Amandine Urruty: Doğaüstünü Çizmek

Amandine Urruty (1) bw
Amandine Urruty ‘The Fruit Triptych’ graphite on paper, 72×36 inch, 2016

Caro Buermann, Los Angeles’te Corey Helford Gallery’nin onuncu yılı için Amerikalı sanatçı Mab Graves, Japon Yoko d’Holbachie’yi ve Fransız ressam Amandine Urruty’i de içeren özel bir karma sergi düzenledi. Urruty’nin resimleri hem sempatik, hem de ürkünç.

Bu sergide gösterilecek eserlere ilişkin konuşalım; bu seçki bir bütünü yansıtacak mı?

Corey Helford için toplam on eser seçtim; hepsi aynı seriden parçalar, doğaüstü olaylara ilişkin seriden. Bu seriye baktığımda biraz daha feminen ve tatlı işler ortaya çıkarmaya çalıştığımı görüyorum. Sergiye vereceğim işlerden favorim ‘Meyve Üçlüsü’ (The Fruit Triptych); üç panelden oluşan bu resimde görkemli ve ürkütücü bir aile portresi görüyoruz.

amandine-urruty-disco-ball
Amandine Urruty ‘Disco Ball’ 70×100 cm. graphite on paper, 2015

Resimlerindeki karakterlerin, hayalgücünden beslendiği ortada fakat bu seride, özellikle göze çarpan ilginç karakterler var; ‘Fruit Triptych’deki ‘Ödlek Arslan’ ve ‘Disco Ball’daki Kurabiye Canavarı gibi. Bu karakterler görsel dünyana nasıl girdiler? 

Görsel dünyam, hafızamda kalanların bir yansıması, takıntılarım, örneğin sucuklar, meşhur televizyon karakterleri, çocukluk anılarım, oyuncaklar, Orta Çağa özgü tuhaf hayvanlar ve Rönesans manzaraları. Zihin, bir oyun bahçesi ve ben de resimlerimi Viktoryan fotoğraflar, çizgi filmler, mitolojik yaratıklar, Katy Perry kostümlerindeki köpekler, Susam Sokağı veya House of 1000 Corpses’den karakterler, oyuncak bebekler gibi bibloları andıran bir biçimde işliyorum.

Eserlerin bir çok farklı karakterden oluşan kompozisyonlar içeriyor. Böylesi karmaşık kompozisyonlar resmetmenin özel bir nedeni var mı? Hikayenin merkezine işaret eden, ana bir karakter var mı?

Bazen ana bir karakter üzerine odaklanıyorum, bu doğru. Her zaman aşırı kalabalık resimler yapmayı sevmişimdir. Hatta bu resimleri yaparken daha fazla detay eklemekten kendimi alamıyorum. Benim için bitmiş bir resim yoğun ve kalabalık bir resimdir, resme her bakışınızda dalıp gidebilmeli ve yepyeni bir detayla karşılaşmalısınız. Hieronymus Bosch’un resimlerinde olduğu gibi.

Tüm bu resimlerde gördüğümüz karakterlerin çoğu sembolik ve kişisel anılardan meydana geliyor. Bu sembollerin esası genellikle mutlu bir deneyime mi dayanıyor, yoksa mutsuz bir deneyime mi?

Bu değişiyor. Karakterlerimden bazıları çok mutsuz anılarla ilintili olmasına rağmen, kimi zaman espirili de olabiliyor. Gerçek şu ki; tüm bunlar birbiriyle bağlantılı ve aynı sahnede var olabiliyorlar, tıpkı gerçek yaşamda olduğu gibi. Çelişkili öğeleri bir arada resmetmeyi seviyorum. Komik, ürkünç, sevimli, müstehcen… Tatlı-ekşi bir tad bırakan işleri seviyorum, aynısını kendi resimlerimde de yapmaya çabalıyorum. Basit bir detay oldukça korkunç bir sahneyi bir anda komik gösterebiliyor, ya da bunun tam tersi. Benim için bu çelişki sanatın ta kendisi. Onu eşsiz ve büyüleyici kılan da bu.

Sanat, negatif enerjinizi atmanıza yardımcı oluyor mu? Ya da, teslim süresi belli olan bir iş ortaya çıkarırken yaşadığınız güçlükler sizi strese sokuyor mu? 

İkisi de bazen oluyor! Bence sanat için bir tür meditasyon diyebiliriz. Bir sanat eseri ortaya çıkarırken tamamen kendinizi ona vermeniz, bir parçası olmanız gerekir, çünkü yeterli düzeyde konsantre olmadığınızda bunun bedelini hata yaparak ödersiniz. Ancak şunu da itiraf etmeliyim ki hayat sahnesinde zaten fazlasıyla zamana karşı bir yarıştayız! Bu anlamda evet, sanatçılık kimi zaman insanı strese sokan bir duruma dönüşebiliyor. Sergi süreçleri yaklaşırken kimi günler hiç uyumadığım, hafta sonları dahil gece-gündüz deli gibi çalıştığım oluyor. En son yıllar evvel tatile çıktığımı hatırlıyorum ve sadece dört günlüğüne. Aslında bu çok tuhaf, çünkü insanlar, sanatçıların boşta gezen aylaklar olduklarını düşünürler. Fakat bu insanların hiçbiri, ressamlığın ne kadar zahmetli ve sabır gerektiren bir iş olduğunu bilmezler.

Amandine Urruty (7)
Amandine Urruty ‘1, 2, 3, 4’ kağıt üzerine grafit ve kömür, 61×91 cm, 2016

Karakalemle çalışıyorsun. 

Dürüst olmak gerekirse bugüne kadar boyama konusunda hep beceriksizdim. Sanat çalışmalarıma başladığımda ekspresyonist resimler yapıyordum. O günlerde, Francis Bacon gibi olmak istiyordum. Ama ne yazık ki bu olmadı ve ben de ilk göz ağrım, çok sevdiğim karakaleme geri döndüm; zaten tuhaf bir şekilde yatağımın üzerinde çalışıyorum ve karakalem gibi kuru bir teknikle çalışmak bu açıdan büyük rahatlık sağlıyor.

Siyah-beyaz çalışan ender sanatçılardansın. 

Desen çizmeyi hep sevmişimdir ancak bunu bir stil olarak benimsemem biraz zaman aldı. Akademideyken, çizim derslerinde kurşunkalem kullanmayı sevmeme rağmen farklı teknikler de denemek istedim fakat pek de beceremedim. Daha sonra fotoğraf çekmeye başladım, sosisler ve sloganlar içeren devasa posterler yaptım, bunları sağa sola asıyordum… Vintage, öğrenci işi sokak sanatı. Bir süre sonra çizime geri döndüm. İlk sergim tamamen siyah-beyaz çizimlerden oluşuyordu. İlerleyen süreçte, içine girdiğim oldukça mutsuz bir dönemle baş etmek ümidiyle çarpıcı renkler, gök kuşakları gibi öğelere giriştim. İki sene boyunca şeker pembesi ve fosforlu sarı gibi renklerle bir şeyler yaptım. Daha sonra, babam vefat ettiğinde, gökkuşağı renkleriyle aydınlatmaya çalıştığım perspektifin çok da işe yaramadığını farkettim. Bundan üç yıl önce, kesin ve tam anlamıyla siyah-beyaza geri dönüş yaptım ve de artık bunu değiştirmeye pek de niyetim yok. Desen, sonu gelmeyen bir egzersiz ve siyah-beyaz resimlerle yol almak benim için gerçekten heyecan verici.

Kendini ressamlığa vermeden önce bir müzik grubunuz vardı, ne tür müzik yapıyordunuz?

Kafası karışık bir Fransız bossa nova grubuydu. ‘Kafası karışık’ diyorum, çünkü progressive rock ve 8bit melodileri aynı anda çalıyorduk. Grubun ana dinamiği her şeyi melodiyle söylemekti; istem dışı bir şekilde. Grubun akibeti, kan revan içinde sonlanmasına rağmen, gerçekten de heyecan verici bir deneyimdi ve birçok insanın karşısında şarkı söylemek güzeldi, bu deneyim bana özgüven kazandırdı ve görsel sanatlar kariyerime başlamamda etkili oldu.

Amandine-Urruty-Greatest-It
Greatest It Cover for the ‘Greatest It’ compilation, 2009

Bu müzik grup vesilesiyle posterler, albüm kapakları, flyer’lar ve benzeri grafik materyaller üretmenin sanatsal açıdan faydasını gördüğünü söyleyebilir miyiz?

Halihazırda güzel sanatlarda okuyordum ancak grupla takılmaya başladığımda akademinin sınırlarından uzaklaşarak kendi grafik dünyamı kurmaya başladım. Ağzı, burnu, elleri, kocaman gözleri dışında hiç bir uzvu olmayan, ne idüğü belirsiz bebeksi karakterler, tuhaf hayvanlar yapmaya başladım. Bu eski işlerim fazla detaylı değildi fakat bunları yaparken harika vakit geçirdiğimi de itiraf etmeliyim. Onlar benim ilk üretimlerim, geçmişe dönüp baktığımda ilk yaptığım köpek portreleri hala hoşuma gidiyor ancak bunları anı olarak saklamayı tercih ederim.

amandine-urruty-skeleton-BG
Amandine Urruty ‘Skeleton’, 70×100 cm, Graphite on paper, 2015

Sanırım resimlerini yaparken tuhaf hikayeler ve korku filmlerinden de ilham alıyorsun.

Neden bilmiyorum ama tüyler ürperten hikayeler, her zaman beni etkilemiştir. Bu hikayeler bana ninni gibi geliyor. Ama dürüst konuşmak gerekirse seri katil hikayeleri, beni asla gerçek anlamda korkutmadı. Dokuz yaşından beri korku filmi izliyorum. Babam da bu tip gerilim ve korku filmlerini severdi, bu tutku sanırım bana ondan miras kaldı. Babamın bu tutkusu sayesinde Suspiria, The Funhouse ve Re-Animator gibi ilk sinematografik heyecanlarımı çok ufak yaşlarda yaşadım ve elimdeki meşalenin ateşi halen capcanlı!

30726671_10157312853034278_4469696047906975417_n
self portrait

PRØHBTD Content & Culture

Tercüman: Selin Oransayoğlu

amandineurruty.com


Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s