
Engelbert Kievernagel ve tüm tımarhane kaçkınlarının aziz anısına.
Tercüme: Erden Kosova (Alm.), Cemal Akyüz (İng.), İpek Turhan (İng.)

Thanks to Anna Hellsgård and Christian Gfeller for the resource
Yemek Sergisi ENDART
Berlin, Almanya
1980’lerin başında bir grup Berlinli genç, resim, heykel, grafik, performans, müzik, film ve şiir alanında kolektif çalışma amacıyla bir araya gelirler. Çalışmaları iğrenç bulunur ve olumsuz tepkilere hedef olur.
Oranienstrasse‘de bir sergi mekanı bulduk. 13 Eylül’de Alexander Haig‘in sunumuyla başlayan ve efsanevi sokak kavgalarına sahne olan bir açılış gerçekleştirdik. Bahsi geçen bu kavga sabahın ilk ışıklarıyla birlikte başladı ve meşhur sergi açılışına kadar devam etti.
Hiçbirimizin çok fazla parası yoktu ve yemekleri hep beraber hazırladık. 83-84 kışında yenilebilen bir sergi açma fikri çıka geldi. Son paralarımızı da bir hafta boyunca bu yemek pişirme ve kızartma işine verdik. Markthalle hayvan pazarın’dan et parçaları aldık ve onları sakız kıvamına gelene kadar kaynattık. Koliler dolusu meyve ve sebze çeşitli yollarla kullanıldı. Domuz başları yeşile boyandı, bir adet kek, yumurta kabukları, tırnaklarla ve ev yapımı peynirle; özel bir sürpriz olarak hazırladığımız puddingin yarısı ise kırmızı biberle dolduruldu.
Hatta galerinin önüne bir et parçası koyarak tuzak kurup, bir köpek yakalayıp parçalamayı bile düşündük. Fakat uyanık biri, yerel gazetelerden birini arayarak sinsi planlarımızdan bahsetmiş ve beş dakika içinde bir gazeteci galerinin dışına damlayıverdi. Ayrıca ne hikmetse, o gün sokakta hiç köpek yoktu (normalde her zaman gelip kapının etrafına pislerlerdi) Böylece biz de bu fikirden vazgeçtik ve fotoğrafçı da evinin yolunu tuttu.


Sonrasında yemek sergisi planlarımıza devam ettik. Zemin katta gösterilmek üzere 200 litre yeşil bağırsak, domuz kafaları ve kemik parçaları bulmayı başardık. Aynı zamanda dış cephesi spaghetti ve salataya bulanmış bir bebek evi inşaa ettik.
Çok geçmeden muhafazakarlardan -nimetle dalga geçilmez- şeklinde tepkiler gelmeye başladı. Anlaşılan her yıl tonlarca yemeğin üretim fazlası, israf olarak çöpe gittiğini unutuyorlardı. Genel ziyaretçiler ise bunca malzemenin tüketimi ve ziyanını eleştiriyordu. Fakat çoğu ziyaretçi için bu baştan başa fiziksel bir deneyimdi.
Sergi sürecinde yaşanan en enteresan sahne ise ziyaretçilerden birinin, bir diğerinin suratına aniden salata fırlatmasıyla başladı. Bundan sonra iş çığrından çıktı ve kolleksiyonerler, punklar, sanatçılar, sanat tarihçileri cümbür cemaat kavgaya tutuşup, bir saat boyunca savaşıp durdular.
Bir sene sonra yeni bir sergi yaptık, ismi Kot Cousine (Bok Pişirme Stili) idi, davetiye kartına karaciğer sosundan ve kurutulmuş balıktan bir karışım örneği ekledik. Çoğu kart, postanın dağıtımı reddetmesinden dolayı adreslere ulaşamadı. Sergi bir öncekiyle aynı konseptteydi. Yedi metre uzunluğunda kızarmış ekmekten bir dekorasyon yarattık. Koca bir mayalama adamı, bir sandalyeye oturdu ve kafasının üzerinde asılı duran üzümleri yakalamaya çalıştı. Küvet, yavru balıklar, solucanlar ve parlak renklere boyalı bağırsaklarla dolduruldu.
13 Eylül 1985, saat 9 sularında izleyiciler gelmeye başladı. Beuys‘un Herkes Sanatçıdır manifestosundan etkilenen punklar küvetin içindekileri etrafa saçmaya başladılar, sanat tarihçisi Norbert Stratmann ise bir avuç dolusu yemek alıp birinin suratına fırlattı ve böylece kaos yeniden başladı!
Şubat 1987’de Neukölln Müzesi‘nin fiziksel yemek ve Endart teması üzerine organize ettiği bir sergiye davet edildik. Spandau‘daki merkez kasaba gidip, onlara sabah 4’te bazı parçalar alıp alamayacağımızı sorduk, ve bir kutu altılık bira ile biraz et takas etmeyi başardık. Öküz gözlerini, salatalıkları, beyinleri, soğan ve kuş pisliğiyle karıştırıp, sırıklarla desteklenen heykeller yaptık. En ilgi çekici parça ise atan kalp olmuştu. Şişede bir ineğin kalbinin atabilmesi, kalbe bağlı olan damla infüzyonlu bir delik açtık ve bu sayede kalp atıyordu. Fazla söze gerek yok, bu gerçekten büyük bir başarıydı.
Klaus THEUERKAUF’un metni kaynak alınmıştır. MOLLUSK #02, 2006


Eileen Wunderlich
Psikoloji tahsilli Eileen Wunderlich, 1967’de Batı Berlin’de doğdu. İlk fotoğraf makinasını 12 yaşında eline aldı ve aynı yıl içinde sokaklarda rastladığı ölü hayvanların fotoğraflarını çekmeye başladı. Annesi, kızının bu takıntısının kendine özgü bir tuhaflık, bir çeşit şizofreni olduğunu düşünmesine rağmen Eileen’in hobileri hakkında çok da endişe etmedi. Eileen yolda bulduğu ölü hayvanları topluyor ve saklıyor. Hayvanları evine getiriyor, cesetleri dikkatlice arşivleyip kayda geçiriyor. Hayvanların yüzde doksanı ne yazık ki kaldırımda pestili çıkmış bir durumda eline geçiyor. İlkbahar gelince Eileen bazen ağaçların altında kuş aramaya da çıkıyor. Bazı evcil ölü hayvanların hatta plasentaların bile sahipleri tarafından ona getirildiği oluyor.
Sen… Ben… ve Berlin
Miron Zownir / Türkçesi: Burak Bayülgen
Berlin bir açık cezaevi
Uçsuz bucaksız çöl kodesi
Kalmamışken bok çukurundan farkı
Çekerken iti-kopuğu ve ezikleri
Ne sapıklar ne keşler
Meydanlardan taşan götverenler
Beyaz yakalılar ve bereliler
Ne Hollywood ibneleri
Ve ne de Azize Theresa
Bana şu anki kadar gelir yabancı
Etrafa bakıyorum
Sana bakıyorum
Ve o zalim yüzün takınmış bir güzellik salonu kibri
Diyor ki bana her şey yolunda
Ne var yani siyahiyse komşular
Yahut Stuttgartlı?
Önemli ya da önemsiz
Zengin ya da benim gibi küçümsenmiş?
Rahat bıraksınlar beni kâfi
Ve baksınlar kendi işlerine
Tıpkı her sosyopat gibi kafesteki
Kaçayım daha iyi
Ve kaybolayım
Bir dünyaya ki ne cennet ne cehennem
Ne Paris ne de Rio
Shangai ve de Berlin

Engelbert Kievernagel
1928 – 1987
Kievernagel, daha ziyade yakın çevresi tarafından beğenilen ve rağbet gören tipik bir naif sanatçıydı. Kathe Be, Kain Karawahn, Stefan Roloff, Miron Zownir ve daha birçok kimse ile çalışmıştı. Para kazanmak için yardımcı olarak çalıştı, bunun yanı sıra daha çok teşhirci özelliğini sergileyebileceği bir alan olan çıplak modellikte de aranan biriydi.
1928 Berlin doğumlu Kievernagel, yetimhaneye yerleştirildiğinde 8 yaşındaydı. Düzenli olarak yatağını ıslatıyor, bağırıyor, yemek yemeği ve konuşmayı reddediyordu, sonrasında Karl-Bonhoeffer kliniğine transfer edildi. 17 Haziran 1953 yılında Doğu Berlin’deki gösterilere katıldığı dönemde yakalandı ve Waldheim’de dört yıl hapse mahkum edildi. Burada üç senesini pskiyatri koğuşunda geçirdi.
1957 yılında kızkardeşi ile beraber Batı Berlin’e taşındı. Polis, doktorlar ve diğer yetkililerle olan sorunları devam etti. İlk çizimleri çeşitli devlet dairelerine yolladığı protesto mektuplarında kendini göstermeye başlamıştı : “Bu mektubu, ofislerde saçmalamayı bırakıp artık benim işimi halletmeleri için yazıyorum.” Kievernagel’in dışavurumcu tavrı çoğunlukla provokasyona yol açıyor ve pek de ciddiye alınmıyordu, ya da insanlar onun aptal olduğunu düşünüyorlardı. Ama o çılgınlığını işe yarayacak bir şekilde kullanacak kadar akıllıydı, 1987 yılından ölene kadar kaldığı bakımevinde de aynen böyle yaptı. Şirret yaşlı kadınlar okudukları dergileri kapıların altından atarak birbirleriyle paylaşıyorlardı. “Ben de gay dergilerimi ve porno dergilerimi atıyordum kapıların altından.”
1981 yılında gittikçe bozulan maddi durumunu düzeltmek ve kontrol altına almak için bir dizi şantaj mektubu yazdı. Bir başka psikiyatri kiliniğine kapatıldı. Karar şu şekildeydi: ‘Psikoseksüel olarak, gelişmekte olan bir çocukla aynı seviyede. Çocukluğunda yaşadıklarından kaynaklanan ciddi davranış bozuklukları kendini izole etme, çevreyle ilişki kuramama, çok sınırlı muhakeme yeteneği ve genel anlamda gerçeklik kavramından uzaklaşma şeklinde kendini göstermektedir.’ Aynı yıl kanser teşhisi kondu. İkinci ameliyatı olmadan hemen önce hastaneden ayrılan Kievernagel tedaviyi reddetti. Ardından gelen acılara şikayet etmeden direndi. Aynı zamanda dur durak bilmeden resim çizmeye koyuldu. Ölümüne dek çoğunluğu tükenmez kalemle ya da keçeli kalemle A4 kağıdına ve A1 kağıdına çizilmiş yüzlerce iş yaptı. Resimlerini hep dağıttı, başkalarına verdi. Çünkü aşırı fantazilerini ve anarşist eğilimlerini konu edinen resimleri zaten kimsenin çok fazla dikkatini çekmiyordu.
Çizimlerinin de adı olan ‘Günahlar Vadisi’ne olan saplantısına rağmen Engelbert dindar biriydi. Kain Karawahn tarafından 1987 yılında çekilen belgeselde ne olmak istediği sorusuna: “Hiç, hiçbirşey… hiçbirşey olmak istemiyorum, kesinlikle hiçbirşey” cevabını verdi. Engelbert Kievernagel sadece orijinal bir Kreuzberg’li değil, aynı zamanda hayatı ve sanatı bir noktada buluşturma savaşını vermenin bariz sonuçlarına katlanan az sayıdaki sanatçıdan biriydi.
Reinhard Scheibner
Berlin, 21 Ağustos 2006

48 ve 49. Sayfalardan tercüme
1. Mektup
Sevgili Reinhard, Berlin 20 Ocak 1983
Bugün sana bir kaç şeyden bahsetmek istiyorum! Ama nereden başlayacağımı bilmiyorum. Şişko, aptal bir domuz ve de amcık olduğumdan mı, Ulrich’le Stephan bunları sana zaten söylemiştir. Ayrıca benim o aptal sapıkça çizimlerimi de gördün. Biraraya gelip birşeyler yapmaktan çok mutlu olurdum. Tabii ki işin maddi boyutunu falan düşünmeden. Sadece bana söz verdiğin kağıt için gelmiyorum ayrıca sana çıplak poz vermekte isterdim, üzerimde sadece kadın çorabı ve bir kemer varken. Tabi ki sen de istersen, yağlıboya, bunu çok azdırıcı ve sapıkça buluyorum. Bütün çıplak model pozlarını verebilirim, klasik pozlardan daha altkültürlere kadar. Beni cidden azdırmak istiyorsan açık saçık konuşmalısın, o zaman ne istersen yaparım. Uzun zamandan beri bana tam bir amcık, şişko bir domuz ve de göt olduğumu söyleyecek azgın ve sapık gençler arıyorum. Belki ben çıplakken üzerime işeyecek bir kaç kişi tanıyorsundur. Böylece onların sidiklerinin üstünde domuz ahırındaki şişman bir orospu gibi sesler çıkarabilirim. Uzun uzun işeyebilen erkekler olmalı, banyo küvetinde de çalışırım. Ama yerde de olur böylece götlerini ve yarraklarını yalarım. Çıplak bir köle olarak sikilmekten ve götümün tokatlanmasından hoşlanırım. Şişman koca götüm denizdeki bir gemi gibi bir aşağı bir yukarı zıplar. Ayrıca boklu bir zeminde göbeğimin üzerinde olmaktan hoşlanırım. Ama bunlar sadece benim önerilerim, gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine sen karar vermelisin.
Saygılarımla, aptal şişko domuz, Engelbert Kievernagel Glogauer-Str. 23- 1000 Berlin 36
Seks ve pislik olmadan benim sadece basit bir resmimi yapmak istersen, ona da varım. Bu resimleri Kreuzberg dahil nerede istersen sergileyebilirsin.
Engelbrecht Kievernagel

2. Mektup
Sevgili Reinhard,
Mektubunu aldım ve teklifimle ilgilenmene memnunum. Senin çıplak kölen olmak ve poz vermek dışında ne istersen yapmak istiyorum, ayrıca atölyeni temizler ve organize ederim. Benim efendim olmalı, bana şişko, azgın, sapık bir orospu gibi davranmalısın. Kocaman azgın götümü arada sırada tekmelemelisin. Atölyede ister poz veriyor, ister temizlik yapıyor olayım bana açık saçık şeyler söylersen çok iyi olur, seni amcık, şişko domuz, göt, götveren gibi şeyler söyleyebilirsin. Belki temizlik yaparken, atölyeyi toplarken favori pozlarını belirleyip bunları resimlerinde ve fotoğraflarında kullanabilirsin. Haftada bir iki sefer gelebilirim, zaten bu yüzden fotoğraf çekmeden ve fotoğraftan çalışmadan olmaz.
En dostça saygılarımla
Engelbrecht Kievernagel, Glogauer-Strasse 23 – 1000 Berlin 36
3. Mektup
Sevgili Reinhard, Berlin, 26 Ekim 1984
Senden çok uzun zamandır haber alamadım, umarım iyisindir. Hala resim yapıyor musun? Hala benim resimlerimle ilgileniyor musun? Eğer ilgileniyorsan onları sana vermeye hazırım! Ama bana bir iyilik yapman lazım. Ne zaman koca götümün tekmelenmesini istesem ve ne zaman kemerle kırbaçlanmak istesem, bunu yapacaksın, önceden konuşuruz, attığın kırbaçların sayısı resimlerimin ücreti olacak. Sana bir sürprizim daha var. Çok özel bir sürpriz: Noel döneminde senin evinde çok özel bir banyo yapmak istiyorum. Sen başrolü oynayacaksın. Umarım yeterli yerin vardır. Zemin su geçirmez olmalı, yoksa olmaz. Ücretini sauna ücreti gibi öderim. Seninle bu konu hakkında konuşmalıyız. Ne zaman gelebilirim? Korkma, sen sadece bol bol işeyeceksin! Aldi’den alınan bira işe yarar!!!!
Engelbrecht Kievernagel – Wiener-Str. 57, CII 9- 1000 Berlin 36

Reinhard Scheibner ile Muhabbet
1953 Bamberg, Almanya doğumlu. Berlin’de yaşıyor ve çalışıyor.
Röportaj: Şubat 2014
R.S. : Her sanat yapıtı düşlemin, fantezinin bir ürünüdür. Ama basit fanteziler de değildir bunlar; zira gözlemler, içeriğe, biçime ilişkin düşünümler, sezgiler, bedenselliği de içeren duyular taşırlar içlerinde. Çoğu zaman sağ elimi kullanarak çizim yaparım ama sol elimi kullandığım, ayaklarımı kullandığım ya da gözlerim kapalı çizdiğim durumlar da olur. Gravür serilerimde olduğu gibi yakın geçmişimizin karanlık sayfalarını araştırdığım olur.
Zaman içinde son derece farklı süjeleri, farklı konuları resmettim, çeşitli türlerde farklı yöntemler izleyen çalışmalarım oldu. Bunlardan kimisi saf biçimde fantezi ürünleriydi; çoğu ise bir şekilde gerçeklikle ilişkileniyordu. En nihayetinde fantezilerimiz de gerçektir, gerçekliğe dönüştürme itkisini taşır. Bunun yanında neyi nasıl resmedeceğime dair berrak bir zihinle işe başladığım durumlar oldukça seyrektir. Heyecan verici bir şey de olmazdı zaten bu; imge herkesten önce beni şaşırtmalı; öyle olmuyorsa yanlış giden bir şeyler var demektir. Bahsettiğim ilişkileri sadece tekil resimlerde çözüp ortaya serebilirim, aksi halde her şey yüzeyde kalır.

Tuhaf resimler yapıyorsun; bilhassa kadınlara yerleştirdiğin şu penisleri anlamıyorum. Bunları kadınlara iliştirdiğin iktidar uzuvları olarak mı resmediyorsun yoksa fantezilerin bir parçası mı?
Hayır bunun cinsiyetler arası eşitlenmeyi sağlama çabasıyla ya da Freud’un tanımladığı biçimiyle penis kıskançlığının sonradan telafi edilmesiyle bir alakası yok. Hermafrodit figürü mitoloji içinde çok uzun bir süredir yer almakta; aynı şeyi sanat için de söylemek mümkün. Bugünlerde internette de aynı düşüncenin günümüze yansıyan varyantı olarak bolca ‘she-male’ ve ‘ladyboy’ filmi ve imgesi bulmak mümkün.
Bunun yanında bir kadının penise sahip olmayı çok arzuladığını bana itiraf ettiğini hatırlıyorum. Bu nedenle onu öyle resmetmiştim. Sonra da devam ettim buna. Ellili yaşların ortasına geldiğimde kendi aynılığımdan sıkılmış bir durumdayken dönüşüm yıllarını kullanmaya ve bir kız olarak ikinci bir yaşam sürmeye karar verdim. Bu süreçte en değerli parçamdan vazgeçemedim yine de. Sadece kendimi eğlendirmek için bu ikinci benliğe ait fotoğraflar ve videolar üretmeye giriştim, gayet basit ve salaş bir biçimde. Bu ‘ikinci yaşam’ı internette de var edebilmek amacıyla kırık bir İngilizceyle kıza dair bir biyografi kaleme aldım. 2011 yılında Zürih’teki Sanatta Porno Müzesi’nden kişisel sergi için davet aldığımda bu iki yaşama dair hikayeleri desenlerden oluşturduğum bir seride resmettim. Benden farklı olarak kızın bir felsefesi de vardı, burada alıntıladığım gibi:

“Küçük Gina kaç yaşında diye merak ediyorsunuzdur. Söylemem gerekir ki, kimse kesin bir yanıta sahip değil bu konuda; kimsenin bu bilgiye ihtiyacı da yok, çünkü daima onüç ile onbeş yaşları arasında olacağım ve her seferinde cinselliği en baştan keşfedeceğim. Peter Pan gibi büyümeyeceğim hiç; hatta beni onun ablası olarak bile görebilirsiniz. Büyümek istemiyorum; sizin olgun dünyanız, erişkin ilişkileriniz ve siyasetleriniz, para hırsınız beni hiç ilgilendirmiyor. Erişkin insanlarla sadece ve sadece sikişmek istiyorum. Bunun yanında erişkin insanlar başka erişkinlerin Gina’yı sikmesine izin vermemeye çalışıyorlar. Ama bu sizin bir diğer ahmaklığınız sadece. Benim korunmaya ihtiyacım yok. Tersine, belki de sizin bana karşı korunmaya ihtiyacınız var. Yoo, doğru değil, ben şeytansı bir yaratık değilim; çok tatlı ve naziğim. Kendi yasalarınızdan ve arzularınızdan korunmaya ihtiyacınız var; küçük Gina’dan değil; benle güzel vakit geçirmenizi istiyorum ve daha önce söylediğim gibi, nasıl göründüğünüz, kaç yaşında olduğunuz beni ilgilendirmiyor. Ben ışıldayan, herkesi seven, insanlara gerçek zevk veren bir tipim; benim yanımdayken herkesin mutlu olmasını istiyorum. İnsanların ve çoğunlukla kadınların kullandığı anlamıyla sevmek değil kastım. Beni seviyor musun, beni hep sevecek misin, beni artık neden sevmiyorsun… Bu duygusal, sahiplenici, kıskanç sevgi türüyle bir alakam yok benim. Hastalıklı geliyor bu duygusallık bana. Ben kabul edilmekten, olumlamadan bahsediyorum; kimsenin üzerine yapışmıyorum; bir insandan diğerine, gencinden yaşlısına sıçrıyorum. Evet küçük Gina için hepsi bir; şeylere ya da insanlara el koymuyorum. Benim kız-sikimle oynamanız hoşuma gidiyor ve küçük bir sivrisineğin sikimin başının üzerine oturması ve kız-sikimden kan emmesi bana heyecan veriyor. Hiç aşık olmadım ve hiç bir zaman olmamayı da umut ediyorum. Senin ya da başkasının da bana aşık olmasını istemiyorum. Aşık olunca insanların suratlarında beliren o koyunsu ifade bana itici geliyor. İhtiyacım olan ve istediğim sadece iyi bir sikiş.”
2011 yılının sonunda ‘Horny’ isimli kitabım üzerine çalışmaya başladım ve bu nedenle matmazeli Berlin’in çıplak/ gece yaşamının [Nacht/Nackt kelimeleri arasında bir kelime oyunu, ç.n.] içine yolladım araştırmalar yapsın diye. Ne kadar girerse gerçekliğin içine o kadar iyiydi. Tarafsız bir gözlemci olarak dursun diye değil, bir şeyler yaşantılasın ve ben de onları aktarayım diye gönderdim onu.
Kievernagel’den bahsetmek ister misin? Kendisiyle yakın arkadaş mıydınız; yoksa belli projeler için mi bir araya geldiniz?
Yaşamının son yılında kanser yüzünden evinden çıkamıyordu ya da çıkmak istemiyordu; o dönemde sıkça ziyaret ettim onu, ve bir ölçüde bakımında da bulundum. Kendisine bakan kız kardeşi dışında yakını yoktu hiç. Bana yazmış olduğu mektuplar fazla kişisel, hatta mahrem tınlıyor olabilir ama doğrusu bu tür mektupları ilgili ilgisiz herkese yazardı. Şimdi hayatta olsa yine benzer şeyler kaleme alırdı. Mektupları benim görüşüme göre sanatının bir parçasıydı; öyle olduğunu düşünmesem ortaya çıkarmazdım zaten.
Belki de bugün yaşıyor olsa yazmayı bırakırdı çünkü ara süreçte bazı şeyler değişti. Engelbert’in döneminde ormanda çıplak gezinmeye çıkmış olsa atlı polisler tarafından avlanırdı herhalde. Ama bugünlerde herkes Berlin’in ortasında çıplak bir şekilde güneşlenebiliyor ve neredeyse kimse gıcıklık çıkarmıyor. Yeniden Birleşme’nin iyi taraflarından biri de bu oldu herhalde. Gayet sıkı materyalistler olarak yetiştirilmiş Doğu Almanlar’ın kamusal alanda elbiselerini çıkarmaya dair dinsel çekinceleri yoktu hiç bir şekilde. Ortam da bugünlerde iyice örgütlenmiş vaziyette; benzer fantezilere sahip insanlarla şehrin bir köşesinde buluşup yiyemeyeceğiniz bir halt kalmadı geriye, doğrusunu söylemek gerekirse.

Berlin için neler söylersin?
Güzel kelimesini kullanmazdım doğrusu; Berlin’i tanımlamak için hangi sıfatı kullanmam gerektiğini kestiremiyorum. Uzun kış aylarının ıslaklığında ve soğukluğunda pek güzel olduğunu zannetmiyorum. Yaz aylarında bile pek ılınıyor, kuruyor sayılmaz. Ama o kadar çok Berlin var ki, belki daha spesifik biçimde sorman gerekiyor soruyu.
Entelektüel bir yalnızlık içinde misin, yoksa sosyal biri misindir?
Evet, bazen öyle bir his geliyor. Daha çok kendimi izole etmeye meylediyorum. Bir Balzac karakteri gibi sanatlarıyla dünyayı fethetmeye çalışanların ortamlarından uzak tutuyorum kendimi..
Mektubunda Klaus Theuerkauf ve seksenlerdeki sanat kollektifinden bahsetmişsin. Bizlere biraz seksenlerdeki bu sanat kollektifinden ve endart galeri’den bahsedebilir misin?
Sanatçı kolektifi sanırım 1980 ya da 1981’de kuruldu. Kreuzberg’de bir dükkan kiralanmıştı. Arka odalarda çalışılmaktaydı, ön tarafta ise üretimler sergileniyordu. Başarı da çabuk geldi ve ünü Berlin’in dışına taştı. 1988’de ise dağıldılar tekrardan. Kimisi sanat yapmaya devam etti; kimisi başka mesleklere kaydı. Tanıyordum onları ve işlerini de beğeniyordum ama bir üyesi olmadım grubun. Zaten 90’ların başında tanışmıştım. O yıllarda Klaus arkadaşlarının ya da beğendiği sanatçıların işlerini de sergilemeye başlamıştı. 1994 ve 2005 arasında bir dizi grup sergisinde yer aldım ve orada bir kaç kişisel sergim de oldu. Hiç bir zaman bilindik galerilerden biri olmamıştı orası. Bir galerici olmak için fazla sanatçı ve anarşisti Klaus. Maalesef pek iyi bir işletmeci olamadı; olsaydı bize de biraz hayrı dokunurdu belki. Ama benzer yönde çalışan başka sanatçılarla tanışmak için çok iyi bir mekan oldu. Dükkan bugünlerde genelde kapalı duruyor, aradabir iş gösteriyorlar. Cumartesi öğleden sonraları Yukarı Kreuzberg Burun Flütü Orkestrası, Grindchor dükkanda prova yapıyor. Ve bira su gibi akıyor.

Miron Zownir ile Muhabbet
Carolina Hellsgard & Meeloo Gfeller, Berlin 2005
Encylopedia de Bongout! MOLLUSK 01
Bruno S. ile halen bağlantıda mısın?
Evet. Ara sıra telefonda konuşuyoruz veya bir kulüpte onun için bir performans ayarlamaya çalışıyorum. İyi bir herif, fakat filmden çok para kazandığımı düşünüyor. Sürekli filmin akıbetini soruyor. Ona filmin başarılı olduğunu söyledim, fakat Bruno kendine yeni bir daire alabileceğini ve ünlü olabileceğini düşündü. Elbette bunları ben de isterdim… Fassbinders’in vefatından bu yana Alman sineması düşüşe geçti, iyi fikirlere sahip cesur sanatçıların sayısı gittikçe azaldı. Çoğunlukla Bruno’nun yeteneksiz bir aktör, bir ucube olduğu düşünülüyor ama bu sadece aptalca bir yanılgı. Filmi hiçbir bütçemiz olmadan yaptık. Projeden bahsettiğim dönemlerde kimse ilgilenmedi, fakat filmi bitirdikten sonra, Westfahlen’de Almanya’nın en büyük film kuruluşu olan Filmburo, filmi destekleyebilecek durumdayken niçin onlara başvurmadığımızı sordu… Lanet olsun, tam bir saçmalık!
Film üzerinde ne kadar çalıştın?
Üç haftada bitirebileceğim bir işti. Üç sene sürdü çünkü prodüktörümün tanıştırdığı ilk kameraman götün tekiydi. Neredeyse yirmi beş vasat belgesel film çekmişti ve çok önemli biri olduğunu düşünüyordu. İşler tepemi attıran bir noktaya geldi. Yapımcının tıkanıklığı filmi bir sene boyunca bekletti. Daha sonra Phillipp (Virus) ile tanıştım ve bir kameramana ihtiyacım olduğunu söyledim ve o da “tamam” dedi. Ayrıca filmin editing’ini de yaptı ve filmi gerçekten kurtardı.
Romanın nasıl gidiyor?
Deadline’ı geçeli üç ay oluyor ve ben halen son iki kısım üzerinde çalışıyorum. Çok sabırsızım fakat acele edemiyorum. Son sayfaları aceleyle geçiştiremiyorum. İlkleri ve sonları hiç geçiştiremezsin, kesinlikle hayır. Hala hızlı gidiyor, yazmaya geçtiğimiz Aralık ayında başladım ve büyük olasılık bu Aralık’tan önce de bitmiş olur. İlk kitabım, bilmem biliyor musun ‘Kein schlichter Abgang’ üç senemi aldı.
Yazmaya başlamadan önce her zaman finali bilir misin?
Yani, tam olarak değil. İlk romanımda bir fikrim veya konseptim yoktu. Ayrıca karakterleri düşüncesizce değiştirdim. Sanırım, yapılabilecek tüm hataları yaptım. Neredeyse üç senemi aldı ve birçok sinir krizi. Şu an ise bir taslakla çalışıyorum.

Fotoğraflarına gelelim, insanları ve özel durumları nasıl yakalıyorsun?
Çekimler için her gün tehlikeli bölgelere gittim. Olayların nerelerde cereyan ettiğini biliyordum, Batı Yakasındaki rıhtım gibi. Rıhtımlarda, kendilerini seks yaparken göstermek isteyen insanlar olurdu. Ny’da ilk senemin sonunda Village Voice benimle ilgili bir makale yayımlandı. Makalenin başlığı ‘Teutonic phenomenographer’dı ve bu bana bir isim kazandırdı. Bundan sonra, insanlar özel birşey olduğunda benimle bağlantıya geçmeye başladılar, tuhaf performanslar veya özel partiler gibi. İlk albümünden iki sene önce Madonna ile tanışmıştım ve kısa bir film için ona bir rol vermiştim fakat yapımcı bin dolar gibi bir rakamı karşılayamadı ve iş yattı.
Bir başka hikaye; Billy Idol’ın yakın arkadaşı olan bir yapımcım vardı. Billy ile bir partiye davet edildim ve yapımcım bizi tanıştırmak istiyordu. “Tamam, neden olmasın” dedim. Sonra, yapımcım gitti ve kendinden geçmiş herifin karşısına geçip bağırdı. “Billy, Billy uyan, seni Miron’la tanıştırmak istiyorum”. Billy uyandı, bana baktı ve bir çığlık attı, benden yeni albümlerinin kapağını yapmamı istedi ve sonra tekrar yere yığıldı. Birkaç ay sonra Los Angeles’taki büyük firmalardan biriyle anlaştı ve elbette kapağı hiçbir zaman yapamadım. Kısaca özetlersek büyük paralar ve büyük kariyerler yapmış birçok insanla tanıştım fakat ben halen, neredeyse otuz sene önceki aynı maddi durumdayım.

Fotoğraf çekimleri esnasında hiç başının belaya girdiği oldu mu?
Tabiiki de. Saldırıya uğradım, üzerime tükürdüler, hapse girdim. Vazgeçtim, ağladım, manevi şiddete maruz kaldım, hepsini yaşadım. Fakat her nasılsa, kamera bir kalkan gibi işliyor. Hiç harika aletlerim olmadı; Bir Nixon’um vardı, daha sonra New York’daki dairemden çalındı. Moskova’ya gittiğimde ufak bir kamera ödünç aldım, bir Olympus. Kamera iyiydi fakat çok yaklaşmam gerekiyordu. Bazen insanlara, şu an sana olduğumdan daha çok yaklaşıyordum. Zamanla kabuslarıma dönüşecek sesler ve kokularla iç içeydim. Soğuk bir insan değilimdir, aksine oldukça duygusalımdır. Dış görünüşte sertim fakat içerde bir sürü şey olup bitiyor. Moskova’da genellikle memurlarla sorunlar yaşadım. Şehri ziyaretimi finanse eden adamın tanıdığı bir Rus vardı. Bu adam, MTV tarzı sokak fotoğrafları çektiğime dair bana bir belge vermişti. Ne zaman bir sorunla karşılaşsam hemen bunu gösteriyordum. Bir keresinde başım ciddi belaya girdi. İki evsizi fotoğraflıyordum ve bir anda etrafımız bağırıp çağıran serserilerle kuşatıldı. Şansıma bir yağmurluk ve içinde Amerikan Polisi baskılı bir gömlek giyiyordum. Yağmurluğu çıkardım ve “Ben bir Amerikan Polis memuruyum, benden uzak durun!” diye bağırdım. Sonra aniden kalabalıktan biri çıkageldi, heriflere Rusça birşeyler söylemeye başladı ve beni oradan çekip çıkardı. Sanki iş ortağı gibi kulağıma “ben de gizli polisim” diye fısıldadı. Rusları gerçekten severim, çok duygusal ve çok agresif insanlardır. Günde en az bir kaç kavga ediyordum.
Moskova’da ne tip yerlere giderdin?
Moskova’da hiç gecekondu yoktu. Daha çok Marzahn gibi boş ve sokak yaşantısından mahrum. İnsanlar genellikle tren istasyonlarında takılıyor. Moskova’da akıl almaz bir yeraltı sistemiyle birbirine bağlı dört büyük istasyon mevcut. Tüneller bir çeşit yeraltı dünyası oluşturuyor ve ben her zaman buralara takılırdım. Sözde belgesel amaçlı gece hayatını kameraya almak için Moskova’ya giderdim, fakat tamamiyle mafya kontrollü ve inanılmaz pahalıydı. Aynı zamanda oralarda ne bok döndüğünü de gördüm, sokakta ölen insanlar gibi.
Sanırım şu an daha az fotoğrafla ilgileniyorsun.
Yazmak şu an merkezde. Tüm ihtiyacım olan kağıt ve kalem. Yeniden başka projeler yapmak isterim fakat yazarken kapanıyorum. Oldukça asosyalim, her şeyden, her gürültüden rahatsız oluyorum. Yalnız kaldığımda, yazarken çok sinirli oluyorum. Bunun dışında şu korkum da var: Ya hiçbir şey değişmezse? Şimdiye kadar birçok senaryo yazdım ve hiçbirini sahnede göremedim. Bundan daha asap bozucu birşey olamaz.
Karlsruhe’deki ilk gençliğin nasıldı?
İlk beş sene, anneannem ve dedemle yaşadım. Ailemin çok ufak bir dairesi vardı ve ikisi de çalışıyordu. Ben de anneannem ve dedemle birlikte büyüdüm. Altı yaşımda ailemin yanına geri döndüğümde anneme yönelik güçlü bir duygusal mesafem vardı. Her nasılsa onu affedemedim. Daha sonra herşeye karşı bir nebze mesafeli oldum; yakın ilişki içinde olmaktan ziyade dikkatli ve gözlemciydim. Sporda başarılı ve güçlü, agresif biri olduğumdan dolayı bir outsider sayılmazdım. Kavgada asla pes etmezdim, bu sayede saygı kazandım. Ergenlik çağına eriştiğimde biraz sorunluydum ve içip içip kavga etmeye başladım. Aynı zamanda çok okuyordum. On üçümde ‘The Strangers’ı okumuştum ki böyle bir roman için çok erken sayılır. Sonrasında elime ne geçerse okumaya başladım. Şu an için bile eğitimim ailemin arzuladığı düzeyde değildir. Bir açıdan entelektüeldim, diğer açıdan tamamen fiziksel. Böyle bir çelişkim vardı ve gün geçtikçe artıyordu.

Bu durum yaptığın işi nasıl etkiliyor?
Çok eskiden, henüz ufak bir çocukken, aynaya baktım ve kendime kim olduğumu sordum. Kendi kendime sordum, kimsin sen, niçin buradasın… O dönemler oldukça romantiktim fakat hayat farklıydı ve mücadele etmem gerekiyordu. Sadece iyi şeylere inanmalıydım. Hayallerim şekillenmeye başladıkça ben de zamanla kendimi onlara kaptırdım. Bir çocuk gibi uykuya dalmadan evvel kendime masallar anlattığımı hatırlıyorum. Öyle ya da böyle, bu, şu an için yaptığım şeylerin başlangıcı oldu, hikayeler yazmak.