Melâli Anlamayan Nesne Âşinâ Değiliz

Roland Topor

Melankoli Üstüne Kısa Bir Yazı

Cem Mumcu

Zannedilir ki melankoli acının peşinden gelir insana. Acıyla yaralanıp örselenen ruhun zayıf düşen yerinden kara safra girer sanılır. Oysa pek öyle değildir. Melankoli acının sonrası veya öncesi değil bizzat kendisidir çünkü. Öyle durup dururken, hiçbir şey olmadan damdan düşer gibi iner insanın tepesine. Tolstoy, ne kadar başarılı, ne kadar mutlu olduğunu düşündüğünün ertesi günü düşer zifiri karanlığa. İçinden dalga dalga kalkar ölme isteği. Eros, Thanatos’la savaşa tutuşur. Ne mene bir şey olduğunu yaşamayan bilmez. Savaş meydan savaşıdır; üstelik meydan insanın kendisidir. İki türlü kanarsın. Tolstoy, evdeki silahları kilit altına alır, saklar. Kimden mi saklar? Kendinden tabii. Tetiği çekmek üzere olan da, dolapları kilitleyen de aynı kişidir. Kütüğün üstüne konan başla, celladın başı aynıdır yani.

Bende ilkin küllük arazı başlar. Evdeki küllükler çıkartabilecekleri yangın ihtimaline karşı suyla doldurulur ha babam. Yakıp kavuracak olan küllükler değildir oysa. İçimden dalga dalga kalkmaya başlayan gece kuşlarıdır. İlkin teslim olunmaz onlara. Direnir insanın öte yanı, öte yanındaki beyaz kuşlar… İnsan, kendindeki karanlıktan haber alınca kendinden kaçar. Bir yerde bir taraf kazanacaktır. Halının üzerine kırmızının döküldüğünü gördüm ben düpedüz. Eşarbı boynuna dolanmış, ayakları yerden kesilmediği halde gitmeyi nasılsa başarmış bir kadının karanlığını da elledim sabaha karşı bir kliniğin alt katında. Görmedim ama bilirim Hemingway’in kendini uçağın pervanesine atmaya çalıştığını da.

Ama çağın hastalığı bu ya, hep bilindik nedenler ararız olup bitene. Oysa her şeyin bir nedeni yoktur ya da -daha doğrusu -nedenler hep bize görünür cinsten değildir. Aslında en önemli şeyler çoğunlukla bizim görmediğimiz, bilmediğimiz, bilemediğimiz nedenlerle olanlardır. Haleti ruhiye de öyledir. Niye dalgalandığını her zaman bilemeyiz. Ama bazılarında, bazılarımızda başka türlü bir geçmişin izleri vardır. Dionysos’tan, Empedokles’ten beri kanımıza işaretlenmiş bazı izler, bazı yaralar bize karanlığın da karanlığı bir dehlizi gösterir. Ama acılar hep armağanlarla birliktedir. Sanırım armağanlar da acılarla.

Melankoli, kapkara bir kepçedir. Kendi derinlerimize daldırdığımız kapkara bir kepçe. Ama yukarı çıkardığımız balçık kendi hamurumuza eklenir. Eğer çıkabildiysek karanlıktan, iyi bile gelir. İnsan ki; kendi aynasında büyüdükçe küçülür, küçüldükçe büyür. Onun için Ahmet Haşim, “Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.” der. Hüzün acılı ama erdemlidir çünkü.

Şimdilerde üzerinde çalışıyorlar. Sarmalların arasında hüznün genini bulacaklar. Ve sonra hüzne yakın çocukları doğmadan alacaklar analarının karnından. Hüzün bu sistemde maliyeti artırıyor zira. İnsanı sadece üreten sonra da tüketen bir malzeme olarak gördükleri için bir mal gibi maliyetine dikkat kesildiler çünkü. Yani doğmadan ölecek yakında melankolikler. Ve tabii Tolstoy’lar, Hemingway’ler, Plath’lar, Haşim’ler, Leonardo’lar, Nietzsche’ler, Zweig’lar, Pavese’ler ve onların sarmalından gelen, insanı insan yapan yani “melali anlayan” bütün nesiller.


Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s