
“…böyle bir şeyin tanığı olmak, yeni doğan bir çocuğun doğumuna tanık olmak gibi. Ne olabileceğini ve ne hissedilebileceğini daha önceden kestiremediğiniz bu müziğin yapılma anında bilmeniz gereken o müziğin büyük bir parçası olduğunuzdur.”
Bizlere biraz serbest doğaçlamadan bahseder misin? Son zamanlarda bu alanda birçok etkinlik ve dinleti düzenleniyor, müzisyenleri böylesi bir arayışa ve iletişime yönlendiren sence nedir?
Özgür doğaçlama’dan bahsetmeden önce aslında doğaçlamanın en saf haline bir dokunmamız lazım. Nasıl bir düşünce ve hisle doğdu. Çok çeşitli üsluplar var, hemen hemen hepsi de coğrafi bölgelerle bağlantılı ve ayrı havalarıyla tanınırlar. Eski dönem kayıtlarını incelediğimde bunun en başta kendini ifade etmenin en saf biçimi olduğunu görüyorum. Besteci veya müzisyen kavramlarının daha oluşmadığı bu evrende nasıl doğdu doğaçlama, bunu en iyi anlama biçimi benim içimde doğma biçimi. Ruhu serbest bırakmak. Her doğaçlamanın farklı bir üslubu, değişik bir tınısı var, yapmamız gereken, normalde yaptığımız gibi o tınıya kendimizi vermek olmalı ve an içinde ritmin veya notaların bilinen olmasının bir önemi yok, önemsenmesi gereken ruhunun yeni olduğunu bilmek. Bu doğaçlamayı algılamakta sürekli gelişmenin ve değişmenin bir adımı.
“Dolayısıyla özgür doğaçlama, her türlü kalıbı reddererek yerine insanın özünde yatan öğrenilmemiş hissi ortaya çıkarıyor.”
Özgür doğaçlama, klasik batı müziğinin temel öğeleri olan armoni, melodi ve ritmin kullanımını reddeden bir forma sahip. Bu öğelerden ayrıştığında öne çıkan müzikal dokular oluyor. Örneğin; notalar dışında enstrumanların sınırlarını zorlayarak, keşfedilmiş yeni seslerin kullanılması. Bu enstruman insan sesi de olabilir. Serbest doğaçlama kendi kuralları içerisinde sınırsız olan ve arada da türsel doğaçlamalara izin veren bir yapıya sahip. Sınırlarının olma sebebi ise doğuşundan geliyor. Müziği öğrenmenin ve anlamanın özünde enstrumana dokunmak, o enstrumanı tanımak ve o enstrumanı çalmak yatıyor. Dolayısıyla özgür doğaçlama, her türlü kalıbı reddererek yerine insanın özünde yatan öğrenilmemiş hissi ortaya çıkarıyor. Yapılan müziğin bir tekrarı yoktur ve yapılan şey anlık bestedir. Dolayısıyla böyle bir şeyin tanığı olmak, yeni doğan bir çocuğun doğumuna tanık olmak gibi. Ne olabileceğini ve ne hissedilebileceğini daha önceden kestiremediğiniz bu müziğin yapılma anında bilmeniz gereken o müziğin büyük bir parçası olduğunuzdur.
“Hepsiyle ayrı ayrı müzik yapmak beni besliyor ve monotonluktan çıkarıyor. Dolayısıyla bu farklı müzik tarzlarında yer almam uzun süre daha devam edeceğe benziyor.”
Çoğumuz seni Mutrib grubu ile tanıdık fakat birçok farklı projede yer alıyor, farklı müzisyenlerle değişik işler yapıyorsun; senin açından hangisi daha doyurucu?
Aslında en çok zevk aldığım doğaçlama topluluklarında yer almak; kendi adıma oluşturduğum solo projem olan “Birds String Quartet” ve “Birds Ensemble”, “Islak Köpek”, “Taranta Babu” veya daha önce karşılaşmadığım veya dinleme fırsatımın dahi olmadığı farklı tarzlarda müzik yapan müzisyenlerle keyfi doğaçlama seansları çok hoşuma gidiyor. Yeni bir yüzle karşılaşmak, yeni bir müzik ve yeni bir ruh ile bir olmak, bütün olmaya çalışmak benim için çok keyifli. En son Peter Brötzmann ve Joe McPhee ile bir prova yapma şansım oldu ve unutamayacağım bir gün olarak hayatıma kazındı diyebilirim. Mutrib raflarda beklemeye devam ediyor hala ve üzerinde düşünmeye devam ediyorum. Vokal yaptığım ve müziğin beyni olmaya devam ettiğim bir başka grup dolayısıyla burda başka bir şey deneyimliyorum ve açıkcası hala vokal olarak nasıl bir yeri kapladığımı bilmiyorum. Çıkardığımız son işlerimizden memnunum fakat artık yeni birşey yapmanın zamanı geldi gibi hissediyorum.
Bunların dışında hayatıma yeni bir ruh olarak dahil olan Halil Sezai ile çalışmaya başladık. Şimdiye kadar iki konser yaptık birlikte ve bu konserlerin ikisinde de doğaçlama çaldım. Bu anlamda Sezai ve ekibi beni oldukça rahat bırakıyor ve sahne de onların kurguladığı müziğe yeni bişiler eklemek beni mutlu ediyor. Son olarak da Melis Danişmend ve Miss Crowley var. Bu iki proje de yine yaptığım tüm projelerden farklı, özgün ve duygusal bir yapıya sahip. Açıkcası içinde olduğum tüm oluşumlar, projeler ruhumdan bir parça taşıyor. Hepsiyle ayrı ayrı müzik yapmak beni besliyor ve monotonluktan çıkarıyor. Dolayısıyla bu farklı müzik tarzlarında yer almam uzun süre daha devam edeceğe benziyor.

“Zenginlik dediğin nedir? Müzik aslında ne? Bir gün içinde neler yapılır. Toprağın ve doğanın hayatımızdaki yeri. Vahşi yaşamın içinde insanın yeri vs… Yani acayip bir dünya orası ve çok gerçek.”
Müziğin ruhuna inanan birisin, Afrika müzikleri gibi yerel müzikler hakkında neler düşünüyorsun? Müzik-ritüel, dans senin için ne ölçüde önemli, günümüzde bunlar ne ölçüde yaşanıyor?
Afrika’ya gitmeyi çok istiyorum ve oranın yerli kabileleriyle doğaçlamayı deneyimlemek büyük bir heyecan benim için. Çünkü her doğaçlama bir süre sonra bir transa sokuyor ve orada yaşayacağım bu trans halinin bana neler hissettireceği benim için mühim. Dinlediğim kadarıyla hissettiğim; bizim bugüne kadar kendi hayatlarımızda deneyimlediğimiz çoğu şeyin dışında daha doğal bir yaşam biçimi. Yaşam biçimi diyorum çünkü bunların bir ritüel olması bu anlama geliyor. Belirli zamanlarda yapılan törenlerdeki müzikler ve danslar dünya’ya, evrene, tabiat anaya, kendilerine, tanrılarına bir hediye gibi. Sahip oldukları herşeye duydukları bir minnet borcu gibi. Bunun içinde olabilmek mutlaka insan ruhuna özellikle bizim gibi şehirde yaşayan insanlara önemli bir takım bakış açıları sunuyor olmalı. Bunu oraya gittikten sonra tekrar sor bana. Fakat onları uzaktan da olsa hissedebildiğimi biliyorum. Bir kere içinde bulundukları fakirliğe rağmen hayatı müzik ve dansla besliyor olmaları ve enerjilerini bu yönde kullanıyor olmaları başlı başına şehir hayatının koşuşturmasına kendini kaptırmış bir çok insan için ilginç bir örnek. Çok fazla ders çıkarılır burdan. Zenginlik dediğin nedir? Müzik aslında ne? Bir gün içinde neler yapılır. Toprağın ve doğanın hayatımızdaki yeri. Vahşi yaşamın içinde insanın yeri vs… Yani acayip bir dünya orası ve çok gerçek.
“Popüler olduğumu düşünmüyorum ama bilen, bilmek isteyen ve bana inananların çoğalıyor olması beni çok mutlu ediyor ve daha farklı, güzel, yeni şeyler yapmam için beni motive ediyor.“
Çello popüler bir müzik enstrumanı değil, fakat sen bir şekilde popülerliği yakaladın, bunu neye bağlıyorsun?
Çok çalışmış olmak ve sanırım zaman içinde kendimi en iyi ifade edebileceğim şeylere doğru akmayı başarabiliyor olmam. Çok insan seven ve çok paylaşmayı seven biriyim ben. Dostluk, arkadaşlık hayatımda çok büyük bir önem taşıyor ve içinde olduğum her projenin devamlılığı bununla eş değer. Kişilerle devamlı olarak bir hayatı paylaşmıyor olsam da çok kutsal bir şeyi paylaşıyor oluyorum: Müzik. Dolayısıyla iletişimin güzel olduğu yerde güzel müzik ve aşk arkasından geliyor. Müziğe aşığım, enstrumanıma aşığım. Ve beni çeken, çağıran, yakalayan güzel şeylerin içinde olmak ve niyetlerin iyi olmasının bir sebebi bu. Ben popüler olduğumu düşünmüyorum ama bilen, bilmek isteyen ve bana inananların çoğalıyor olması beni çok mutlu ediyor ve daha farklı, güzel, yeni şeyler yapmam için beni motive ediyor.


“Bir müzisyen olarak canım ne istiyorsa yapıyorum; bu da benim yaşam biçimim.”
İyi ki ellerimden tutanlar var, benim de kalbim hep onlarla açıkcası. Bazen gelen mesajlarda, sürekli farklı şeyler yapıyor olmamdan dolayı kafalarının karıştığını görüyorum, sonuçta beni izleyen, takip eden insanlar ilk dinledikleri üzerinden benimle bağlantı kuruyorlar, fakat ben devamlı olarak başka bir şeyle belirmeyi çok seviyorum sırf bu nedenle bir çok insan “yahu napıyor bu, bu ne şimdi?!” diyebiliyor ama bunun yanında duruma alışmış ve “bakalım şimdi ne yapacak!” diyen insanlar da var. Benimle yeni bir maceraya sürükleniyor ve izliyor; takdir ediyor veya etmiyor, yaşıyoruz, akıyoruz işte. Bir müzisyen olarak canım ne istiyorsa yapıyorum. Bu da benim yaşam biçimim.
Müzik piyasası hakkında neler söylemek istersin; seni rahatsız eden koşullar var mı?
Artık hiçbirşey rahatsız etmiyor. Herkes nasıl yaşamak istiyorsa, ne yapmak istiyorsa ve niyeti neyse onu elde ediyor bence. İyi kötü. Beni tek rahatsız eden Türkiye’deki müzisyenlerin ve dinleyicilerin farklı şeyleri deneyimlemek konusunda çekimser ve inkar edici olması. Çok garip ön yargılar var müziğe. Kişi dinleyemeyeceği veya çalamayacağı bir müzik duyduğunda “berbat bu ya!” diyip kenara çekiliyor. Müzik böyle yargılarla yıpratılıyor. Tabi herkes ne dinlemek istiyorsa dinlesin, çalsın vs… emeğe saygı günümüzde büyük önem teşkil ediyor çünkü kimsenin kimseye sevgiyi bıraktım, saygısı bile kalmadı. Bencil bir düzen içinde yaşıyoruz ve bunun yerine bir bütünlük arıyorsak bütün olabilmeyi ve kabul edebilmeyi öğrenmemiz gerekiyor.

Açın Pencerelerinizi
Hayatı yaşamak sadece istediklerimizi gerçekleştirmek ve istediklerimize sahip olmak değil. Ben merkezli bir yaşamı reddediyorum, kardeşlik, dostluk ve aile kavramlarını aşırı önemsiyorum. Yardımlaşmayı, sevgi paylaşımını, saygıyla yaşayabilmeyi ve değer yargılarımızla niyetlerimizin iyi olmasını dilediğim bir dönemdeyim. Ve tabi ki bu dünya’da sadece biz yaşamıyoruz! Yaşayan her canlıyla iletişimde olabilmek ve onları görmezden gelmediğimiz günlerimiz daha çok olsun.
Bir arkadaşım aç kalbinin pencerisini demişti bana.
Ben de şimdi size diyorum.
Açın pencereleri…

Gülşah Erol
> Youtube / Spotify





























































































































