
GÖLGE VE DARAĞACI
Ruhun kırık sazında semah havası
Bir gölgeyle giyinir her sabah varlığın andacını
Gövdesindeki özgürlüğü ve darağacını
Kim astı buraya seni? Kırık dallar arasında birinin
Bir meydan savaşında yüzyıllardan beri çoğalan ölüsü
Kurudukça unutuşun aklında kan
Bir güvercin kanatsız yemlik sevmeyi gagalayan
Ormana kök salmış içimizin kuru yapraklı aşkı
Tomruk tomruk kesilen gövdelerinde utancı
Asırlardan beri saran kurtçukları fosillerimizi
Yığılmanın alfabesiyle doğmayan ölü dilleri
Büyüyüp diplere sızan, kara bir suyun laneti
İlerler buharlaşana dek azar azar çoğalarak gökyüzüne
Doğurduğumuz ışıkta suskun çocukların şarkısı,
Karanlıkların ortasında bir yıldız kadavrası
Kuşkuların sessiz çığlıklarını hapseden bir atom bombardımanı
Saklar içinde berfin olmuş umutların çoğalan karıncalarını
Hareket ettirir çevrimi dışarı içeri, işbirliğinin emeğini sürer
dünyada hükmünü yitirmiş iyiliğin başkentini kurmak için
İnsanlık atlasında nefesten cana aşktan canana katılan
her köşeyi içine katar dolaşır kazanılan kalpleri
Yaradan yaraya sızar kanına kazazedelerin süzülüp
sürer merhemini durmak bilmeyen acıdan azade
Onarır ebedi huzur için toz duman yıkıntılar arasından
çıkardığı ölümü ezelden ecele bulaşmış kara mürekkebinde
Kötülüğünü dolaşırken zulüm şeytani arzularda, tarumar
Zalime gönül çalan kırağı alnına yazılmış o yalnızlıklar
Kıyamet kopmuş buzul havasında, keramet yoksulu
Yalancı dünyasında doğmayan güneşin soluğu
Bellekte bilgi fırtınası hatıralarda dalga dalga çok
Beyninin boşluklarında bir beliren bir yok
Korsan gemisine koymuş çalıp insanlık hazinesini,
Yanlış topraklara yolculuğa zorlamış rehin kalmış sizi,
Bengi döngüde yaşama kilitli kalmış bir kapıda
İnsanca düşlerine bir türlü anahtar bulamadığın muamma
Huzurlu gölgelerin anısına adanmış masumun sevgisi
Tan seli gibi görünen hareli içinin varılmamış ötesi
Adım adım üzerimize yürüyen acılarda kimin izleri kalmış
Mutluluğu gelir diye bekleyen birisi adını hep lanetle anmış
2017-İzmir
Erkut Tokman

İki ateş arasındaki postula
‘Scylla ve Charybdis’
“(…) Erkut Tokman’ın şiirsel kategorileri şiir geleneklerimizin tam tersi yönünde kurgulanmış, hem gerçekçi hem hermetik üslupların bir aradalığından oluşan bir tat taşır…”
“(…) Bebek bir çağ, ihtiyar, tüketilmiş bir zaman frekansının içinden doğacaktır. Bu esnada şair Erkut Tokman’dan bir ses duyulur. Son şiir kitabından sayfalar açılmış çağa özgü çağrı, şair tarafından başlatılmıştır… Çağrı önemlidir. O aramayı, soru sormayı, yazdığı sürece sürdürecektir. Belki keşfetmenin skalasıyla sarılmış, belki zamanın ve mekânın deneysel çevresiyle uyum/uyumsuzluk mood’udur bu şairce ses…”
“(…) Bilinmez derinliklerden gelen estetik imge, şairin yerel, bireysel, mitsel simgelerine bürünerek toplumsal düzenin yeni dayanakları olduğu kadar yazın tarihinin en yeni ifadesi olmaya adaydır. Kısaca bu şiirlerde şair bize yepyeni kavramsal bir dünyanın kapılarını açar…”
“(…) Erkut Tokman yazınında olduğu gibi şair bireysel mitolojisini yaratır…”
“(…) Bu bağlamda Erkut Tokman şiiri; Türk Edebiyatında şimdiye dek varolan, akımların içinde yer alan ya da almayan şairlerden daha farklı, daha taze, daha yenilikçidir. Ne Garip’ciler gibi öyküsel bir şiir yazar ne de İkinci Yeni’nin olgunlaşmamış metafiziğini onaylar ne de Toplumcu Gerçekçiler gibi sert imgeler kullanır, ne de 80’ler şiiri tadında mesmerik öğelerle yol alır…”
Gülseli İnal, Hürriyet Gösteri, Ekim-Kasım-Aralık 2020

> Lupoc
KIRMIZI
Dünyanın rahmine kan düştüğünden beri
Ruhum kırmızı
Yokluktan geliyorum
Bir boşluğun içinde bekliyorum
Gövdeme düşen bu eşkin ışığı tanımıyorum
Dünyanın rahmine kan düştüğünden beri
Sana sormak istiyorum
Neden ruhum kırmızı?
Önce gözlerim yoktu biliyorum
Göremiyordum ne karanlığı ne de her ne ise
İlerliyordum görmeden ve ona doğru
Duygu sessiz bir çığlığa saklı
Sana sormak istiyordum
Neden ruhum kırmızı?
Sen susuyordun,
Önce bir sesin yoktu, cevapsız
Boşlukta bekliyorken,
İçimizde adım adım bir kırmızı
Sanki en eski zamansızlıktan
Bir varlığı taşıyarak, ilerliyordu
Sana hep sormak istiyordum
Neden ruhum kırmızı?
Sana gelemiyordum
Yokluktan sana yürümek için
Ayaklarım yoktu
Kuzguni bir boşluğu dolaşıyordu
Işığa sormak istediğim soru
Neden ruhum kırmızı?
Oysa dilim yoktu
Konuşamıyordum yokluğunu
varlığın gibi
Dünyanın rahmine kan düştüğünden beri
Bir insanın kırmızı soluğu
Doğru hissedegeldiği
Boşlukta bir dili kavrıyordu
Sana sormak için
Neden ruhum kırmızı?
Dokunmak istiyordum sonra yeniden
Boşluğa ve sana, oysa ellerim yoktu
Sana söyleyecek bir şeyim de
Yoktu ne düşüncem, ne sözcüklerim
Bir çığlık büyüyordu, içinde ben
Gövdeme hapsolmuş dönüyordum
Dünyanın rahmine kan düştüğünden beri
Dilsiz de biliyordum gideceğim yeri
Kavrayan ne bu boşluğu
Kırmızı bir yalnızlık mı yutan kırmızıyı?
Sormak istiyordum
Ama yoktum
Yoktum…
Yokken de ilerliyordum
Bilmek istiyordum gerçeği
Dünyanın rahmine kan düştüğünden beri.
07.03.14
-e.t
