
MANİFESTO
Sitüasyonist Enternasyonel (1960)
Varolan çerçeve, teknolojinin karşı konulamayan gelişimi ve bunun toplumsal yaşamımızdaki anlamsız olası kullanımlarının [yarattığı] hoşnutsuzlukla birlikte, gün be gün artan yeni beşerî kuvveti boyunduruk altına alamaz. Bu toplumdaki yabancılaşma ve tahakküm, bir kısım değişkenler arasında dağıtılamaz; lakin yine aynı toplumun kendi içinde, hep birlikte reddedilebilir yalnızca. Bugünkü çok-biçimli krizin devrimci çözümüne kadar tüm gerçek ilerleme açıkça askıya alınmıştır.
Gerçekten de [özgün bir şekilde] “üretimi, üreticilerin özgür ve eşit birliği temelinde yeniden örgütleyen” bir toplumdaki yaşamın örgütsel perspektifleri nelerdir? Çalışma, bireye nihayetinde tam bir özgürlük veren yaşamsal maddelerin sosyalizasyonu ve üretimin otomasyonu aracılığıyla dış bir ihtiyaca indirgenebilir. Böylelikle, tüm ekonomik sorumluluklardan, öteki insanlara ve geçmişteki dair tüm sorumluluklarından ve borçlarından azat edilerek insanlık, borçlu iş ölçüsüne indirgenmesi imkânsız olduğu için parayla ölçülemez yeni bir artı-değer çıkaracaktır. Herkesin ve her bir kimsenin özgürlüğünün garantisi, özgürce inşa edilen yaşamın, oyunun değerinde bulunmaktadır. Bu oyunsal (karnavaleks) zeminin yeniden yaratımının uygulaması, insanın insan tarafından sömürülmesinin son bulmasıyla güvence altına alınan yegâne eşitlik çerçevesidir. Oyunun özgürleşmesi, yaratıcı özerkliği, dayatılan çalışma ve zevk arasındaki eski (ancient) işbölümünün yerini alacaktır. Kilise zaten popüler şenliklerde ihtiva edilen ilkel gülünç yönelimleri baskı altında tutmak için sözde cadıları yakmıştı. Katılımı olmayan, yalancı, berbat oyunlar üreten, hâlihazırdaki egemen toplumda gerçek sanatsal bir etkinlik, bir suç olarak sınıflandırılır. Bu, yarı gizli bir durumdur. Skandal şekline bürünerek ortaya çıkar.
Peki, durum ne kadar gerçektir?
Daha çok insan varlığınca kışkırtılan daha iyi bir oyunun gerçekliğidir. Bütün ülkelerin devrimci oyuncuları, gündelik hayatın tarih öncesinden ortaya çıkışını başlatmak üzere Sitüasyonist Enternasyonalce birleşebilirler. Bu nedenle, şu anda var olan sendikal, politik örgütlenmelerden bağımsız, yeni kültürün üreticilerinin özerk bir organizasyonunu tavsiye etmekteyiz, ilk halk hareketi, öncü deneysel aşamasını bu organizasyona bıraktığı anda, bizim atfettiğimiz en acil hedef UNESCO’nun ele geçirilmesidir. Bu durum dünya çapında birleştirilince, sanatın ve tüm kültürün bürokratizasyonu, geçmişin yeniden üretimi ve eklektik konuşma temelinde dünyada var olan sosyal-sistemlerin derin ilişkilerarasılığını açığa vuran yeni bir olgudur. Bu yeni koşullara, devrimci sanatçıların müdahalesi, yeni bir eylem türü olmalıdır. Tek bir yapı içerisinden yönlendirilen kültürün bu yönetimsel yoğunlaşması, komplocu ele geçirmeyi tercih ettiği için, onun tam kendi varlığı da darbe yoluyla ele geçirilebilir. Ve kurum, bizim yıkıcı perspektifimiz dışında herhangi bir anlamlı kullanımdan yoksun olduğu için, bu aygıtın ele geçirilmesini çağdaşlarımız önünde meşru görüyoruz. Ve onu ele geçireceğiz. Art arda gelen taleplerin açığa kavuşturulmasında en önemli olduğunu kanıtlayan işi çabucak yürüteceğimizden emin olduğumuz için, UNESCO’yu kısa bir süreliğine de olsa ele geçirmemiz gerekli.
Yeni kültürün ilkesel karakteristiği ne olabilir? Ve eski sanat ile nasıl karşılaştırabilir?
- Gösteriye katılmış olana karşıt olarak, gerçekçi Sitüasyonist kültür, tam/total katılımı önerir.
- Belirli bir zamana hapsedilmiş sanata karşıt olarak, doğrudan yaşanılan anın örgütlenmesini içerir.
- Özelleş(tiril)en sanata karşıt olarak, her an bütün bir halde kullanılabilir eylemleri içinde taşıyan küresel bir uygulamayı içerir.
Doğal olarak bu, şüphesiz ki anonim olan kolektif üretime meyilli olacaktır (en azından emeğin artık metalaşmaması ölçüsünde, bu kültür arkasında izler bırakma gereğinin hâkimiyetinde olmayacaktır). Bu deneyimin asgari önerileri bütün yaşanılabilir gezegenlere genişletilebilir olan ve bütün gezegeni kaplayabilecek ölçüde birleşik, dinamik bir kentleşme ve davranışta bir devrim olacak. Tek yanlı sanatın aksine, sitüasyonist kültür bir diyalog, bir etkileşim sanatı olacak. Bugün görülebilen bütün kültürlerin sanatçıları toplumdan tamamıyla kopmuşlardır. Tıpkı rekabet dolayısıyla birbirlerinden ayrıldıkları gibi. Fakat kapitalizmin bu kör düğümüyle yüz yüze kalınınca, sanat da esas olarak bunun karşılığında tek yanlı kalmıştır, ilkelliğin (primitizm) bu kapalı alanı, tamamlanmış bütünlüklü bir iletişimle alt edilmeli ve yerine konmalıdır.
İleri bir aşamada herkes, -mesela, ayrılmaz bir biçimde total kültür yaratımının üreticileri/tüketicileri olarak- yeniliğin çizgisel kriterinin hızlı bir şekilde çözülmesine yardımcı olacak olanlar birer sanatçı olacak. Herkes yönelimlerin, deneyimlerin çok yönlü patlamasıyla ya da radikal olarak farklı ‘okullarla’ art arda olmayan, fakat anında olan durumlarla birlikte, konuşmak üzere bir sitüasyonist olacak.
Biz zanaatların tarihsel olarak sonuncusu olacak olanı takdim edeceğiz. Amatör-profesyonel sitüasyonist’in rolü -uzmanlık karşıtı olarak- yine, herkes kendi yaşamlarının inşasına iliştirilmeyen sanatçılar anlamında bir sanatçı olduğu zaman, ekonomik ve zihinsel bolluk noktasına değin uzmanlaşmadır. Fakat tarihin son zanaatı, yani SİTÜASYONİST ENTERNASYONEL arasında göründüğü ve zanaat olarak statüsü genelde inkâr edildiği zaman, kalıcı bir iş bölümü olmayan topluma çok yakındır.
Bizi doğru anlamayanlara, indirgenemez bir küçümsemeyle sesleniriz ki, sizin kendilerinizin yargıç olduğuna inandığınız sitüasyonistler, bir gün sizi yargılayacaklar. Bütün biçimleriyle dünyanın özelleş(tiril)mesinin kaçınılmaz tasfiyesi olan dönüm noktasını beklemekteyiz. Bunlar bizim hedeflerimizdir ve bunlar insanlığın gelecekteki hedefleri olacaktır.
ali rıza t. , ayça a. / tesmeralsekdiz için çevirildi. şubat 2006



Önce toplumsal çoğunluk patriyarkal, homofobik değerlerinden kurtulmaya çalışsın, AVM lere, kent mekanlarının ticarileştirilmesine karşı çıksın, üniversitelerin bilimsel özerkliğine sahip çıksın. Toplumsal çoğunluk muhafazakar ve konformist; onu “aydınlatmak” isteyenlere seçimlerde darbe üstüne darbe indiriyor.
-Yaşar Çabuklu (2014, muhabbet)
Evrenselliğe inanmıyorum. Evrensellik denilen şey genellikle batının evrenselliğidir. 18. ve 19.yy batı evrenselliği ötekileştirmeye dayanıyordu. Kadınlar, siyahlar, sakatlar, eşcinseller, etnik azınlıklar vb. ayrımcılığa uğruyordu.
Geçmişte Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal gibi büyük şairler yetiştirmiş bir toplumuz, şu an böylesi gönül erlerine rastlayamıyoruz, geçmişle övünüyoruz; bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Bugünün toplumu geçmiştekinden farklı. Halk kültürü denen şey zayıflıyor, ana akım medyanın, televizyonun biçimlendirdiği ticari bir pop kültür öne çıkıyor ve halk bu yeni kültürü tüketiyor. Tasavvufun sosyal-kültürel koşulları giderek ortadan kalkıyor. Halk kültürü denilen şey batıda folklorik bir öğedir artık, yerel bir çeşnidir.
Bugün bilimin, teknolojinin nimetlerinden başta parası olanlar olmak üzere birçok toplumsal kesim farklı ölçülerde yararlanıyor. Dünyada görece daha demokratik kültürler de var daha otoriter kültürler de. Patriyarkayı sadece devlet yaratmadı, toplum gündelik hayatı içinde patriyarkal ilişkileri bizzat üretiyor. Önce toplumsal çoğunluk patriyarkal, homofobik değerlerinden kurtulmaya çalışsın, AVM lere, kent mekanlarının ticarileştirilmesine karşı çıksın, üniversitelerin bilimsel özerkliğine sahip çıksın. Toplumsal çoğunluk muhafazakar ve konformist; onu “aydınlatmak” isteyenlere seçimlerde darbe üstüne darbe indiriyor. Cioran’ın şu minvalde sevdiğim bir cümlesi var: “halk için üzülmeyi bırakın: meselesi çözümsüzdür”
Hayata karşı hep mesafeli bir tavrınız oldu, her zaman böyle miydiniz, karamsar biri misiniz?
Mesafeli olmak eleştirel olabilmenin önemli koşullarından biri. Yakınlığı dışlayan bir şey değil bu hatta yakınlığı daha değerli kılan bir şey.
Kötümserlik/iyimserlik gibi karşıtlıklar sorunlu ve göreceli. Karamsarlık genellikle topluma ilişkin bir umuda bağlı olarak düşünülüyor ki bence bu yanlış. Toplumsal çoğunluk genellikle egemen söylemin farklı biçimlerini içselleştirir. Eleştirel birinin zaten topluma ilişkin fazla bir umut beslememesi gerekir.
Toplumsal durum şöyle ya da böyle olabilir, iç karartıcı olabilir. Ulus denilen şey devletin yukarıdan aşağıya kurduğu, sınırlarını, yasalarını, ulusal bayramlarını, resmi dilini belirlediği, farklı etnik, dinsel vb. topluluklar arasında bir hiyerarşi ilişkisi kurduğu, homojenleştirmeye çalıştığı bir yığındır. Birey bu yığınla bir kader ortaklığı içine girmek zorunda değildir. O , imkanları çerçevesinde kendi istediği gibi yaşamaya çalışır, kendi çevresi içinde kurar mutluluğunu ya da mutsuzluğunu.
Yaşar Çabuklu 1955’te İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi’nden siyaset bilimi yüksek lisans derecesi aldı (1983). Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi’nde metin yazarlığı yaptı.
Kitapları: Kovulanın İzi (2001), Özgürlükçü Düşüncenin Peşinde (2003), Postmodern Toplumda Kriz ve Siyaset (2004), Toplumsalın Sınırındaki Beden (2004), Uzam ve Kötülük (2005), Bedenin Farklı Halleri (2006), Toplumsal Kurgular ve Cinsiyetçilik (2007), Toplumsal Performanslar (2009), Postmodern Toplumdan Kesitler (2010), Kültürün Karanlığı (2012)



Alakır Nehri Kardeşliği
Sivil İtaatsizlik Alanları Bildirgesi
15 Mayıs 2014
Bizler için, insanlığın ve onu besleyen doğa’nın katili olan bu kapitalist sisteme, her ne bahaneyle olursa olsun, kıyısından köşesinden, gönüllü ya da gönülsüz içinde yer alarak ona hizmet etmenin, artık ne ahlaki, ne ideolojik, ne felsefi, ne fiziksel ne ruhsal ne de vicdani anlamda katlanılabilir bir hali kalmıştır.
Elimizin değdiği, gözümüzün gördüğü, yaşamımızın her alanında ve an’ında yer alan ‘şeylerin’ üretim ve tüketim aşamalarında, köle gibi, sağlıksız ve adaletsiz koşullarda çalıştırılan insanların ve doğa’da katledilen milyonlarca masum canlının vebaline daha fazla ortaklık edebilecek halimiz de kalmamıştır.
Karşı durduğumuz her şeyi, heran, devamlılığını besler halde davranmayı isteyebilecek bir yaşam düşümüz de yok bizim.
Artık bu kirli oyunu oynamıyoruz.
Tüm ürünlerinizi, sunduğunuz, dayattığınız her şeyi, her kullanımında kan, vahşet ve zulüm kokan tüm bu yarattıklarınızı istemiyoruz artık.
Almıyoruz. Kullanmıyoruz.
Toprağımıza ve doğamıza çekilip tamamen, sadece onun bizlere emeğimiz karşısında sunduklarıyla yaşıyoruz.
Sivil itaatsizlik alanları yaratıyoruz.
Toprağa gireceksek elbet birgün hepimiz, bizler, bu topraklarda, bu şekilde yaşayıp gitmek istiyoruz.
Alakır Nehri Kardeşliği









Beat Music Factory

WEST-KADIKÖY






















TEPE ÇOCUKLARI
DÖNDÜR KADEHİ






