Mumyanın Yazışması* Antonin Artaud

Artaud portrait by Corinne Taunay

Artık hayatta kendine dokunmayan bu beden,
kabuğunu aşamayan bu dil
sesin yollarından geçmeyi bırakmış ses
tutmayı gerçekleştireceği uzamı bile bilemeyen, alma ha­reketinden fazlasını unutmuş şu el
Ve nihayet, içinde kavramın artık kendi çizgilerinde be­lirlenmediği şu beyincik,
benim taze etten mumyamı oluşturan bütün bunlar, tan­rıya, doğmuş olma gerekliliğinin beni yerleştirdiği boşluk hakkında bir fikir veriyor.
Ne hayatım tam ne de ölümüm mutlak biçimde başarı­sızlığa uğramış.
Fiziki olarak, artık düşüncemi besleyemeyen katledilmiş etimden dolayı, eksik değilim.
Ruhsal olarak kendi kendimi yok etmekteyim, kendimi artık canlı addetmiyorum.
Duyarlılığım yerdeki taşlar düze­yinde, nerdeyse kurtlar çıkacak içinden, terk edilmiş şantiye­lerin haşaratları.
Fakat bu ölüm çok daha rafine, bu kendimle çoğaltılmış olan ölüm, bedenimin bir tür nadirleşmesinde bulunuyor. Zekânın kanı yok artık. Kabusların mürekkep balığı, ruhun çıkışlarını tıkayan bütün mürekkebini salgılıyor. Bıçağın kes­kin yanını umursamayan bir eti damarlarına kadar kaybetmiş bir kan bu.
Bu oyulmuş bedenin, bu gevşek etin, yukarısından aşa­ğıya sanal bir ateş dolaşıyor. Hayata ve çiçeklerine ulaşan köz­lerini bir berraklık her saat başı tutuşturuyor.
Göğün sıkı kubbesi altında ismi olan her şey, alnı olan her şey, bir nefesin düğümü ve bir ürpermenin halatı olan, bütün bunlar onda etin dalgalarının gerisin geriye döndüğü o ateşin döngüsüne giriyor, bir gün bir kan seli gibi yükselen o sert ve yumuşak etin.
Olguların kesişme noktasında donmuş mumyayı gördü­nüz mü, şu cahil ve canlı mumyayı, boşluğunun sınırlarını bilmeyen ve kendi ölümünün titreşimlerinden dehşete düşen mumyayı.
Gönüllü mumya kalktı ve etrafındaki gerçeklik kıpırda­dı. Bilinç bir ihtilaf meşalesi gibi zorunlu sanallığının bütün alanını kat ediyor.
Bu mumyada bir et kaybı var, entelektüel etinin karan­lık konuşmasında o ete karşı durmada bir iktidarsızlık var. Her sarsılışı bir dünya biçimi, başka bir doğurma türü olan o gizemli etin damarlarında koşan şu anlam, hatalı bir hiçliğin yanığında kayboluyor, kendi kendini yiyor.
Ah! çıkarmalarında, çiçek sonuçlarında bu şüphenin bes­leyicisi, bu doğuruşun ve bu dünyanın babası olmak.
Ama bütün bu et sadece başlangıçlardır, sadece yokluk­lardır ve yokluklar, ve yokluklar…

Yokluklar

 *La Nouvelle Revue Française, Mart 1927, S. 162, s. 57-58 / Sürrealist Metinler’den

Fransızcadan Çeviren: Mehmet Bağış, Ben, Antonin Artaud Ve Yayınevi, 2019


Gérard Mordillat’ın yönetmenliğini yaptığı ve Jacques Prevel’in 1974 tarihli aynı adlı romanından uyarlanarak 1993 tarihinde sinemaya aktarılan ve “My Life and Times with Antonin Artaud” adıyla da bilinen (En Compagnie d’Antonin Artaud) siyah-beyaz bu Fransız filmi, Prevel ve Antonin Artaud arasındaki dostluğu anlatıyor.

VAHŞET TİYATROSU

Artaud 51 kez elektroşok görmüş ve içinde taşıdığı umudu kaybetmemiş bir insandır. Çünkü –her ne olursa olsun- Artaud toplumun uyandırılması gerektiğine inanır, belki de inanmaz, ama eğer öyleyse amacı ulvi bir şeye dönüşür. Çünkü o zaman, asla uyanmayacağını bildiği bir toplumu uyandırmak için kendi canını yemiştir.

Tiyatronun İkizi’nde Artaud tiyatro veba ile aynı şeydir der. Veba dehşet verici ve aynı zamanda saflaştırıcıdır. Tiyatro da öyle olmalıdır. Vebanın vahşetinde bir hayat vardır, çünkü bu canlı, can veren, ölümün ve yaşamın ayırdına vardıran bir ölümdür. Böylesi bir ölüm, bu denli vurucu, bu denli çarpıcı, bu denli büyük bir çırpınış, hayatı uyandıran şeydir. Bu ölüm bir canlanma, bir canlandırmadır. Fışkıran yaşam ölgün kelimelerle donatılmış bir yaşam müsveddesi değildir, gerçek ifrazatın kokusu, görüntüsü ve anlıklığıyla (efifani tabirini kullanmıştır) en ilkel anlamıyla canlıdır. Bu canlılık ancak bir uyarılmayla insana işler, kabuğun altına iner, ve –ihtimal- o en derinde, ete gömülü kalmış küçük, yumuşak, gizli ve dokunulmamış erojen bölgeye dokunabilir. Bu bir hazırlıktır, sonrasında tiyatro durulur ve uyarılmış zihinlere hitap eder. Ancak o raddede yüksek bir ruh hali yaşanabilir. Bu bir ayindir. Bu yeniden doğuştur. Ve ancak bu bir vasatı kendine getirebilir. Eğer bir kendi varsa.

Çünkü vasat öldürücüdür. Çünkü vasat insan ölüdür. Yozlaşma onu çürütmüştür. Tüketim onu emmiştir. Yaşamadığının farkında değildir, kendinde değildir, kendi değildir. Kendi olan şeyler yokmuş gibi davranır, kendi olarak gördüğü şeyler varmış gibi davranır, herkesi kendi gibi sanır.

Sıradan insan, sıradan insan diye bir şey olmadığını bilmez.

Ama insanın içinde bir yaşam vardır, ne de olsa yaşam inatçı bir şeydir, bir öz, bir sır, bir kapsül olarak insanın içinde sürer gider, ve vasatın havasız ülkesinde soluk almanın yolları bulunur. Mesela maske takılır. İlkel canlandırma geleneğinde de, Doğu’da, Afrika’da, Güney Amerika’da maskeler vardır.

Bu maskelerin ardında birinin olduğu bilinir ama onun önemi yoktur, önemli olan maskenin verdiği doğaüstü güçtür. Çağımızda sahne büyür, antrakt kalkar, maskeler tersyüz olur. Artık maske sıradan insan maskesidir, üzgün surat, gülen surat, çalışkan, namuslu, ağırbaşlı, evcil surat, içindekileri gizler, sadece tepegözü, bıyıklı kadını, yaralı yüzü değil, kemgözü, seri katili, orospuyu, ibneyi, peygamberi de saklar. Eskiden daha yüce bir ruh durumuna yükselten gelenek, artık hemzemin etmeye yarar, ki ayrıksı ruhlar çaktırmadan aramızda sürünebilsin. Canlı kalıp da ne olduğunu saklayamayanlar, ayıklanırlar. Geri kalan hiç kimse yaşamazken, çoğu çoktan cavlağı çekmiş, bir kısmına ölü taklidi yapmaktan inme inmiş iken, bunların alenen yaşamaya hakkı yoktur.

Toplumsal suç budur.

Artaud’un yadsıdığı suçluluk budur. “Bizi rahat bırakın” der. “Rahat bırakılmaya ihtiyacımız var.” Çünkü yoldan çıkmışların yoldan çıkışı toplumu ilgilendirmez. Toplumun toplu günahlarının yanında bunlarınki nedir ki?

İşte bu yüzden, Artaud günaha inanmaz. Ama erotik suça inanır. İnandığı bu erotik suç biraz muamma olarak kalır. Çünkü Artaud’un bunu biz gibı gırtlağına kadar cenabete batmış kimselere anlatmaya ya dili ya edebi yetmez. Ama ipuçlarının peşine düşmemize izin verir. Bir defa afyon, tütün, alkol suç değildir, intihar suç değildir, otuzbir de suç değildir, hatta düzüşme isteği de erotik suç değildir. Peki nedir bu erotik suç? Öncelikle bütün psikiyatrislerin işlediği bir suçtur. Bunu etraflıca tetkik etmiş olmalıdır Artaud, çünkü tek bir istisna olabileceğini bile kabul etmez. Melekler ve bakireler de bu suçun çıbanbaşıdır. Çünkü Artaud’un indinde suç olan, sapıklık olan erotik bir zevki feci halde kışkırtırlar, ya da belki yaratırlar, ya da yaratımına alet olurlar. Çünkü teknik olarak bakire olan bir bakirenin, bakirelik imgesiyle uzaktan yakından alakası yoktur. Ve teknik olarak melek diye bir şey yoktur. Bunların pezevenklerinin günlük cirosu hakkında en ufak bir bilgimiz de yoktur. İşte bu yüzden bunlar ne teknik ne de estetik olarak, ne bu dünyada ne de başka bir dünyada toplumun intihar ettiği! Van Gogh’un saflığına erişemezler.

Artaud’un tiksindiği erotik suç bu imgelerin ve nezih maskelerin kaskapalı kapılar ardındaki orjisidir. Psikiyatristin suratından akan sapıklık, yüzündeki soylu ağırbaşlılık, eğitimli, kontrollü ve kendini bilen üstünlük duygusunun nezih maskesi ve o maskenin ardında çağlayan iktidarlılıktır.

Artaud bu nezih insanlarla bu vasat insanlarda hiç bir muhteşemlik görmemenin acısıyla dolu bir adamdır. Onlarda görülmeye değer bir şey yoktur, hiç bir şey. Oysa görülecek acılar vardır, görmemiz gereken ama gözümüzden uzak bazı şeyler olmaktadır. (Bachmann, bir seferinde “Hepimizin isteği görebilen kişiler olmaktır”, der. O da insanoğlunun gerçeği taşıyabilecek güçte olduğuna inananlardandır.) Birileri bir görebilse belki bir kıyamet kopabilir. Çünkü hiç bir şeyi görmeyişimizin bir nedeni vardır. Çünkü veba ve barbarlık geçmişte kalmıştır. Çünkü topluca iyileştirilmişizdir. Çünkü afyonumuz hiç patlamamıştır. Çünkü gözümüz bakirelerde ve meleklerde kalmıştır ve alıklaşmışızdır. Oysa biri karşımızda çırpına çırpına can çekişse, belki de ondan sonra şimdiye kadar olduğumuz gibi olmazdık. İşte Artaud’un umudu budur. Karşımızda çırpına çırpına ölmüş ve yine de bizden daha çok yaşamıştır çünkü en azından umudu ve yaşamı sonuna kadar taşımıştır. Uyanışımızı ve dirilişimizi bizden çok daha fazla planlamıştır. Ve sadece huzur içinde uyumamızı dileyen tanrılarımızdan çok daha fazla şey ummuştur bizden.

İşte biz bunu yadırgamışızdır. Bize rahatsız edici, delice, tekinsiz ve densiz gelen şey budur. Ve Artaud, evet, tüm o densiz lafları etmiştir ve hoşa gitmeyen o sesleri çıkarmıştır, ama adamı osurtana kadar sıkanların payını da teslim etmek lazımdır. Kaldı ki Artaud’un bize fazla ince gelen, ya da sadece fazla gelen estetiği –ki bir at sineği olmak yerine estetik bir vahşetten medet ummuştur- önümüze bir Vahşet Tiyatrosu koymuştur. Onu da zaten sadece bir kez koyabilmiştir. Bu vahşetin metafizik bir vahşet olduğu söylenir! Belki sürreal bir vahşet olduğunu söyleyenler de olmuştur. Oysa Artaud’un vahşeti rahatsız ediciliktir.

Cocteau “Toplum bizim gibileri ancak sanatta hoşgörür,” der, “ama ben hoşgörülmeyi kabullenemem.”

En azından, toplumun Cocteau’ya yaptığını Artaud’a yapmamış olmasıyla teselli bulabiliriz.

Gözde Genç, 2.5.2006


Les deux parties du documentaire “La Véritable Histoire d’Artaud le Mômo”, par Gérard Mordillat et Jérôme Prieur, réalisées en 1993.

‘Poète, homme de théâtre, acteur, Antonin Artaud (1896-1948) est l’auteur d’une oeuvre immense parmi laquelle Le Théâtre et son double, L’Ombilic des limbes, Le Pèse-nerfs, Le Voyage au pays des Tarahumaras, Van Gogh le suicidé de la société, Artaud le mômo… Le 26 mai 1946, après neuf ans d’internement dans différents asiles et pour finir à l’hospice de Rodez, Antonin Artaud revient à Paris, accueilli à la Gare d’Austerlitz par ses amis Henri et Colette Thomas, Jean Dubuffet et Marthe Robert… Arthur Adamov et Marthe Robert s’étant portés garants de sa vie matérielle, il vivra désormais à la Maison de Santé d’Ivry, sous l’autorité du Dr Delmas qui mettra à sa disposition un pavillon et le laissera entièrement libre de son temps et de ses mouvements. Nous voulons refaire avec les amis d’Antonin Artaud, ses amours, ses compagnons le chemin qu’il fit, retrouver dans leur mémoire les lieux qu’il fréquenta, refaire ses parcours entre le clinique d’Ivry et Saint-Germain-des-Prés, dans le Paris de l’immédiat après-guerre. C’est-à-dire que nous voulons retrouver la voix d’Artaud, son visage, sa présence, dans la voix, le visage, la présence de ceux qui l’accompagnèrent, et dont il a bouleversé la vie : Paule Thévenin, Henri Thomas, Marthe Robert, Anie Besnard, Jany de Ruy, Rolande Prevel, Henri Pichette…’


Mavado Charon: Take Revenge on Normalcy

mavado 01
Mavado Charon, ballpoint pen on paper, 2013

The uneasy spring of 1988. Under the pretext of drug control suppressive police states have been set up throughout the Western world. The precise programing of thought feeling and apparent sensory impressions by the technology outlined in bulletin 2332 enables the police states to maintain a democratic facade from behind which they loudly denounce as criminals, perverts and drug addicts anyone who opposes the control machine. Underground armies operate in the large cities enturbulating the police with false information through anonymous phone calls and letters. Police with drawn guns irrupt at the Senator ’s dinner party a very special dinner party too that would tie up a sweet thing in surplus planes.

Mavado Charon: About my artwork, I’m making comics and drawings since I’m a child, and I always wanted to express violent and sexual scenes… but didn’t really succed for many, many years. I’ve got thousands of bad drawings that I won’t show to anybody, because they’re awful. I was using the classical technique teached by comic artists: first you draw with graphit pen, then you ink with china ink and a (plume), but I was not comfortable with this technique. Then, five years ago, I started to (improviser mes dessins) with a rollpoint pen, on small sheets of bad paper. I was very happy with the result that make the drawing much more (vivant)! It was the begining of Mavado Charon‘s career!

About publication, I first started to port my drawings on a blog, and was spotted by Billy Miller, the editor of the famous american gay magazine ‘Straight-to-hell‘. He encourages me to show my artwork, and then I’ve started to publish here or there.

mavado 02
Mavado Charon, ballpoint pen on paper, 2013

“We been tipped off a nude reefer party is going on here. Take the place apart boys and you folks keep your clothes on or I’ll blow your filthy guts out.”

Could you tell us about the resources feeding this imagination?

I’ve got, of course, numerous ressources of inspiration for my artwork, that are mixed togheter! There is childhood inspiration like Hokuto No Ken, the post-apocalyptic manga i was watching at TV when i was a kid, violent video games like Mortal Kombat or Final Fight, or even pro-wrestling! I can mention all the gay porn that i watch since i’m a teenager: from Treasure Island Media films (bareback movies focused on sperm) to the classical Falcon studios movies. The first John Waters movies!

I can of course mention the international weird graphic i love: the japanese Ero-Guro (the great Maruo) and Uta-Hema styles, italian 80′ violent and porn comics loke Ranxerox or Necron, and of course fanzines and graphzine, Le Dernier Cri and United Dead Artists at the first place!

One of my main graphical ressources is Henry Darger, the fabulous american artist! Of course because he made huge drawings with thousand and thousand characters that kill and torture each others, but also because he is talking about vengeance: the Vivian Girls are avenging themselves against adults, that kill children. I oftent think about this idea of “vengeance”, and my drawings can also express the vengeance of queer people (gay, trans, bi, weirdos, creeps…) against normality.

But my main source of inspiration come from litterature! I read a lot, and (l’oeuvre) of William Burroughs, D.A.F. de Sade, Pierre Guyotat,… this is where i find myself!

I love the idea that when you express something in artwork (drawings, texts…) you make it live, you make it happen. If Sade, Burroughs or Guyotat didn’t write what they write, I would be absolutly lost in this world! There is a place for me to live here because of there words, that create places to live for people like me. I just trying to make differents places where different people can live and (trouver refuge).

mavado 03
Mavado Charon, ballpoint pen on paper, 2013

We put out false alarms on the police short wave directing patrol cars to nonexistent crimes and riots which enables us to strike somewhere else. Squads of false police search and beat the citizenry. False construction workers tear up streets, rupture water mains, cut power connections. Infra-sound installations set off every burglar alarm in the city. Our aim is total chaos. 

We trace distinctive a way longing from the Surrealists to Bataille, then to Sade in French Literature. Where do you think this tradition is attached to; can we explain it as results of the effects of heterodoxal religions within that geography?

It’s true that, like many others, religions were very important for French culture, and I don’t know if it’s still that important. I think this tradition is also attached to (l’hérétisme) that mean “freedom of toughs” in Greek. The “Pilosophes des Lumières” form the French 18e centuries, the René Descartes was very important: It was a begining of an era where you can think the world without any god. Of course, the whole oeuvre de Sade was a war declaration against god, and it is fondamental for me. He was also one a the first writer to talk about homosexuality, sodomy… My drawings refer a lot to Sade!

mavado 04
Mavado Charon, ballpoint pen on paper, 2013

Loft room map of the city on the wall. Fifty boys with portable tape recorders record riots from TV. They are dressed in identical grey flannel suits. They strap on the recorders under gabardine topcoats and dust their clothes lightly with tear gas. They hit the rush hour in a flying wedge riot recordings on full blast police whistles, screams, breaking glass crunch of nightsticks tear gas flapping from their clothes. They scatter put on press cards and come back to cover the action. Bearded Yippies rush down a street with hammers breaking every window on both sides leave a wake of screaming burglar alarms strip off the beards, reverse collars and they are fifty clean priests throwing petrol bombs under every car WHOOSH a block goes up behind them. Some in fireman uniforms arrive with axes and hoses to finish the good work.

mavado 05
Mavado Charon, ballpoint pen on paper, 2013

In Mexico, South and Central America guerrilla units are forming an army of liberation to free the United States. In North Africa from Tangier to Timbuctu corresponding units prepare to liberate Western Europe and the United Kingdom. Despite disparate aims and personnel of its constituent members the underground is agreed on basic objectives. We intend to march on the police machine everywhere. We intend to destroy the police machine and all its records. We intend to destroy all dogmatic verbal systems. The family unit and its cancerous expansion into tribes, countries, nations we will eradicate at its vegetable roots. We don’t want to hear any more family talk, mother talk, father talk, cop talk, priest talk, country talk or party talk. To put it country simple we have heard enough bullshit. 


Interview with Mavado Charon 09, 2015 / Segments in italics excerpted from WSB ‘Wild Boys’

mavadocharon.blogspot.com

dirtycharon.tumblr.com