
Düşman kazanacak olursa, ölüler bile payını alacak bundan. Ancak bu endişeyi içinde tutan tarihçi, geçmişteki umut kıvılcımlarını alevlendirme yetisine sahiptir. Ve düşman kazanmaya devam ediyor hala…
Tarih bugün yaşanılan gerçekliği, Gerçek ile sınayabildiğimiz bir silahtır. Egemen sınıfların yazdığı ‘resmi tarihe’ karşı tarihler ile yanıt vermek gerekir. Ece Ayhan’ın tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocukları, resmi tarihe karşı-tarihle yanıt verme çabasıdır aynı zamanda. Geçmiş devrimci deneyim bu günü anlamak için de bir fener olabilir. Burada W. Benjamin’in tarih kavramı üstüne belirttiği gibi geçmişin yenik, unutturulmuş anlarına kaplan sıçrayışları yapmak gerekir. Çünkü ‘Düşman kazanacak olursa, ölüler bile payını alacak bundan. Ancak bu endişeyi içinde tutan tarihçi, geçmişteki umut kıvılcımlarını alevlendirme yetisine sahiptir. Ve düşman kazanmaya devam ediyor hala…’ Alman faşizmini yaşamış, Gestapo’nun eline düşme kaygısıyla hayatına son vermiş Benjamin’in sözleri ile RAF (Rote Armee Fraktion) üstüne düşünmeye başlamak doğru olacaktır. Egemenlerin düz, ilerlemeci tarih anlayışına karşı, devrim tarihin sürekliliğini parçalamak için yola çıkar. Alman sonbaharını anlamak için Spartakist hareketinin ezilmesine, Alman faşizminin kuruluşu ve vahşi eylemlerine geri dönmek gerekir. Tıpkı 70’ler Almanya’sındaki devrimci isyanın kökenlerini tarih içinde sıçramalar yaparak görülebileceği gibi.

Hayat bu, onu cesaretle yaşamalıyız – Rosa Luxemburg
Rosa Luxemburg ve arkadaşları 1916 yılı başında Spartakusbund/ Spartaküs Birliğini kurdular. Parti hiyerarşisine değil konseylere dayalı, özgürlükçü bir sosyalizmi savundular. 20. yüzyıl başında Luxemburg, Lenin ve Kroppotkin ile birlikte dünya solunun en önemli liderlerindendi. Alman devleti, Rusya’daki Sovyet ihtilali sonrası kızıl tehlikeye karşı özel eğitimli Freikorps birliklerini kurmuştu. Almanya da artarda patlayan ayaklanmalara bastırmak için 15 Ocak 1919’da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, Freikorps tarafından gözaltına alındılar. Dövülerek öldürülmüş bedenleri Landwehr nehri kanallarında bulunur. Ardından Bayern şehrindeki komün bu özel birliklerce kuşatılacak ve 600 direnişçi öldürülerek şehri teslim alacaklardı. Yükselen tepkiler sonucu 1921 dağıtılan Freikorps ilerleyen yıllarda Adolf Hitler tarafından yeniden toparlanacaktır. Alman Sonbaharı olarak anılan süreci anlamak için Alman Devletinin tarihsel süreçteki faşist yönelimlerini okumak gerek.
RAF’ın 5 eylül 1977 günü kaçırdığı İşverenler Sendikası ve Alman Sanayiciler Birliği başkanı Hans Martin Schleyer’in ifşa ettiği kişisel tarihi ibret vericidir. 1931 yılında 16 yaşında Hitler Gençliğine üye olmuş, 19 yaşında ise 227014 numaralı SS üniformasını giymiş ve savaş sonunda Fransızlarca yakalanana dek SS görevlerini hırs ve kinle sürdürmüştü.
Rosa ve Karl’ın katli sonrasında öncülüğünü Richard Huelsenbeck ve Raoul Hausmann’ın çektiği Alman Dada grubu ‘Dadacı Devrim Komitesi’ni ilan edip, komünizm talebini açıkça dile getirdi. Ardından da 1920 yılında Berlin’de bir sergi sırasında sanatın ölümü ilan edildi. Bu çıkışla Alman Dada’cıların amacı, sanata karşı önceliği pratik politik mücadeleye ve devrim hareketine çekmekti. Landwehr nehri kanallarında devrimin hayaleti yüzerken, görev sanatı politikleştirerek hayata dönüştürmekti.
Kent Gerillasının Tarihsel Kökleri
‘Söz konusu olan, terörizme bir gerekçe bulmak değil, onu hiyerarşik sosyal topluluğun kendi kendini düzenleyen mekanizmalarını baltalama ve sergileme yeteneğine sahip bir eylem; en ümitsiz, ancak soylu bir eylem olarak görmektir. Böyle düşünüldüğünde, yaşanılmaz bir toplumun mantığına dahil olan cinayet, sadece armağanın içbükey bir biçimi olarak ortaya çıkabilir.’ -Raoul Vaneigem (‘Gençler için Hayat Bilgisi El Kitabı’ Raoul Vaneigem, s. 36, Ayrıntı yayınları)
Suikastçi (assassin) sözcüğünün kökeni haşhaşiyun (haşhaşin)’a dayanır. Selçuklu hükümdarlığı sırasında, örgütlediği isyancı grupla beraber Alamut kalesini kuran Hasan el Sabbah’ın grubuna Haşhaşinler adı takılmıştı. Her türlü otoriteyi reddeden Haşhaşinler ilk profesyonel gerilla grubu kabul edilir. Resmi tarihin unutturduğu Hasan’ın düşünceleri uzun yıllar yeraltında kuşaktan kuşağa aktarılmış, 20. yüzyılda William S. Burroughs‘dan Hakim Bey’in çalışmaları ile sürekli olumsuzlanan bu filozof-eylemcinin görüşleri gün yüzüne çıkmıştır. Avrupa özgülünde kent gerillacılığının ilk kuramcısı-eylemcisi Louis-Auguste Blanqui’dir. 1867 yılında ‘silahlanmak için direktifler’adlı broşürü yazan Blanqui’nin tüm hayatı Fransız devletine karşı ayaklanmalar düzenlemekle geçmiştir. Sürekli gizli örgütler kurarak, uzman bir savaşçı grubunun doğrudan eylemi iktidarı yıkmayı hedeflemiştir. Mevsimler Derneği adını verdiği gizli örgüt ile Mayıs 1839 da bir kaç günlüğüne Paris kentini ele geçirmiştir. Uzun yıllarını hapiste geçirir, Kömün 1871’de patladığında Blanqui yine Bastille’dedir. Komün yürütme komitesi ellerindeki tüm esirlere karşı Blanqui’yi takas etmek ister. Theirs, Komünün başına bir gerilla komutanı geçirtecek bu öneriyi kabul etmez. Aynı dönemlerde Rus devrimci nihilizminin yaktığı ilk ateş, Avrupa çapında bireysel anarşist eylemcilerle devam edecekti.
Benjamin, Baudelaire yıkıcı şiirinin devrimdeki karşılığı olarak gördüğü Blanqui’nin radikal mirasını yok etmek için Avrupa sosyal demokrasisinin özel bir çabası olduğunun altını çizer. Benjamin 1921 yılında yazdığı ‘şiddetin eleştirisi’ adlı makalesinde devletin yasallığının temelinde yasa koyucu ve yasa koruyucu şiddetin olduğunun altını çizer. Yurttaşların devletin şiddetine boyun eğmesi iktidarın bekasının temelidir. İktidarın şiddetine karşı, halkın kutsal şiddeti çağırması bir haktır. 20. yüzyıl başındaki Sorelci genel grev hakkı ve Konsey deneyimleri ile filizlenecek bu anlayış, 1936 İspanya Devriminde Duritti’nin tugaylarınca hayata geçirilecektir.
Mayıs Ruhunun Savunmadan Saldırıya Geçişi
‘Günümüzde bu sisteme karşı gelişen her türlü radikal muhalefet global bir boyut kazanmak zorundadır. İçinde bulunduğumuz tarihsel anda, insanlığın kurtuluşu için çalışanlara düşen en önemli görev, devrimci güçlerin globalleşmesini sağlamaktır’ (‘Anti-Otoritercilik Üstüne’ Rudi Dutsche, 1969)
Bugün 68 kuşağı diye anılan ve 40. yılı çeşitli etkinliklerle kutlanan hareket, küresel bir devrim hareketiydi. Politik devrimi başaramasalar da kültürel devrimi yapmış hareketin sonu Fransız anti-otoriter öğrenci hareketinin, De Gaulle yönetimi ve onunla uzlaşmış KP ve sosyal demokratlarca yenilgisi olarak ele almak yanlış olamayacaktır. Majör devrim hareketinin yenilgisi ardında, hareket kısa sürede alternatif eğitim, özgür kreşler, ev komünleri, antipsikiyatri hareketi, anti-nükleer cephe gibi minör mücadele kanallarına akar. Fakat 2. Dünya Savaşı sonrası görece demokrasi dönemlerinde yetişmiş Avrupa halkı, yeni isyankar kuşakla beraber 60’lı yıllarda yeniden hortlayan polis devleti ile karşılaşırlar. Savunma halindeki hareket 70’li yılların başında Avrupa’nın farklı ülkelerinde, farklı örgütlenmeler ile saldırıya geçecektir.
Alman anti-otoriter hareketi, öğrenci lideri Rudi Dustsche’nin küresel emperyalizme karşı küresel direniş formülünü 60’ların sonunda kitle eylemlilikleri ile hayata geçiriyordu. Comün 1 grubundan Fritz Teufel kaleme aldığı Situasyonist ruhlu ‘Berlin’in büyük mağazaları ne zaman yanacak’ adlı bildiriden dolayı 6 ay hapsedilmiştir. Comün 1 adlı şenlikli muhalefet temelli Dadaist-Sitüasyonist örgütün militanlarından Benno Ohnesorg’un 2 Haziran 1967’de İran şahını ziyaretini protesto gösterilerinde vurulup öldürülür. Nisan 68’de ise Rudi Dutsche Berlin’de bisikleti ile giderken başından kurşunlanır. Saldırı tüm Alman demokratik kamuoyunda infial yaratır, ülke çapındaki gösteriler, öğrenci hareketini ve Rudi’yi hedef gösteren basın tekeli Springer’e karşı bir öfkeye dönüşür. Springer’in bina ve araçları kundaklanır.
Ulrike Meinhof, Konkret gazetesindeki yazısında aslında RAF’ın ilk sinyallerini verir : ’Rudi’ye sıkılan kurşunlar şiddet karşıtlığı düşünü sona erdirdi. Silahlanmayan ölür; ölmeyenlerse canlı canlı cezaevleri, ıslahevlerine, toplu konutların kasvetli betonlarına gömülür’
1970 yılında kurulan Sosyalist Hasta Kolektifi-SPK (Sozialistisches Patientenkollektiv) anti-psikiyatri hareketinin en radikal kanadını temsil eder. Almanya’nın Heidelberg kentindeki bir klinikte bir araya gelen 4 psikiyatr ve 40 hasta; hastalığın kendisini bir silaha çevrilmesi önermesi ile yola çıkar. Hastalık, tekil insanlarda gerçekleşen bir şey değildir, hasta olan toplumumuzdur. Hastalık diye adlandırılan şey, aslında kapitalizmdeki toplumsal çelişkilerin bilinçdışı bireysel ifadesidir. Kapitalizm sermaye yaratmak için hastalık ve tıbbın, özellikle de psikiyatrinin içinde işlevlerini bulduğu bir imha sistemi üretiyordu. Hastalığın karşıtı ise devrimdir. 17 aya sığan çığır açıcı bir deneyim, Alman Devletinin SPK’yi, RAF ile ilişkilendirip, otonomiyi dağıtması üzerine gerçekten yeraltına çekildi ve bir çok üyesi RAF’a katıldı.
Che’nin Mirası ve Latin Amerika Dersleri
‘Belli bir tarihsel durumda, devrimi yapmaya karar verenler arasında tek bir ortak nokta üzerinde birleşmek zorunluluğu vardır’ (Devrimde Devrim/Regis Debray, 1965)
Küba devrimin en karakteristik sembolü Che Guevara füze krizi sonrası iyice Sovyetler Birliği rejimine yaklaşan Küba’daki sanayi bakanlığı görevinden istifa edip, ortadan kaybolur. Küba devrimi süreci, resmi komünist anlayışın bürokratik parti aygıtının kışkırttığı genel grev ile yapılacak devrim modeli (ki o ayaklanma hiç gelmiyor yada hep erteleniyordu) modelini çöpe atmıştı. Kararlı küçük bir grup öncü ile yola çıkan silahlı hareket ile devrim yapılabilmişti. Regis Debray bu pratiği İspanyolca askeri üs anlamına gelen foco kavramı üzerinden teorileştirmişti. Che önce Afrika da ardından Bolivya da isyanı küreselleştirmeye çalıştı. 67 Ekiminde Bolivya’da katli onu 68 kuşağının itici sembolüne çevirdi. Bolivya’da tutuklanan kuramcı Debray ise yıllar sonra Fransız devletinin bir nevi resmi teorisyenine dönüşecekti.
Che’nin ölmeden önce 3 kıta konferansına yolladığı ‘İki 3 daha fazla Vietnam’ bildirisi, önce Latin Amerika da boy gösterecek şehir gerillalarına ve ardından 70’lerin radikal Avrupa soluna yol gösterecekti. Uruguay da kurulan MLN-T/Tupamaros hareketi bu öğretiyi, kırsal değil metropol merkezli bir ülkeye taşıdı. Ardından Brezilya Komünist Partisinin önemli ismi Carlos Marighella, partiden istifa edip kendi illegal grubunu kuracaktı. Marighella’nın yayınladığı ‘kent gerillası el kitabı’ dünyanın tüm metropollerindeki radikalleşen gençlik hareketlerinin el kitabına dönüşecekti.
Horst Sohlein : Deneysel tiyatrocu…
Andreas Baader : Güzel sanatlar fakültesi öğrencisi…
Gudrun Esslin : Voltaire Yayınevi kurucusu, edebiyatçı…
Ulrike Meinhof : Konkret gazetesi başyazarı…
1970 yılında RAF kolektifini kuran grubun çekirdeğindeki insanların sanatsal kökenlerden gelmeleri sadece ilginç bir rastlantı mıdır? Dadacı Devrim Komitesi’nden, Walter Benjamin’in faşizmin politikayı estetize etmesine karşı, sanatın politize edilmesi çağrısına kadar, sanatın pratik hayat ile aşılmasına yönelik tarihsel bir bağdan bahsetmek yanlış olmayacaktır. RAF’a göre ‘silahlı mücadeleden kazanılacak olan her şeydir: kolektif özgürlük, hayatın ta kendisi, insanlık onuru, kimliğimiz’dir. (kızıl ordu fraksiyonu/Anne Steıner&Loic Debray, Metis yayınları, sayfa 89)
Sokakta Savaş Günleri
‘mücadeleye başlamak, kendini sistemin gözleriyle görmeyi kesmek, dayatmalar tarafından belirlenmeye daha fazla izin vermemek, bunaltıdan sıyrılmak’ (RAF, A.g.e 142)
1970 yılında 4 büyük mağazanın kundaklanmasından aranan Baader’in yakalanıp, bir nevi polis gözetiminde yarı-açık cezaevi olarak kapatıldığı enstitüye yapılan baskın RAF’ın kuruluşunu temsil eder. 22 Mayıs 1970’de anarşist Agit 88 dergisine yollanan Kızıl Ordunun İnşası adlı bildiri ile RAF’ın silahlı bir fraksiyon olarak varlığı duyurulur. Kamuoyunda tanınan önde gelen iki militanı Baader ve Meinhof nedeniyle Alman basını örgütü Baader-Meinhof çetesi olarak adlandırır, örgüt bu tanıma şiddetle karşı çıkar. Çünkü RAF geleneksel sosyalist örgüt hiyerarşisi, partinin fetişleştirilmesi ya da lider kültüne tamamen karşıt bir gruptur.
Sovyetler Birliğine eleştirel yaklaşırlar ve Çakal Carlos örneğindeki uluslararası terörizm ile bağlantıları yoktur. Sürekli bağımsız ve otonom yapılarının altını çizerler. Askeri-politik bir çekirdek olarak proletaryanın öncülüğü ilkesine karşıdırlar. Almanya’da devrim yapmak gibi bir amaçları yoktur (yada bunun o anki imkansızlığının farkındadırlar), amaçları küresel emperyalizme Batı Avrupa’dan bir karşı cephe açmaktır. Öğrenci hareketi gibi, özellikle Vietnam’daki Amerikan işgalinin yarattığı vahşeti hedef tahtasına alırlar. İdeolojik donanımlarında metnimizde bahsettiğimiz tarihsel gelenek yanında F. Fanon, W. Reich, H. Marcuse adlarını da anmak gerekir.

Banka soygunları ve sabotajlarla başlayan pratik, faşizm dönemini hatırlatan toplu gözaltılar, mahalle baskınları, şüphelilerin vurulması, sebepsiz tutuklamalar gibi polis devleti uygulamalarına paralel olarak daha da radikalleşir. Mayıs 72’de tüm Alman gazeteleri aranan 19 militanın fotoğraflı listesini basarlar.
Uygulanan sıkıyönetim ile bir ay gibi kısa bir zamanda RAF’ın çekirdek kadrosu yakalanır. Dışarıdaki polis devleti, cezaevlerindeki tam tecrit uygulaması ile devam ettirilir. Bilim kurumu Alman devleti ile birlikte RAF’ı tam anlamıyla teslim alarak yok edecek deneylere girişir. Duyumsal olarak yoksun bırakma adını taşınan tam tecrit uygulamaları RAF ve SPK mahkumları üzerinde denenir ve 73 yılı başında toplu açlık grevleri başlar. Zorla beslemeye rağmen Holger Meins açlık grevinin 53. gününde hayatını kaybeder. Dışarıdaki mücadele mahpusların tecridine ve insan haklarına ihlallere yoğunlaşır.
9 Mayıs 1976 günü Ulrike Meinhof’un hücresinde aslılı bulunduğu açıklanır, aynı kader 77 yılı Ekiminde Anderas Baader ve Jan-Carl Raspe’nin hücrelerinde tek kurşunla öldürülmesi; Gudrun Eslin’in hücresinde asılı bulunması ile devam eder. 17 Ekim’i 18’ine bağlayan gece yaşananların tek tanığı bir bıçakla göğsünü delik deşik ettiği ilan edilip, sağ kalmayı başaran Irmgard Möller’dir. Möller bayıldığını ve hiçbir şey hatırlamadığını söyler. Ona göre hücreye verilen bir gaz ile bayıltılmış ve ardından intihar süsü verilerek öldürülmek istenmiştir.
Uluslararası kamuoyu intihar iddialarına inanmaz, fakat Alman devleti ciddi bir soruşturmaya mahal vermeden olayı ört bas ederek kapatma yolunu seçer. Alman sonbaharı radikal solun mücadelesinin tasfiyesinden öte, Alman devletinin Nazi geçmişinin devamına dair bir korku hikayesi olarak okunmalıdır. Rosa Luxenburg’a yapılan şey Ulrike’ye yapılmış, muhalefet açıkça yok edilmiştir. Alman devleti, RAF’ın gelişkin demokratik görünümlü batı rejimlerinin aslında yeni tip bir faşizm ile yönetildiği tezini, gösterdiği terör pratiği ile ispat etmiştir.
Alman sonbaharının 31. yıl dönümünde liberterlere düşen görev, Benjamin’in deyişiyle geçmişteki umut kıvılcımlarını alevlendirme yetisine sahip olduklarını unutmamaktır. Çünkü; düşman kazanmaya devam ediyor hala…
05.Ekim. 2008
Yazan ve derleyen: Rafet Arslan