birbiriyle bağlantılı olması ve aynı zamanda aralarında bu yerleştirme dışında hiçbir bağın olmaması, bu aradaki gıcık boşluk beni çok heyecanlandırıyor açıkçası.

Fanzinin ismine henüz karar vermemiş olsak da, graffiti fanzini kimliğinde bir sonraki sayıda mercek altına alacağımız kelimelerin temasını “Lubunca Sözlük” olarak belirledik. Sokakta doğmuş bir dil olarak, sürekli akan/ değişen yapısıyla birçoğumuzun öğreneceği şeyler olduğuna eminim.

Önceden tanımlanmış kelimeleri kullanmak yerine bu defa dili günlük hayatında kullanan, yeniden tanımlayabilecek LGBTİQA+cemiyetinden arkadaşlarımızla oluşturacağımız mini bir arşiv hayal ediyoruz. Sadece kelime olarak kısıtlamadan kültürü gözlemleyebileceğimiz anlardan; sahnelerden, yürüyüşlerden, fotoğraflar, yazılar, her türlü paylaşıma kalbimden açık bir davet şimdiden yapmış olayım. Sevgilerle.

Yalnız kurt JiRA

Sanatçının çalışmalarına göz atmak isteyenler:

LONE WOLF JiRA


BONUS :

intro : Catfight magazine #0 April 2005
Catfight magazine, April 2005

Catfight is a dope all female graffiti magazine based out of The Netherlands. All of their issues are available in downloadable PDF form, so check it out :


Istanbul Underground Scene Report: Eylül/ October (2020)

Rash, Suadiye – İstanbul (2019)

İçinde yaşadığımız kültürel iklim ve evrimsel süreç, sibernetik ve bilişim teknolojilerinin zehriyle baş döndürücü bir biçimde hızlanmış ve insani tüm değerlerden ve ihtiyaçlarımızdan açıkça kopmuş bir şekilde bocalamaktadır. Sözün çürüdüğü, insanın (yaşamın ve canlılığın) metalaştığı, tüm ifade biçimlerinin gerçeklikle temaslarını yitirip, kendi kendisinin parodisine indirgendiği günümüzde, sosyal hayatın tüm alanlarında yapıcı bir altüst oluşa gereksinim var ve bu altüst oluş bizim sanatımızdır.

Boğulmakta olan bir gençliğin tepkisi olarak yeni bir çağın müjdecisi. Sanatımız devrimci bir sanattır; geçmişin idealleriyle uyuşmaz, yeniliğin peşindedir. Aynı zamanda karşılaştığı direnç ölçüsünde güçlü bir yaşam iradesinin de ifadesidir ve yeni bir toplum kurma mücadelesinde öncü bir çığlıktır.

Burjuva pisliği, hayatın her alanına nüfuz etmiş durumda, hatta medyatik örgütlenmenin kodamanları bizlere sanat sunma küstahlığında bile bulunuyorlar. Ama bu sanat artık hiçbir işe yaramayacak kadar bayat; kaldırım taşları ve sokaklardaki grafitiler, insanın kendini ifade etmek için dünyaya geldiğini açıkça gösteriyor; artık bizleri pasif birer izleyici, ya da sosyal medya maymunu kalıbına sokarak bu ilk dirimsel gereksinimizi karşılamaktan alıkoyan medyatik iktidara karşı mücadelemiz başlamıştır.

Bizlere dayatılan boğucu kültürün taraftarları ile karşıtları arasındaki antagonizmanın temeli işte burada sanatta yatar. Yerleşik anlamsızlık ve yalıtılmışlığı besleyen muhafazakâr toplumun (ve sanatın) krizi ancak alternatif yaşama biçimlerinin deneyimiyle, böyle bir deneyime yönelik girişimlerle aşılabilir. Bir resim, sadece renkler ve çizgilerden meydana gelen bir kompozisyon değil, aynı zamanda titreşen bir Canlılık, bir Geceyarısı, bir İnsan, bir Şimşektir.

Devrimci sanatçılar, müdahale çağrısında bulunanlar ve gösteriyi bozmak, onu yok etmek için müdahele etmiş olanlardır. Sanat, artık hiç bir şey ifade etmediği bu körelmiş, aciz ve boğucu atmosferin ardından, her şey demek olduğu yaşayan, canlı bir döneme adım atmak zorundadır.

Yaşasın Sokaklar!
Yaşasın Sokağın Sınır Tanımaz Çağrışım Gücü

Erman Akçay, Eylül 2020
East-Kadıköy Graphic Resistance


WiCX, Suadiye, İstanbul 2019

The Boundless Reflective
Power of Art

Now the cultural evolution, poisoned by the cybernetics and information tech, has been accelerated ad nauseam, and is wasting its energy explicitly out of any touch with human values and needs. Where the word has rotten, where human (and life, sentient) life has been reduced to mere consumer goods, where all modes of expression has been put out of touch with the reality, reduced to their own parodies, what we need is a constructive upheaval in all sectors of social life. This very upheaval is our art.

It is both the reaction of a youth being suffocated, and the herald of a new age. Our art is revolutionary, it does not come to terms with the ideals of the past, it hounds the new. It is the expression of a will to live that is as powerful as the resistance it encounters and a pioneering scream in the struggle to build a new society.

The bourgeois excrement penetrated into all aspects of life and the tyrants of media organisations even dare to offer us art. Their offerings are useless and stale beyond recognition. What shows us that we, as humans, are born to express ourselves, are the pavements and the graffities on the streets; thus starts our war against the mediatic powerholders, who turn us into passive viewers or social media apes, preventing us from satisfying this very biological urge to express and create.

The antagonism between the hooligans of this suffocating culture that is imposed on us and those who resist it finds its foundation here. This crisis of  the conservative society (and its art) that nourished this established meaninglessness and isolation, can only be transcended via the experience of alternative modes of living, via attempts at such experiences. A painting is not only a composition made up of colours and lines, but also life itself Vibrating, it is Midnight, a Human Being, a Lightning.

Revolutionary artists, those who call for resistance, are those who dared to interrupt, to spoil this spectacle, to devastate it. Art should step out of this strangulating atmosphere where it means nothing, into a new, alive epoch, where it will mean everything.

Viva La Graphic Revolution !
Viva La Boundless Reflective Power of Art !

Erman Akçay, September, 2020
East-Kadıköy Graphic Resistance


Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: img_2936.jpg
Big Baboli Şarküteri : Retina Decadence group exhibition – İstanbul (2020)
Zez Eah ve Moklich sergiyi hazırlarken – İstanbul (2020)
Emre Orhun ‘La Nuit’ 2014
Memo Köseman ‘Black Hole Head’, ‘Triskelion Garden’ 2015
Burak Dak ‘Submarine’ 2016
Daniel Cantrell ‘comic strips’ 2015
Jurictus ‘French Steel’ 2015
Caroline Sury ‘Poisson Ferré’, ‘Chignon Choc Nerf’ 2015
Retina Decadence vflyer by Sazalamuth a.k.a Dave2000
Boris Pramatorov ‘Fear, My Friend’ 2015

The Heart of Rock’n Roll
Beats in This Gallery

Big Baboli Şarküteri

Not long ago, around three or four years, I met Zezeah and his husband Moklich, at their workshop in Kızıltoprak. They showed me the examples of the prints they made, mostly silk-screen posters produced for music groups with a collection value. Then came the Krüw events and exhibitions where the original works of young talents were displayed and were quick to bring a strong dynamism to our contemporary graphic / illustration world. These handcrafted paintings brought us together with the most color­ful and exciting examples of Illustration Art. Those works of many different styles and artists were literally fascinating.

Apart from the drawings produced in a commercial context, this young generation of artists, who adopt “illustration” or “illustrative works” as a serious discipline and style, display quite different and original works from those of the previous generations, which were published in old humor magazines or on our classical comic-novels. The­re is a better understanding with the works they produce. On these younger artists it is possible to approach all the traces of the computer and cybernetic age : alienation, rootless cosmopolitanism, madness and perversion, which gained momentum after the beginning of the new millennium. There is a huge cultural pool of psychedelic rock pos­ters, underground comics, graffiti and manga culture, computer-generated graphics and all kinds of cyberpunk interactions.

Opening its doors last winter, Big Baboli Şarküteri also hosts different events such as movie screenings and artist talks. We interviewed Zezeah, the favorite name of the team, during the epidemic days, for those who give value to art in an age where the human is defined with its shadow.

Hello Zezeah, since we are in the “epidemic days”, we are spending days under quarantine, it looks like Na­palm Death record covers; to what extent did this affect the art market, how did this situation affects you as a gallery owner?

ZEZEAH: Hi Erman, thank you very much on my behalf for asking our state first. It is understandable that art lovers and collectors restrict luxury expenses apart from their individual needs in this pessimistic period. The same is true for us; We say “Health first!”. Apart from that, online exhibitions, conversations etc. we are not enthusiastic about these areas as we do not like virtual events.

Last winter, Big Baboli Şarküteri met with art lovers; you hosted many di­fferent events from group exhibitions to movie screenings, displaying big names such as Hakan Günday, Emre Orhun, Miron Zownir. How did the transition from artist to gallery owner show affect you?

ZEZEAH: Yes, we had the opportu­nity to exhibit and share the works of the artists whose work we have been following with enthusiasm for years. This was a calendar of events, mostly made up of our friends and close circle. As you may say, I am not a gallery owner, I can­not claim that I am very experien­ced in art direction, marketing and exhibitions, but for about ten years we have been running our own Big Baboli Print House art print works­hop with the pseudonyms Moklich and Zezeah, and we produce and sell our own works. In the spring of 2019, we joined forces with our friend Berk Kula to make a common dream come true and we took steps together to open the Şarküteri. We wanted to create a different concept by combining Berk‘s contributions and our expe­riences and possibilities. As an artist, we nourished the Şarküteri with our creative environment. We have a cu­rious audience that trusts our since­rity and supports the new generation of artists as much as they can; and thanks to them we have created a truly independent structure that does not need the support of any brand or company.

The Şarküteri prioritizes the artists in terms of commission, the second priority is the ability of the gallery to stand on its own feet and to keep the platforms such as advertising, pho­tography and online sales, which are necessary for the artists to present their works better. We are a small crew that does all this with self-sacri­fice. Despite all this, this building has been greeted with enthusiasm by people and we hope we can already be an exemplary venue.

You started organizing open studio days with artists.

ZEZEAH: Together with the days of Open Studio, we created a presen­tation for collectors to better observe and understand the stages through which a poster they purchased from Şarküteri is printed and why the pie­ce they have is so valuable. Our first studio experience was realized with curious participants who wanted to meet the artist and who already had little knowledge about screen prin­ting. We hope we can reach a more enthusiastic and excited audience that has no idea about the subject in the upcoming studio days.

You create groundbreaking works in the field of graphics and illus­tration both as an atelier and as a gallery, we also see many quality publications on the shelves, you also combine artists’ drawings with cool clothing styles.

ZEZEAH: The idea in our mind for a limited number of products was that people could reach their favorite ar­tists at every price scale, so we pro­duced a limited number of by-pro­ducts such as stickers, t-shirts and pins for the artists we worked with. Şarküteri undertook the entire cost, so we diversified the product scales of the artists and filled our catalog with many different options such as original work, limited edition, pain­ting, fanzine, sticker, pin, tshirt. Limit-editon compromises have been given to artists and collectors for all these products; This is also a guarantee that unlimited profits will not be made through their arts, so every product purchased from our ga­llery carries a collection value. We are pleased that the preference is mostly for silkscreen prints and stickers, be­cause the popularity of original pieces is always a great motivation for artists.

Thank you very much for the inter­view Zeynep, If you have something to add, please.

ZEZEAH: Many greetings to all our friends who have been with us until to­day with their support, contribution and cooperation; Hope to see you at new events as soon as possible, goodbye for now.

Zeynep a.k.a. Zezeah, April 2020
for more info and details:

Big Baboli Printhouse


Tetsunori Tawaraya, 2015

Evolution of Consciousness

The ways of seeing and perception in Art are various and imply vast imaginativeness and hallucination of humankind as well as reality. All opens its door to creativity, freedom, soul and mind etc. under society until Universe’s expansion become universal under minor and major entities and identities. Therefore I would say herein Retina Decadence Exhibition which is curated by Erman Akçay gathering international and Turkish artists all around world to take public attention differently on one of those vision of our times called Graphic Art. It is enigmatic, bizzare, sluggish, histeric and evilsake mixed in all and more under(upper)world which underlines/ minds/ pins the artificial being of human soul, its bizzare, absurd and discordant existance and sub-concious inbetween pain and passion meanwhile trying to find an exit through its striving illumination. This is what we should expect and except as well as include and tolarate and finally put into our mosaic of art-world in İstanbul or elsewhere in World to broaden our view of conciousness as implied by ist name Decadence is on continue in this World now and then Retina observes it by narrow and wide blinked mind and eye side from dark to light and from light to dark but in the end openness is everything in Contemporary World and its ArtRetina Decadence keeps this secret to whisper your perception by its sickness inside to be healed asif in effect of dark hole after Big-Bang occured out of scattered scene of existance.

Erkut Tokman, October 2020, İstanbul


Burak Şentürk ‘Woman’ & ‘Pan’ 2016
Zez Eah ve Moklich sergiyi hazırlarken – İstanbul (2020)
Zez Eah ve Moklich sergiyi hazırlarken – İstanbul (2020)
Zigendemonic x Daniel Cantrell, 2017
Valfret Aspératus, 2015
Anne Van der Linden ‘Nostalgie’, ‘Navigation’ 2017
Zigendemonic ‘Dessin composition’ 2020
Dave de Mille ‘Dessin composition’ 2010-15
Daisuke Ichiba ‘Untitled’ 2012
Sam Rictus ‘Hypsignatus’ 2020
Bahadır Baruter ‘Ruhaltı’ 2001
Elif Varol Ergen ‘Theriantropy’, Memento Mori’ 2020
Miron Milic ‘dessin’ 2020
Daniel Azélie ‘dessin’ 2020
Erkut Terliksiz ‘desen kompozisyon’ 2010-15
Roman Shcherbakov a.k.a Dasetatoo, dessin 2020
Pakito Bolino ‘dessin’ 2020
Zavka Zavka ‘Bomb Girl’ comic strips 2020
Big Baboli Şarküteri : Retina Decadence group exhibition – İstanbul (2020)
Humans Fly production ‘Cactus Boy’ animation movie (06:46) / 2016

Yakamoz sok. 2<2 TN:44 (2019) İstanbul
Jira, Suadiye, İstanbul (2019)
Rukus & Rakun, Suadiye – İstanbul (2019)
Hose, Suadiye – İstanbul (2019)
Brake, Suadiye – İstanbul (2019)
Rust, Suadiye – İstanbul (2019)
SOB^Hash Crew, Suadiye, İstanbul (2019)
Pes, Suadiye, İstanbul (2019)
Dank, Suadiye – İstanbul (2019)
Mad, Suadiye – İstanbul (2019)

‘B-boy ve turntable’ı

almaz ki o Beyin !’

Suadiye, İstanbul 2019
Mr. Hube, Suadiye – İstanbul 2018
Rash, Suadiye – İstanbul (2019)
Murys, Suadiye – İstanbul 2019
Karanlık Fısıltı : RHO & Rakun, Yakamoz sok. 2<2 TN:44 (2019) İstanbul
CiNS, S0MON, ASBEStOS, Suadiye – İstanbul 2019
CiNS X S0MON, Suadiye – İstanbul 2019
CiNS X S0MON, Suadiye – İstanbul 2019
ASBEStOS, Suadiye, İstanbul 2019
Suadiye, İstanbul 2019
Suadiye, İstanbul 2019
KMR, Suadiye, İstanbul 2019
TABONe, Suadiye, İstanbul 2019

Meriç the Pro. teftişte (2019)

Kütük Fanzine

on the Road !

Düz duvara tırmananların dergisi Kütük fanzin, dördüncü sayısı için yola çıktı, Arno Suna tarafından hazırlanan yayın, Kadir Küçük, Orhan Kiraz, Tollie Tolga, Tessa Fox gibi İstanbul sokaklarının en tehlikeli kaykaycılarından fotoğraf ve hikayelere yer veriyor, ayrıca KK‘den çizimler ve Arno‘dan editöryal espiriler de fanzine farklı bir hava katmış. İlk üç sayısı A5 renkli formatta hazırlanan derginin eski-yeni sayıları için erişim adresi : Arno Suna, kutukfanzin @ gmail.com / kutukfanzin


Yağız Eryılmaz
Egzantrik kişilik Çağatay’dan bir Frontside Smith
kk
Kadir Küçük’den bir BS Wallkickbox
kutuk_01
Kütük #01’den : Kadir Küçük
Okan Şen
Okan Şen (2019)
Adem Ustaoğlu, Başakşehir – İstanbul
KK’den Mesaj: Go Faster !

Istanbul based skate punk ‘zine Kütük‘s new issue is out now ! Editing by Arno Suna w/ cool artworx and photos by Kadir Kiraz. Dont forget to ask 4 yer copy : kutukfanzin @ gmail.com

Stay tuned for new issues !!

arnography


Wick, Hasanpaşa Underground – İstanbul 2020
Esk Reyn, Hasanpaşa Underground – İstanbul 2020
Esk Reyn, Hasanpaşa Underground – İstanbul 2020
Canavar, Hasanpaşa Underground – İstanbul 2020
Rekkolaa, Hasanpaşa Underground – İstanbul 2020
Max, Hasanpaşa Underground – İstanbul 2020
Hasanpaşa Underground – İstanbul 2020

‘Hatasız Kunst Olmaz!’
Doğal İkona-Kırıcılar Olarak Sokak Sanatçıları

Ferhat Kamil Satıcı, 2010

“İçinde yaşadığımız çağa ya imge enflasyonu yaşanan bir çağ olarak bakmak ya da bir adım daha ileri gitmek ve “imgesiz bir çağ” olarak yaklaşmak gerekir.” *

İmgeyi yaratan onun varlıksal olarak anlam oluşturmasını sağlayan kültürde, dilde yer alan ideolojik ortaklıkla imge bombardımanı çağında her şey iç içe geçmiş ve kopyalama teknikleri ve çoğaltma ile anlam yitimine uğramıştır. Bu da modern yaşam içindeki bireyleri sürekli şimdi içinde yaşamalarını ve geçmiş ile gelecekten kopartan şizofrenik bir unutuş olan afazi rahatsızlığına iter. Belleksizlik temel ideoloji halini alır. Çünkü hafızada tutulması gereken her şey sistem tarafından tutulmaktadır. Bizlere ise sunulan anlamları koşulsuz kabullenip uyum sağlamak kalır. Bu geçici fakat etkili fantazya dünyasında karşı tarafa geçmek ve sınırları aşmak gereksizdir. Gerekli olan her şey size sunulur. Bu, meta fetişizminin motive ettiği ve bir arada tuttuğu bu sistem tam olarak bir simülasyon dünyasıdır. Bu dünyanın ikonları ise gösteri dünyasının pop yıldızları, futbolcular, modeller, vb.dir. Eğer bir entelektüel ya da bir toplumsal hareketin önderi iseniz de gösteri dünyasının ikonlaştırma sistemi içinde yerinizi alırsınız.

Bizanslılar ikonayı varlıksal bir problemin yansıması olarak görmüşler, ruhani olanın varlığının doğal bir yansıması olarak algılamışlardır.

Gerek bu dünyada gerekse ötesinde iki ayrı mekana sahip olan ikona, Kendini çürütmekten, kendi çöküşünü imlemekten kendini gizlemekten asla sakınmayan bir aşkınlıktır.

İkona kendi çöküşünü göze alabildiği için görünmeyenin gösterenidir.

Bu şekilde ikona’nın maddesel varlığının ortaya koyduğu ruhani tarafın parçası yada kendisi olma iddiası, ikonanın aynı zamanda bu çok taraflı varoluşunu da tehlikeye sokar. Burada resmin temsil problemi, resim olarak ikona’yı yalancı durumuna sokabilmekte dinsel bir konuyu imleyen kutsanmış maddesinin iffetini kaybetmesine yol açmaktadır. İkona “İçinde saklı bütün olasılıkları barındıracağı ve gözü görünenin zincirlerinden kurtaracağı yerde onu yerçekimi kurallarına mahkum eder” Hem kendisi ile bir olan hemde olmayan ikona aynı zamanda kendini bu varlıksal ortaya koyuşla inandırıcılığını da ikona kırıcılara göre yitirmektedir. İnandırıcılığını yitirmiş sistem inancın yok olduğu bir boşluk sunar.

Gerçek ile kurgu arasındaki bu muğlak ilişki Bizanslıların kiliselerde o dönemlerde okuma yazması olmayan halka Hristiyanlık dinini anlatma işlevi olan ikonaları kırma ve kaldırma anlamına gelen ikonaklasm döneminin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu gün İstanbuldaki Aya İrini Kilisesindeki devasa Haç’ın soyut simgesel anlamı daha çok bu dönemin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

İkon’un kendi varlıksal durumu, temsil etme-etmeme arasında gidip gelen ikircikli doğası onun ve sanatın gerçekle kurgu arasında duran temsil problemini oluşturur. Bu problem görünen ve söylenen ilişkisini ortaya koyar. “Görünen ve okunan her şey göründüğünde susar, okunduğunda saklanır” sözünden de anlaşılacağı üzere resmin ve yazı’nın doğasındaki bu durum ikona’nın ve gösteri objesinin varoluş problemi ile örtüşür.

Oysa günümüzün ikonları da bir metanın parçası olarak bu ruhani yapıyı içermez, kendi maddi varlığı dışında sunabileceği bir şeyi yoktur. Gösterinin içinde yer alan her şey metaya dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Bu varlıksal problemi aşmanın yolu gündelik yaşamlarımızı kuşatan ikonları bir işlemden geçirmek olabilir. Eğer ikon kendi çöküşünü ya da anlam yitimini kendi içinde barındırırsa yönlendiriciliğini kaybeder.

Sahrayıcedit Catacomb Creature: CiNS ,İstanbul (2007)

Bu bağlamda günümüzün görsel enflasyonu içinde kendi varlığını arayan writer ve grafiti sanatçısı bir tür varolan baskın sistemi yerinden etme sayılabilecek müdahalesini çağın görsel imgelerine ve mekanına yönelterek kendi bireysel ve aynı zamanda potansiyel anonim ve kolektif ruhuna yer açarken çağın baskın yaşama biçimlerinin temsilleri olan ikonların, anlamını bozan, yer değiştiren, ya da görünmeyen yüzünü ortaya çıkaran, bir deneyim geliştirmektedirler.

* Zeynep Sayın ‘İmgenin Pornografisi’ Metis yayın evi s.8


Şevket Akıncı & Anıl Çelik feat. Burcu Eken ‘Şehir Ölü’ müzik-şiir, 2020

Istanbul Underground Graffiti Scene Report (2005-15)

canavar_profil
Canavar 2015, Kadıköy

‘Sanat elitist duvarlarını yıkıyor, kendine yeni bir ortak mekân belirliyor. Mekânın bu yeni kurgusu sokak üzerine temelleniyor. Sanat ile sokak kavramlarını bir araya getiren ve geleneksel algılanışı elimine eden sokak sanatı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de özellikle gençler arasında yankı buluyor.’


“Graffiti bir mücadele şeklidir”

CANAVAR

Canavar merhaba, seni Rad, Cins gibi grafiticilerle yaptığın çalışmalardan biliyoruz. En son Muralist kapsamında devasa bir iş yaptınız. Bizlere biraz kendinden bahseder misin?

Bir çok tekniği ve yöntemi denemeye çalışıyorum. Önemsediğim şey yaptığım işin içeriği. Anlamaya, kavramaya ve anlatmaya çalışıyorum. Sanayi bölgesinde doğup büyümüş olmam, meslek lisesi okumam; şimdi ise İstanbul’da yaşıyor olmam, bana dünyada dönen düzeni yakından görmemi sağladı. Ufak bir maket gibi. Bir tarafta gündüzü gecesine karışmış üç kuruş için çalışan insanlar, öte yanda sahte bir zenginliğin peşinde koşturan insanlar. Samimi olmak, gülmek ve yaşamak zor. Ayakta durmaya çalışıyorum.

Ne zamandan beri graffitiyle uğraşıyorsun?

Aşağı yukarı 10 sene oluyor.

Daha çok nerelerde çalışıyorsun?

Son zamanlarda ağırlıklı olarak Kadıköy ve çevresine işler yapıyorum.

canavr (3)
Canavar & Turbo – İstanbul (2015)

Grafitinin şehri kirlettiğine yönelik gelen eleştiriler için bir şey söylemek ister misin?

Evet, kesinlikle grafiti kirletiyor, keşke grafitiler olmasa. Şirketlerin reklam tabelaları, parti afişleri, gökdelenler, büyük evler, pahalı arabalar daha iyi görünse; daha iyi parlasalar da insanlar daha çok arzulasa. Sokakta yürürken, işe giderken bir grafitiyle karşılaşıp insanların kafası karışmasın sakın !! Sürekli iktidar hayalleriyle yükselme peşinde koşsunlar. Grafiti bir mücadele şeklidir. Evet, grafiti bazılarına göre sanatsal bir estetik değil ama bir durup düşünseler, estetiği düşünücek halimiz mi var !?

Devasa boyutlarda işlenmiş görüntü panelleri kimi zaman çok da sempatik gelmiyor.

Eminim benim yaptıklarım hiç bir şekilde sempatik gelmiyordur. Fakat büyük yapmak işin zaman ve konumuyla alakalı. Bu duruma göre işin rengi, duruşu, hissiyatı değiştiği gibi boyutun değişikliği de önemli, yani ne anlatmak istediğinizle alakalı bir durum.

Grafitiyi çevre planlamanın bir parçası olarak mı görüyorsun yoksa egosantrik bir tavır mı?

İkisiyle de alakası yok. Bir mücadele şekli olarak görüyorum. Bazen de benim için bir paylaşma aracı oluyor.

Bilhassa Muralist gibi geniş ölçekli projelerin gerçekleştiği İstanbul’da grafiti sence nedir?

Grafitinin dünyada popüler bir yanı var. İstanbul’da da bu böyle. Burada gördüğüm, kişisel reklam aracı haline geldiği, üzerinden prim yapıldığı ve içinin boşaltıldığı. Önceden grafitiydi şimdi adını koyamadığım birşey haline geldi. Bir şeyin para kazanma amacıyla yapılması o şeyin ruhunu kirletiyor. Günümüz tüketim hızını da unutmamalı. Bir ürüne dönüşmek, bir süre sonra yok olmak demektir. Muralist gibi projeler güzel adımlar. Daha güzel adımlar için bu topraklarda yaşayan sanatçılara daha fazla omuz vermek gerek.

İnsanlık ailesi olarak nereye gittiğimiz belli değil. Bu karmaşanın içinde verdiğimiz mücadelenin sonunda umarım güzel günler görmek nasip olur.


canavr (13)
Canavar, Kadıköy (2015)
kadıköy
Adekan, Ares Badsector, Canavar – Kadıköy (2015)

Sokak sanatı aktivistleri bu gençler sokakları tuval misali kullanırken kamusal olanı manipüle etmeleriyle vandalist öğeleri de sokak sanatının içine dâhil ediyor. Duvarlar, direkler, reklam panoları, toplu taşıma araçları ve durakları, metro istasyonları gibi underground olarak nitelendirebileceğimiz uygulama alanlarına graffiti’lerle, stencil’lerle, sticker’larla yaratıcı müdahaleler de bulunuyor. Sokaklara attıkları tag’lerle de zamansal varoluşları kısa bir süreliğine kayıt altına alınıyor. Kısa bir süreliğine çünkü çoğu zaman kamunun doğrudan etkisiyle silinmeye mahkûm oluyor. Kamusal olana vurgu, bu sanatın icrasını illegal bir zemine taşıyor ve sokak sanatı aktivistlerini ortak bir söylemde buluşturuyor “Yakalanmak yok, iz bırakmak var”. Hiçbir sanat eylemi yasalar tarafından suç kabul edilmiyor. Tabii Sokak Sanatı eylemleri hariç… Zaten Sokak Sanatı’nın cilvesini de bu oluşturuyor.

Hemen her gün sokaklarda karşılaştığımız bu izler, görsel ve düşünsel yönden takipçilerinin üzerinde etki bombardımanında bulunuyor. Estetik vurguyu ön plana çıkaran ya da mesaj ağırlıklı politik söylemleri bünyesinde barındıran Sokak Sanatı, bireysel ya da grup faaliyeti olarak tarihe eklemleniyor. Bu eklenimler artık bir sokak sanatı tarihinin oluşturulmasını zorunlu kılıyor.

Özgen Yıldırım (Sosyolog– Sanat Yazarı)


Ares
Ares Badsector, Kadıköy (2015)
kadıköy temmuz 2015
Ares Badsector, Kadıköy (2015)

‘Yaptığım işleri ve temasını belirleyen şeyler; içinde bulunduğumuz yakın çevre üzerine gözlemlerim, çalışma alanının koşulları ve kaybettiğimiz güzel insanlar. Gözlem gündemimde ne varsa bir sonraki çalışmaya ilham veren konu o oluyor. Benim için mantıklı olan işi zihnen tasarladıktan sonra duvara yerleştirmeye çalışmak.’

‘Istanbul based muralist Ares Badsector is working on a huge wall. Ares’ murals as mostly painted using monochrome colors as they let him render the work in the way he pictured it in his mind.’


Somon, Suadiye (2019)

Somon X ile Grafiti Üzerine

Ağustos 2017

Somon merhaba, söyleşi için teşekkürler. Seni daha çok sokaklara yaptığın grafitilerle tanıyoruz. Bizlere biraz kendinden ve sanatından bahsetmek ister misin?

Merhabalar. Lowbrow, Pop Art, grafiti ve çizgi roman estetiğinin yanı sıra çeşitli tasarım prensiplerinden de faydalanarak dijital ve geleneksel tekniklerde pek çok iş üretmekteyim. Gerek sokakta, gerek diğer alanlarda yaptığım işlerde, yaşadığımız çağdaş dünyaya paralel distopik başka bir dünyanın yerlilerini esprili bir üslupla yansıtmaya çalışıyorum. Kimi zaman bu dünyadan bazı hikayeleri, kimi zaman bu dünyanın içerisindeki bazı duyguları resmediyorum.

Daha çok nerelerde, kimlerle çalışıyorsun?

Elimden geldiğince tek bir bölgeye saplanmadan her yerde boyuyorum. Cihangir, Kadıköy, Erenköy gibi semtlerde işlerimle daha sık karşılaşabilirsiniz. Bölge ve duvar konusunda değişiklik olabiliyor, kompozisyon uğruna gözüme kestirdiğim en uygun duvar neredeyse o gece oradayım, aynı şekilde boyadığım kişiler de plana, programa göre değişiklik gösterebiliyor.

somon (38)
Rakun vS Somon, Suadiye (2019)

Rakun ile birlikte yaptığınız işlerden bahsetmek ister misin?

Rakun ile aynı mahalleden ve aynı üniversiteden arkadaşız. Kendisi hem yakın arkadaşım, hem de beni grafitiye teşvik eden kişidir. Düşüncelerimiz ve izlediğimiz yollar benzer olduğundan gerek sokaktaki işlerimizde gerek diğer projelerimizde birbirimizden sık sık fikir alıyoruz ve bu fikir alışverişi ortaya çıkan işe de yansıyor. Güzel sonuçlar elde ediyoruz. Her ne kadar tarzlarımız birbirinden kopuk görünse de estetik kaygılarımız ortak. Beraber yaptığımız çalışmalarda bu açıkça görülebilir.

Grafiti ortaya koyabileceği yeni bir fikir veya estetik olmadığı müddetçe anlamsız geliyor bana. İşin sokakta olması için az çok bilinçli bir sebebin olması gerektiğini düşünüyorum. Eğer söyleyecek, gösterecek önemli bir şeyin yoksa eline sprey boya almanın da pek bir anlamı olmuyor. Kaldı ki grafiti, alt türleri ve geçmişiyle koca bir kültür, sanatçılar da kendi vizyonlarını, duygularını ve düşüncelerini katabilir. Grafiti tarihinde sanatçıların şehirler boyunca süren izleri, günümüze kadar böylesine çeşitli bir manzara yaratmış olmaları neyin grafiti olup neyin olmadığını, iyi ve vasatın ne olduğunu izleyiciye bırakıyor.

Bu aralar neler yapıyorsun?

Kafamda daha çok ham bir halde yavaş yavaş şekillenen bir fotozine projesi var. Önceki işlerime nazaran daha kişisel ve deneysel bir çalışma. Asıl fikir, sokak sanatının ve basılı mecranın imkanlarını sonuna kadar kullanarak neler yapılabilir, bunu öğrenmek. Şu aralar ilk adımlarındayım, henüz paylaşabileceğim pek bir ayrıntı yok maalesef. Zaten üretim sürecine süpriz bir şekilde izleyicileri de katmayı düşünüyorum.

somon small
Somon, Suadiye (2019)

01_eskryne
Esk Reyn, Suadiye (2019)
01_kaan
Kaan Bilaloğlu, Suadiye (2019)
01_omeria
Omeria, Kadıköy (2018)

Dérive* Teorisi

Guy Debord

Türkçesi : Merve Darende

En temel Sitüasyonist uygulamalardan biri, çeşitli ortamlar arasındaki hızlı bir geçiş tekniği olan, dérive’dir [“sapma”]. Dérivelar oyunbaz-yapıcı bir tavır ve psikocoğrafik etkilerin farkındalığını içerir ve dolayısıyla klasik yolculuk ya da gezinti kavramlarından epey farklıdır.

Bir dérive’da bir veya daha fazla insan belli bir süre boyunca, ilişkilerini, çalışmalarını, boş zaman aktivitelerini, tüm olağan hareket ve eylem güdülerini bırakırlar ve kendilerini bölgenin çekiciliğine ve orada vardıkları karşılaşmalara bırakırlar. Bu etkinlikte şans insanların düşündüğünden daha önemsiz bir unsurdur: bir dérive bakış açısından şehirlerin belli bölgelere girişin ya da çıkışın şiddetli bir şekilde önüne geçen sabit akımlara, değişmez noktalara ve vortekslere sahip psikocoğrafik konturları vardır.

Ama dérive hem bu salıvermeyi hem de onun zorunlu çelişkisini içerir: psikocoğrafik çeşitliliklerin olanaklarının bilgisi ve hesaplanması yoluyla egemenliği. Bu son bakımdan, ekolojik bilim –kendisini kısıtladığı dar sosyal alana rağmen psikocoğrafyaya yığınla veri temin eder. Şehir şebekesindeki çatlakların mutlak ya da göreceli karakterinin, mikroiklimlerin rolünün, idari sınırlarla ilişkileri farklı semtlerin ve hepsinin üzerinde çekim merkezlerinin baskın hareketinin ekolojik analizinden yararlanılmalı ve psikocoğrafik yöntemler tarafından tamamlanmalıdır. Dérive’in nesnel tutkusal bölgesi, hem kendi mantığına hem de onun toplumsal morfoloji (biçim bilimi) ile olan ilişkisine göre tanımlanmalıdır. […]

Eğer dérivelerde şans önemli bir rol oynarsa, bu psikocoğrafik gözlem metodolojisinin hala emekleme döneminde olmasından kaynaklanır. Ama şans eylemi doğal olarak muhafazakardır ve yeni bir ortamda her şeyi bir alışkanlık ya da sınırlı sayıda değişkenin değişimi haline getirir. İlerleme, şansın amaçlarımıza daha uygun olan yeni koşullar yaratarak egemen olduğu sahalara atılım yapmak anlamına gelir. O halde diyebiliriz ki, bir dérive’ın rastlantısallığı temelde gezintininkinden çok farklıdır, ama aynı zamanda dériverlar tarafından keşfedilen ilk psikocoğrafik çekicilikler onları durmaksızın gerileyecekleri, yeni daimi eksenlerin çevresine sabitleme eğilimi gösterebilir…

Dérivelardan çıkarılan dersler, modern bir şehrin psikocoğrafik eklemlenmelerinin ilk incelemelerini yapmamızı sağlar. Ortam birliklerinin ve onların temel bileşenlerinin ve mekansal lokalizasyonlarının keşfinin ötesinde; onların başlıca geçiş eksenleri, çıkışları ve savunmaları anlaşılmaya başlanır. Psikocoğrafik eksensel noktaların varlığının temel hipotezine varılır. Aslında bir şehrin iki bölgesini ayıran, aralarındaki fiziksel mesafeyle pek bir alakası olmayan, mesafeler ölçülür. Eski haritaların, hava fotoğraflarının ve deneysel dériveların yardımıyla; etkilerin bu ilk aşamadaki kaçınılmaz kesinliği navigasyonel çizelgeninkinden daha kötü olmayan, şimdiye kadar eksik kalan haritaları düzenlenebilir. Tek fark artık betimleyici sabit kıtalar diye bir meselenin olmaması, değişen mimari ve şehircilik diye bir meselenin olmasıdır.

Günümüzde çevrenin ve meskenlerin farklı birimlerinin tam olarak sınırları çizilmemiştir, ama aşağı yukarı kapsamlı ve belli belirsiz sınır bölgeleri tarafından çevrilmişlerdir. Dérive deneyiminin öngördüğü en temel değişiklik, bu sınır bölgelerinin tamamen bastırılıncaya kadar sürekli olarak küçültülmeleridir.


w_cins
Cins & Wide

alimertWide a.k.a Yok

Alimert Ranran: 1992 İstanbul doğumlu, 2000 sonrası İstanbul sokaklarının önemli simalarından, serbest çizimlerle başlayan grafitileri, zamanla yerini hip-hop style tipografik işlere bıraktı, Cins, Rad gibi grafiticilerle birlikte çalıştı, Yoklukta varolmayı tercih ediyor.

for possible commissions: yok

yok&adekan_kadıköy_2016
Yok & Adekan (2016)
yok+wase_ 16_2016
Yok & Wase (2016)
Küçükçiftlikpark 2015
Küçükçiftlik park (2015)

istanbul_style_blackbook_98_doublepage_small
Black Book fanzine, issue 01, 02 cover artworks (1997)

“Oldschool Ryhme,

Alış Buna Home-Boy!”

Tunç Dindaş, 1971 İstanbul doğumlu, İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor. Yurdumuzun tanınmış en eski/ modern grafik sanatçılarından biri, grafiti başta olmak üzere çizgi roman, fanzin, pixel sanatı, ascii art gibi birçok farklı alanda kendi tarzında işler üretmiş bir fenomen, eskilerin meşhur Kommodor Abi‘si.

Tunç ‘Turbo’ Dindaş

Sevgili Tunç Türkiye’de grafiti sanatının ilk uygulayıcılardansın.. Peki sende bu tutku nereden çıktı, nasıl başladı?

TURBO: Ben 1971 doğumluyum. 1980’lerde başlayan Break Dance fırtınasına ben de kapılmıştım. O dönemlerde CD filan yok. Gidip Break Dance müziklerinin plaklarını alıyorduk dükkânlardan ya da kasete çektiriyorduk. Ben de kendimi bildiğimden beri resim yaparım. Plak kapaklarında grafitileri görüyordum. Çok hoşuma gidiyordu. Sonra 1984 olması lazım. Videocudan Beat Street’ diye bir film kiralamıştım. O filmi gördükten sonra grafitinin ne olduğunu daha iyi anladım ve bugüne geldim.

Bağlı bulunduğun S2K grubunu tanıtır mısın?

S2K Türkiye’nin ciddi anlamda ilk Grafiti grubudur. Bakırköy’den Rez ve Jemy tarafından kurulmuştur. İlk başlarda grubun adı ZBP – Zombie Boys Posse idi. Ama sonraki ‘P’ harfi yüzünden yaptığımız tag’ler filan ZB ‘Partisi gibi anlamlara çekilip politik bir örgüt gibi görünüyordu. Biz de öyle bir isim bulalım ki bunu politik bir örgüt gibi algılamasınlar diye düşündük. İsmin içine sayı koymak fikri geldi aklımıza ve ‘Shot To Kill’ ismini bulduk, ve ‘To’yu sayı ile yani ‘2′ ile yazdık. Grubun kuruluşu 95-96’ya dayanır. Grupta Türkiye dışında zamanla Almanya ve İsviçre’den de üyeler oldu. Bazıları yakalandı, bazıları bıraktı. Şu anda sadece Türkiye’de ve Almanya’da üyelerimiz var.

turbo_Untitled-01
Black Book sketch (1997)
Turbo_Meck_Bedae_istanbul_2013
Turbo, Meck, Bedae – İstanbul (2013)

‘…bu işi hissederek yapan, kendileri için bir tutku haline getirmiş insanlar devam ederler, işte bu insanlar benim için önemli insanlardır ve saygı duyulacak insanlardır.’

Grafiti yanında ülkemizdeki rap müziğin de öncülerindensin. Son yıllarda hip-hop akımının ülkemizdeki gelişimi ile grafiti üretimi arasında bağlantılar kurabilir miyiz?

Rap artık eskisi gibi değil. Eskiden tepkisel bir müzik olarak görülebilirdi ama, şu anda tüm dünyada etkisi olan ‘Battle Rap’ dediğimiz yöne daha yakın. Aralara kısa mesajlar konulsa da parçaların tümünde bir battle havası var. Grafitinin Türkiye’de popüler olması tabii ki 1995’te Cartelin buraya Rap’i getirmesi ile başladı. Gidişatında ise, başka sorunlar çıkmaya başladı. Türkiye’de durum dünyaya göre farklı. Dünyada Rap sanatçıları için grafiticiler birçok iş yapar. Bunlar; logolardan plak kapaklarına, poster afişlerinden, cd kapaklarına kadar birçok tasarımlardır. Ama maalesef ülkemizde çok az MC bizlerden bu tarz tasarımlar yapmamızı istiyor. Ama artık Türkçe Rap ile Grafitinin arasındaki bağ gittikçe azalıyor. Çünkü bazı grafitici ve sokak sanatçıları Rap dinlemiyor; başka müziklerden besleniyor.

Eski okul grafiti ile ülkemizde son yıllarda tırmanışa geçen sokak sanatı arasında sence ne gibi kesişimler ve ayrılıklar var?

Dünyada tanınmış sokak sanatçılarına baktığınızda hepsinin eskiden grafitici olduğunu görürsünüz. Zaten street art’ın günümüzde ortaya çıkması ve bu kadar yayılmasının sebebi bu. Ama ülkemizde şu anda grafiti geçmişi olmayan sadece günümüzdeki popülerliği yüzünden street art yapmaya başlamış insanlar var. İkisi de aslında illegal yapılır. Grafiti daha çok isim yazıp kaligrafik değerler taşısa da, street art daha çok mesaj kaygısı güder. Bu ikisi kesişen noktalardır bence.

Dokuzuncu İstanbul Bienali’nde WYNE – “S2K”, ARİ ALPERT ve #flypropaganda# ile birlikte Luca Frei’nin mekan yerleştirmesi projesinde yer aldın… Uzun yıllar sokakta illegal iş üretmiş biri olarak, bu nasıl bir duyguydu?

Değişikti aslında. Konu misafirlikti. Ben o konu ile çalışmalar yaptım. Grup arkadaşlarım Wyne ve Tab konuya bağlı kalmadılar ve kendi çalışmalarını yaptılar. Bienal’den sonra sergi teklifleri aldım. İleride bunları değerlendirmek istiyorum. Biraz sanat platformuna yaklaşmış gibi oldum. Değişik bir tecrübe oldu benim için…

turbo_S2K_istanbul_2009
Turbo S2K – İstanbul (2009)

Exociti örneğindeki gibi son dönemde güncel sanat aleminde öne çıkan insanların grafiti ve sokak sanatı üretimleri ile gerçekten sokaktan gelen insanların üretimlerini yan yana düşünmek mümkün mü?

Street Art’a moda gözü ile bakıp bu dönemde özenerek sokaklara bir şeyler yapan sanatçıları tasvip etmiyorum. Graffiti ve Street Art sadece Cihangir’e yapılmaz. Gerçek street art’çı çıkıp tüm şehri gezer. Biz writer’lar bunu yapıyoruz. Bu tarz moda gibi yapanlar bir-iki seneye kadar kaybolacaklar bence. Street Art’ı gerçek yapan insanlar zaten belli oluyor ve daha da çok yayılacaklar.

Popüler kültürün son dönemde grafiti ve sokak sanatına yoğunlaşan ilgisi, radikal bir üretim alanının evcilleşmesi ya da içinin boşaltılması riskini sence taşıyor mu ve bu nokta da Banksy’nin alternatif duruşu hakkında neler düşünüyorsun?

Birçok underground hareket ya da kültür zamanla popülerleşip moda hâline gelirler. Gerçek zanaatkarların haricinde bazı iş adamları ve şirketler bundan kazanç sağlamaya başlarlar. Ama yukarıda da değindiğim gibi gerçekten bu işi hissederek yapan, kendileri için bir tutku haline getirmiş insanlar devam ederler, işte bu insanlar benim için önemli insanlardır ve saygı duyulacak insanlardır. BANKSY ise, politik mesajlarını güldürerek veren bir ekip ya da sanatçı. Bence şu anda alternatif duruşu bir yana sergilerde sattığı tablolar ve yayımlayıp, sattığı kitaplara bakıp bir daha düşünmek gerek.

kaynak: Tesmeralsekdiz sayı: 1, Bahar 2007 / Rafet Arslan, Sokak Sanatı dosyası


Tuncay_02
Tuncay Koçal on air, Suadiye (2011)

Tuncay Koçal anlatıyor:

Sürekli bir yükseklikten aşağı düşüyorsunuz, düşüyorsunuz, düşüyorsunuz…

Tuncay Koçal 1983 İstanbul doğumlu, Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü mezunu; 1988’den beri, yaklaşık yirmi altı senedir kaykay kayıyor. Türkiye’deki dört büyük şov takımından birinin kurucusu; aynı zamanda kendi markası olan X4’tune shop‘u işletiyor. Yaklaşık 15- 16 farklı Amerikan kaykay markasının Türkiye distribütörlüğünü yapıyor. Kaykayı geliştirmek için elinden gelen her şeyi yaptığını dile getiriyor.

profil_small
Tuncay Koçal ve Tekno Play kaykay

Bu elimde gördüğünüz memleketin ilk kaykayı, ilk kaykay markası. Yerli bir kaykay markası, Tekno Play. 1979 yılında verilmiş bir ilanı var bunun.

79’da yerli bir kaykay yapılmış olması da beni ayrıca mutlu ediyor. Bunu çok sevdiğim bir arkadaşım benim için bir yerlerden bulup getirdi. Bildiğim kadarıyla şu an bu şekilde sağlam üç tane var. Çok ilginç bir şey, kaykayın altına bir kullanım kılavuzu koymuşlar. Diyor ki mesela: “Sporunuzu parklarda, düzgün ve meyilli sahalarda ve trafiğe kapalı olan yerlerde yapınız.” Böyle beş maddelik, altında açıklaması var. Bu açıdan da özel bir kaykaya sahip olduğum için ayrıca mutluyum. Herkese nasip olmaz, Türkiye’nin ilk kaykayı, Tekno Play kaykay. Benim için paha biçilmez !

Kaykay’ın sahneye çıkışını kısaca şöyle özetleyebiliriz: 1970lerin Kaliforniya’sında sörf tutkunlarının, denizin dalgasız olduğu mevsimlerde karada kayabilmeleri amacıyla keşfedilmiş bir spor. Yurdumuzda yaygınlaşması 1980lere tekabül ediyor; yurtdışına gidip gelen gençlerden tek tük kaykay getirenler oluyor ve zamanla gelişerek 1990larda çeşitli mağazalar açılmaya başlanıyor. Doksanlı yıllarda kaykaya ulaşmak bugüne nazaran daha zordu, bir kaç dükkan vardı elbette ama bir kaykay alabilmek için, bilhassa istediğiniz kaykayı alabilmek için iki-üç ay beklemeniz gerekiyordu. Şu an Kadıköy başta olmak üzere belli merkezlerle birlikte Türkiye genelinde yaklaşık yirmi farklı kaykay mağazamız var. Bunlara ‘Skate Shop’ deniyor, işi gücü sadece kaykay olan mağazalar bunlar. İstanbul’da geçen seneye kadar iki tane kaykay parkımız vardı. Türkiye genelinde ise yaklaşık dokuz-on tane. Şu an ise İstanbul’da on bir park var, ülke genelinde ise otuz-otuz beş kaykay parkı var ki bunların hepsi profesyonel kaykay parkları.

Kaykay öncelikle bir spor, aynı zamanda da bir kültür, onu diğer ekstrem sporlardan ayıran ve bir alt-kültür haline getiren şey de bunun bir yaşam tarzı olması. Yani kaykaycı gibi yaşıyorsunuz, sizi daha çok motive eden müzikler dinlemeye başlıyorsunuz, o müziklere göre ya da kayma stilinize göre kıyafetler giyiyorsunuz. Kaykaycıların kendini ifade etme biçimi bu, aynı zamanda benliğimizle birlikte hareket ediyor, onunla bir şeyler yapıyorsunuz, örneğin bir hareketi öğreniyorsunuz ve bunu da diğer kaykaycılarla paylaşmak istiyorsunuz. Ya da öğreneceğiniz zaman birilerine ihtiyaç duyuyorsunuz. Basılı ya da görsel mecralardan değil, yüz yüze konuşup “Ben nerede yanlış yapıyorum?” diyebilecek birilerini arıyorsunuz. Öğrenme sürecinde ise sürekli bir yerlerden atlarsınız, tabi bunlar zıplatmayı ‘ollie’yi öğrendikten sonraki süreçte. Sürekli bir yükseklikten aşağı düşüyorsunuz, düşüyorsunuz, düşüyorsunuz… Ve sonra oradan kaykay ile beraber düzgün bir şekilde inmeyi öğrendiğinizde büyük bir haz yaşıyorsunuz ve daha yüksekten atlamak için kendinizi zorluyorsunuz. Daha da yüksekten atlamaya çalışıyorsunuz. Daha da yüksekten atladıkça daha farklı teknikler öğreniyorsunuz ve o -bir hareketi başarmanın verdiği haz- ile bu hareketi arkadaşlarınızla paylaşmanın kıvancını yaşıyorsunuz.

Bunun dışında, yüksekten düşme korkusunu da şuna benzetiyorum: Mesela işinizde başarılı olmak istersiniz, ama iflas da edebilirsiniz, sonra tekrar ayağa kalkıp yola devam edersiniz; bir şekilde yaşama tutunmanız gerekir. Kaykayda da böyle bir durum söz konusu, düşersiniz ama gidip tekrar, tekrar denersiniz. Çünkü pratik yaparak başarabileceğinizi biliyorsunuzdur. Yani şöyle birazcık farklıylasınız, kendinizi ifade etmek istiyorsanız, kaykay iyi bir spor. Bu ‘başarma hazzı’ ve ‘kendini geliştirme dürtüsü’nün dışında, bir yandan da şöyle bir şey var, kaykay şehri keşfetmenizi de sağlayan bir olay. Yani, bir üç basamaktan atlarsınız, dört basamaktan atlarsınız sonra beş basamaklı bir yer aramaya başlarsınız. Yeni insanlar keşfetmek için, yeni yerler keşfetmek için de kaykaycılar sürekli hareket halindedirler. Belli merkezlerimiz vardır ama şehrin içinde her yere gideriz. Ben 12-13 yaşımdayken çok yakın bir kaykaycı arkadaşımla birlikte otobüslere rastgele atlar, son durak neresiyse oraya kadar gidip etrafı keşfetmeye başlardık. Bu sayede zamanla farkettim ki ben bu şehri baya biliyorum. Suadiye’de yaşıyorum, ta gidip Beylikdüzü’nden falan çıktığımı hatırlıyorum ki şimdiki gibi metrobüs falan da yoktu yani. Baya yurtdışına çıkmış gibi oluyorduk o yaşlarda. Serseri işi gibi gözükse de bizler bu işin spor kısmını, kültürel kısmını ve sosyolojik boyutunu da göz önünde bulunduruyor “Neden olmasın?” diye düşünüyoruz ve bence Türkiye’den de çok yetenekli kaykaycılar çıkıyor, çıkmaya da devam edecek, bilhassa bu parklar sayesinde, bu ulaşılabilirlik sayesinde eminim zamanla her şey daha da gelişecek.

background_02
Tuncay Koçal on air, Kalamış Skatepark (2014)

Suadiye, Istanbul_2014 (2)Ucube Dinler Kongresi İçin

Peter Lamborn Wilson
nam-ı diğer Hakim Bey
Türkçesi: İnan Mayıs Aru

Olmak Fiiline ve –dır ekine güvensizliği öğrendik – şöyle diyelim: Satori kavramı ve Gündelik Hayatta Devrim kavramı arasındaki çarpıcı benzerliğe dikkat edin – her iki durum için de bilinç ve eylemde sıra dışı sonuçlar veren bir ‘sıradanlık’ algısı söz konusu. ‘Gibi’ sözünü ağzımıza alamayız çünkü her iki kavram da (her kavram gibi, hatta her sözcük gibi) kendi tortularıyla yüklü olarak gelir – her biri kendi psiko-kültürel yükünü taşır, tıpkı hafta sonu ziyareti için kuşkulu bir biçimde ziyadesiyle donanımlı gelmiş misafirler gibi.

O zaman izninizle satori’yi eski moda Beat-Zen tarzında kullanacağım ve bir yandan da Situasyonist sloganda dile getirildiği üzere bunun diyalektik köklerinin dada ve Sürrealizm’in sırf bayağılıktan, soyutlama ve yabancılaşmanın sefaletlerinden boğulmuş bir yaşamdan (ya da yaşama) taşan bir ‘olağanüstü’ kavramında izinin sürülebileceğini vurgulayacağım. Ben kendi sözcüklerimi daha belirsiz kılarak tarif ediyorum ve bunun temel sebebi Budizm ve Sitüasyonizm’in ortodoksluklarından sakınmak, onların ideolojik-semantik tuzaklarından – şu bozuk dil makinelerinden – kaçınmak. Ben daha ziyade bunları paramparça etmeyi öneriyorum, kültürel bir brikolaj.1 “Devrim” sadece manivelanın bir turu daha anlamına geliyor – ne de olsa her ne türden olurlarsa olsunlar dini Ortodoksluklar mantık gereği hakiki bir manivelalar hükümetine yol açarlar. Satoriyi mistik rahiplerin tekelinde ya da herhangi bir ahlak kuralına bağlı görerek putlaştırmayalım ve 68 Solculuğunu da fetişleştirmektense sırf otorite değişikliğinin tüm imalarından uzak durarak Stirnerci ‘isyan’ ya da ‘ayaklanma terimini kullanalım.

Bu kavramlardan oluşan takımyıldızı, ısmarlama algının ‘kurallarını kırarak’ doğrudan deneyime ulaşmayı içerir; bir şekilde kaosun kendiliğinden fraktal non-lineer dizilere dönüştüğü süreci andırır ya da ‘yabani’ yaratıcı enerjinin oyun ve poesis’e dönüşme biçimini. ‘Kaos’tan gelen ‘kendiliğinden düzen’se Chuang Tzu’nun anarşist Taoizmini çağrıştırır. Zen, satorinin “devrimci” imalarının farkında olmamakla suçlanabilir öte yandan Situasyonistlerse davalarının gereği olan kendini gerçekleştirme ve şenlikte içkin olan ‘maneviyat’ı inkâr ettikleri için eleştirilebilir. Satoriyi gündelik hayatın devrimiyle özdeşleştirerek en az Sürrealistlerin şemsiye ve dikiş makinesinin – ya da o şey her ne haltsa – meşhur çiftleşmesi kadar dikkate değer bir şıpınişi evlilik tertip ediyoruz. Melezleşme. Hiç şüphe yok ki yarımkanların cinsel cazibesinden etkilenmiş olan Nietzsche tarafından savunulan ırk karışımı.

Satorinin “oluş” halini gündelik hayatın devrimiyle açıklamaya tavlanıyorum – ama beceremiyorum. Ya da başka bir şekilde söyleyecek olursak: neredeyse yazdığım her şey bu tema etrafında dönüp duruyor; sırf bu noktayı açıklığa kavuşturmak üzere neredeyse her şeyi tekrar etmeye mecbur kalabilirim. Bunun yerine, ilaveten, 2 terimin acayip bir tesadüfü ya da tercümesini öneriyorum; biri yine Sitüasyonizm’den diğeriyse bu kez sufizmden. Derivé ya da “sürüklenme” gündelik yaşamda kasıtlı devrimin bir pratiği olarak tasarlanmıştı – şehir sokaklarında amaçsızca dolanma, “doğa olarak kültür”e açıklığı içeren hayalperest bir kent göçebeliği (eğer fikri doğru kaptıysam) – ki bu da sırf kendi süremiyle avarelere mucizevi olanı deneyimleme eğilimi aşılayacaktı; belki daima en hayırsever biçimiyle değil ama inşallah daima – ister mimari olsun ister erotik, ister serüven, içki ve uyuşturucular, tehlike, ilham ya da her ne halt olursa olsun – dolaysız algı ve deneyimin yoğunluğuna götüren bir kavrayış verimliliğiyle.

Suadiye, Istanbul_2014 (1)
FluxhXr, Eski Suadiye Köprü (2015)

Sufizmdeki paralel sözcük “en uzak ufuklara seyahat” ya da sadece “seyahat”tir; İslam’ın kentli ve göçebe enerjilerini tek bir güzergâhta birleştiren, kimi zaman “Yaz Kervanı” adı verilen manevi bir pratik. Derviş belli bir süratte gitme andı içer, belki bir şehirde en çok 7 gece ya da 40 gece geçirmek gibi, önüne ne çıkarsa kabul eder, işaretler ya da tesadüfler yahut da sırf hevesi nereye götürüyorsa oraya gider, güç noktasından güç noktasına doğru hareket eder, ‘kutsal coğrafya’nın, anlam olarak yolculuğun ve simgebilim olarak topolojinin bilincindedir. İşte başka bir takım yıldız: İbn Haldun, ‘Yolda’ (hem Jack Kerouac’un hem de Jack London’unki), genel olarak haydutluk romanı biçimi, Baron Munchausen, wanderjahr2, Marco Polo, kenar mahallenin yaz ormanındaki oğlanlar, bela peşinde koşan Arthur şövalyeleri, Melville, Poe, Baudelaire’le bardan bara dolanmak -ya da Thoreau’yla Maine’de kanoya binmek… turizmin anti-tezi olarak seyahat, zamandan ziyade uzay. Sanat projesi: keşfe çıkılan “arazi”nin 1:1 oranında bir “harita”sını çıkarmak.

Politik proje: görünmez bir göçebe ağı içerisinde (Rainbow Buluşması gibi) yer değiştiren otonom bölgeler’ inşası. Manevi proje: ‘türbe’ kavramının yerini ‘zirve deneyimi’ kavramına bıraktığı (ya da onda batınlaştığı) hacların yaratılması ya da keşfedilmesi.

Burada yapmaya çalıştığım şey (genelde olduğu üzere) Hür Dinler dediğim şey için sağlam bir mantıkdışı temel sağlamak, dilerseniz tuhaf bir felsefe deyin: Sanrı uyandırıcı ve Diskordiyen akımlar, hiyerarşik olmayan neo-paganlık, ahlak kurallarını tanımayan ilhadlar, kaos ve Kaos Büyücülüğü, devrimci HooDoo, ‘kilisesiz’ ve anarşist Hıristiyanlar, Büyü Yahudiliği, Mağribi Ortodoks Kilisesi, AltDeha Kilisesi, Periler, radikal Taocular, bira mistikleri, Ot halkı vs. vs.

*Brikolaj: Nesnelerin, göstergelerin ya da pratiklerin farklı anlam sistemlerine ve kültürel ortamlara uyarlandığı, dolayısıyla yeniden gösterilen haline geldikleri bir kültürel süreç. Kavram fransız yapısal antropologların çalışmalarından kaynaklanmakla birlikte daha yakın dönemlerdeki alt kültür ve yaşam biçimlerinin incelenmesinde kullanılmaktadır. Özellikle gençlik alt kültürlerinin, geçmişin kimi ulusal simgelerini, nesnelerini özgün anlamının dışında kullanmaları brikolaj örneğidir.

**Wanderjahr: Zanaat okulu öğrencilerinin okulu bitirdikten sonra bilgi ve becerilerini geliştirmek için seyahatle geçirdikleri bir yıl.


Ağaçkakan x İskeletor x Rad Dar “Umulmadık Topraklar” 12 Kasım 2016

Canavar, Ares (2015)
Canavar & Ares Badsector (2015) Gezi hatırası

mücadeleye devam !


Dasetattoo: Abstrakte Grafik

istanbul_03
Dase Graphics, İstanbul (2019)

Beni dövme sanatçısı olmaya teşvik eden, punk rock ve grafiti kültürüne olan ilgimdir. Ortaya çıkardığım işler deriye mürekkep uygulamanın ince detaylarını çalışmış olmanın doğrudan bir sonucu olarak ortaya çıktılar.

Türkçesi: Işıl Karaçalı

dase 07
Dasetatoo

Gerçek ismim Roman Shcherbakov fakat çalışmalarımın altına çoğunlukla Dase veya Dasetattoo imzasını atıyorum. Dase mahlası 2003 senesinde şehirde attığım ilk tag‘lerle beraber ortaya çıkmış bir isim.

Dövme sanatçısı olmadan önce marangozluk yaptığımdan dolayı sıklıkla ahşap malzemeyle çalışıyordum. Marangozluk dışında vaktimi grafiti ve resim yaparak geçiriyordum.

Beni dövme sanatçısı olmaya teşvik eden punk rock ve grafiti kültürüne olan ilgimdir. Ortaya çıkardığım işler deriye mürekkep uygulamanın ince detaylarını çalışmış olmanın doğrudan bir sonucu olarak ortaya çıktılar. Dövme yapmaya 2009 senesinde başladım ve o zamandan beri tutkum.

Bu benim için verilmesi kolay bir karardı. Geleneksel dövmelere kendi dokunuşumu katarak modern çağ ile bağlantı kurmak ve geleneksel dövmeye yeni bir perspektif getirmek istedim. Kişisel tarzımı geliştirirken belirli renk şemalarını da içeren soyut ve deneysel unsurları birleştirmeye başladım. Bunun sonucu olarak da bugün yaptığım özgün dövme tarzı ortaya çıktı

Eski hapishane dövmelerini ve geleneksel tarzda yapılmış dövmeleri çok beğeniyorum. Bu tarzda yapılmış dövmeler senelerdir ilham kaynağımdır. Kendime yakın bulduğum diğer bir tarz da oldschool ve grafik dövmelerdir (siyah- beyaz dövmelerden bahsediyorum). Deneyselliğe olan cesaretim kendi tarzımı geliştirmemde yardımcı oldu ve bu tarzı kendime özgü soyut dünyam ve çizgilerimle harmanlamaktan hoşlanıyorum.

Çizimlerimi soyut gerçeküstücülük olarak adlandırmayı tercih ediyorum fakat belli bir noktada realizm olarak da adlandırıyorum. Gerçek obje ve formlarla çalışırken bir süre sonra onları iki boyutlu akışkan imgelere ve uzayın dengesiz formlarına dönüştürdüm, çünkü içinde yaşadığım zamanın ruhunu ve etrafımda olan bitenleri de yansıtabilmek istiyorum. Ben sadece yaratıyorum. Tuval üzerinde sprey boya ve akrilik boyayı yüzeye uygularken de çeşitli yöntemler kullanıyorum.

dase 03

Kendime kalan bütün boş zamanımı vizyonumu geliştirmek için harcıyorum. Şu anda da çoğunlukla bu alanda gelişen dokular ve renk şemaları ile deneyler yapıyorum. Kiev‘de çok güzel anılarım var, beni ve yaptığım işi destekleyen arkadaşlarım burada yaşıyorlar ve bu da bana kendimi geliştirmek için güç veriyor. Bu şehri gerçekten seviyorum. Vize alma zorluğu ve sınırlar nedeniyle Kiev‘de yaşayan insanların dünyayı görmek için seyahat etmeleri çok zor. Yurdumdaki politik durumlar nedeniyle sanatımı burada Ukrayna‘da tanıtmaya çalışıyorum. Sonuçta Ukrayna‘da eski hapishane tarzı dövmelerden farklı bir dövme tarzı benimsenmediği için benim stilimi de burada herkesin alıp bağrına basmasını pek beklemiyorum.

Resimde elimde tuttuğum kitap, 2012 senesinde Berlin‘de Re:Surgo! tarafından basılmış olan soyut grafik deneylerimi içeren MONOCHROME isimli ilk kişisel fanzinim. Christian Feller ve Anna Hellsgaard‘a, çalışmalarımı gurur duyabileceğim bir kitaba dönüştürdükleri için her zaman minnettar olacağım. Ayrıca geçen yıl sevgili eşim Olga Breka ile birlikte ‘Dasetattoo Dijital Sanat Kitabı‘ başlıklı farklı bir kitaba da başladık. Bu kitapta kariyerimin son iki senesinde yapmış olduğum soyut grafik çalışmalarımı ve en iyi dövmelerimi topladık; kitabın bütün düzenlemesini Olga üstlendi. Bu kitap sayesinde dövme yapmaya başladığımdan bu yana işlerimin ve stilimin nasıl geliştiğini görebilirsiniz.


dase 05
Dasetattoo

 – ENGLISH –

It was my love for the punk rock culture and graffiti that evidently inspired me to become a tattoo artist. The majority of the work I’ve done myself is a direct consequence of studying the subtle details of applying ink to skin.

Roman Shcherbakov is my real name. However, many of my works go by the signature of Dase, or Dasetattoo. Dase was my street handle which emerged in 2003 along with the first tags I made in the city. Last year marked my 28th birthday.

Prior to becoming a tattoo artist I spent a lot of time working with wood, making furniture as a cabinet maker. When I didn’t work I spent my time painting graffiti and paintings.

It was my love for the punk rock culture and graffiti that evidently inspired me to become a tattoo artist. The majority of the work I’ve done myself is a direct consequence of studying the subtle details of applying ink to skin. I began tattooing in 2009 and since then it has been my passion.

It was an easy call for me. I wanted to bring a fresh perspective to the traditional tattoos and at the same time apply my own touch, which also relates to these modern times of ours. While developing my personal style, I began to incorporate elements of my abstract and experimental works featuring specific colors schemes. That evidently led to my unique tattoos.

I really like the traditional style tattoos and the looks of local prison tattoos. This is really what inspired me for many years. Other styles close to heart has always been old school and graphical (which is to say, black and white tattoos.) My connection to the experimental led me to develop my own style, in which I am happy to combine my trademark abstract vision of the world but also the classic linear graphic.

When it comes to my artwork and how I would describe it, I would rather call it abstract surrealism. However, at some point it could also be described as just realism. Working with real objects and forms I gradually transform them into two-dimensional measurements of distorted norms of space and fluid images. I do it because I want to capture the time I live in. And a vision of what’s going around. I am merely the creator. On canvas I utilize spray paint and acrylics, using various methods as I apply the paint to the surface.

I use all my spare time to develop new visions. Right now I’m mostly into experimenting with textures and color schemes, developing and improving in this field.

I’ve experienced a lot of good moments in Kyiv. After all, here are all my friends who supports me and what I do. They give me the strength to develop on so many levels. I really love this city.

Our people have a really hard time traveling, to see the world, due to the difficulties of acquiring a visa and our closed borders. The whole political situation in our country. And that is a reason I try to introduce my new style here in Ukraine.

Obviously, it [my style] isn’t always embraced with open arms by everyone here in Ukraine, but only because we never had a tradition of tattooing except for what is known as prison tattoos. Only now people start to develop a sense for it and I hope that more and more will start to consider my style unique.

monochrome 03
Dasetatoo ‘MONOCHROME’ Re:Surgo!

The book which rests in my arms on this picture is my very first personal zine featuring experiments with abstract graphics. “MONOCHROME” was printed by Re:Surgo in Berlin in 2012. I am forever grateful to Christian Feller and Anna Hellsgaard for the fact that they incorporated my works into something bigger, something I can be proud of.

In addition, last year we worked on another book under the name of “Dasetattoo Digital Art Book” together with my girlfriend Olga Breka. In this book we gathered my best tattoos and abstract graphical works for the last two years of my career. Olga did the whole layout of the book. Basically, by reading this book you can follow the evolvements and styles of my works since I began tattooing.


intei
interview : Dasetattoo

Fliessende Realitäten

Abstrakte Grafiken von

Dase Roman Sherbakov

Interview: Fabienne Anthes

Wie hast du den für dich typischen, flächigen lllustrationsstil entwickelt?
Je länger Ich mich mit Kunstgeschichte und Zeichentechniken beschäftigt habe, umso wichtiger wurde es für mich, die neuzeitlichen und modernen Einflüsse bewusst hinter mir zu lassen und zu ursprünglicheren Darstel-­lungformen zurückzukehren. Die primitiven, zweidmen-sionalen Zeichnungen aus der Antike und dem Mittelalter sprechen mich aufgrund ihrer Direktheit und Einfachkelt wesentlich mehr an – gerade wel I die Dimensionen nicht stimmen und keine korrekte Perspektive existi ert. Auch die erfrischende Einfachheit und de Formreduktion von Folk Art und Naiver Kunst haben mich inspiriert, Impulsiv und direkt zu zeichnen. Für mich entsteht die besondere Spannung natürlich auch aus der Kombination dieses Zeichenstils mit den Motiven und Geschichten: Die Dar­stellung von Gewalt mit einer naiven Linie Ist besonders kraftvoll.

Wie kommt es, dass Comic dir als Medium so viel bedeutet?
Ich möchte mit meinen Illustrationen Geschichten erzäh­len – Ich denke, das sieht man auch an meinen Tattoos. Mein Freund und viele Leute aus meinem Freundeskrels sind zudem Comiczeichner – ihre Arbelten beeinflussen und Inspirieren mich daher ebenso B., Sergio Toppi und Carson BilIs, stellung von Gewalt mit einer naiven Linie Ist besonders kraftvoll.

dase 02
Dasetattoo (2018)

Wie kommt es, dasa Comic dir als Medium so viel bedeutet?
Ich möchte mit meinen Illustrationen Geschichten erzäh­len – Ich denke, das sleht man auch an meinen Tattoos. Mein Freund und viele Leute aus meinem Freundeskreis sind zudem Comiczeichomi czeichner – Ihre Arbeiten beeinflussen und inspirieren mich daher ebenso wie die von berühmten Zeichnern wie wie die von berühmten Zeichnern wie Mike Mignola, David wie die von berühmten Zeichnern wie Mike Mignola, David Mike Mignolaner – Ihre Arbeiten beeinflussen und inspirieren mich daher ebenso wie die von berühmten Zeichnern wie Mike Mignola, David B., Sergio Toppi und Carson Ellis.

dase-dase.tumblr.com

dasetattoo