
İHLAL SİNEMASI MANİFESTOSU
1985 New York
Avangardın kanunlarını, emirlerini ve görevlerini yerine getirmeyen; örneğin pratik uygunluğun dikte ettirdiği gelişigüzel süreç sayesinde can sıkan, yatıştıran ve şaşırtan bizler iddia edilen tüm suçlarımızı kabul ediyoruz. Yapısalcılık olarak bilinen tembelliğe karşı bir anıt diken ve bu zırvalığın içinden görebilme vizyonuna sahip filmcileri dışarıda bırakan yerleşik akademik kendini beğenmişliği açıkça tanımıyor ve reddediyoruz. Onların sinemasal yaratıcılığa olan kolaycı yaklaşımlarını reddediyoruz, bu yaklaşım ki film okulunun kırbacının hüküm sürdüğü altmışlı yılların yeraltısını mahvetmiştir. Yanlış yönlendirilmiş bir film öğrencileri kuşağı tarafından üstlenilmiş her akıldışı yarım yamalak film yapımını haklı görerek, sıkıcı medya sanat merkezleri ve geriyatrik sinema eleştirmenleri insanlığın bildiği tüm değer sistemlerine doğrudan bir saldırıyla film teorisinin sıkıcı ve boğucu ceketlerini yırtıp atmaya cesaret eden yeni bir filmciler kuşağının -ki aralarında Zedd, Kern, Turner, Klemann, DeLanda, Eros, Mare ve Direct Art Ltd gibi yeraltı görünmezleri de vardır- keyif verici başarılarını tamamen görmezden geldiler. Bizler tüm film okullarının havaya uçurulmasını ve tüm o sıkıcı filmlerin bir daha yapılmamasını teklif ediyoruz. Mizah anlayışının akademisyenler tarafından ıskartaya çıkarılmış önemli bir öge olduğunu ve şoke etmeyen bir filmin izlenmeye değer olmadığını savunuyoruz. Tüm değerlere meydan okunmalıdır. Hiç bir şey kutsal değildir. Her şey sorgulanmalı ve akıllarımızı geleneğin inançlarından kurtarmak için yeniden değerlendirilmelidir. Entelektüel gelişim risklerin alınmasını ve kim ne derse desin siyasi, seksüel ve estetik düzende değişikliklerin gerçekleşmesini talep etmektedir. Zevk, ahlak ya da insan aklını prangaya vuran herhangi başka bir geleneksel sistem tarafından tanımlanan ya da tayin edilen tüm sınırları aşmayı savunuyoruz. Milimetrelerin, ekranların ve projektörlerin sınırlarını geçip genişletilmiş bir sinema haline doğru ilerliyoruz. Eski ritüellerle seyirciyi ölümüne sıkma emir ve kanununu çiğniyoruz, olabildiğince çok günah işleyerek çağımızın tüm tabularını yıkmayı teklif ediyoruz. Kan, utanç, acı ve şehvet, hiç kimsenin bugüne kadar hayal dahi edemediği zevkler var olacak. Hiçbir şey doğru düzgün ortaya çıkamayacak. Ölümden sonra bir yaşam olmadığından, tek cehennem dua etmenin, kanunlara itaat etmenin ve kendimizi otorite figürleri önünde küçük düşürmenin cehennemidir, tek cennet ise günahın, asi olmanın, eğlenmenin, düzüşmenin, yeni şeyler öğrenmenin ve olabildiğince çok kuralı çiğnemenin cennetidir. Bu cesaret gerektiren iş ihlal olarak bilinmektedir. Bizler ihlal ile dönüşümü savunuyoruz, bilinmeyen kölelerle dolu bir dünyada özgürlüğe ulaşmak için daha yüksek bir var oluş düzlemine doğru dönüştürmeyi, yücelik vermeyi ve tamamen değiştirmeyi savunuyoruz.
EKSTREMİST MANİFESTO
Nick Zedd 3/6/2013
Çeviren: Cemal Akyüz
Şimdilerde ayrıcalığı, adam kayırmayı, bağlantıları temsil eden çağdaş sanat nihayet yok oluyor, önümüzden defoluyor.
Bizler, galerilerinizin, müzelerinizin ve sanat deliklerinizin dışında tutulmuş… gözardı edilmiş, hakarete uğramış, mahkum edilmişler (ve yanlış sınıfa ait olanlar) geleceğin sesiyiz. Bugünün kültürünün o çok moda değersizliğinin üstüne tükürüyoruz. Ilımlılığın, bir neslin pek moda alaycılığının ve kasıtlı olarak sıkıcı olan çağdaş sanatın üstüne kusuyoruz. Kronik utangaçlığınızın, evcilleştirilmiş sanat anlayışınızın da içine sıçıyoruz.
Kırılma anı ve çağdaş sanatın gübresini dürüst yöntemlerle kazma zamanı geldi. Sisteminiz omurgasız ve değiştirilmeli. Sezilmez olmaktan onur duyanlar artık yok.
Bugün kapıları tutanların resim öldü dedikleri doğruysa eğer o zaman fotoğraf, sinema, müzik, heykel, performans ve insanın diğer bütün yaratıcılığı da öldü. Küratörler kültürünün hiyerarşik hakimiyetinin içeriği bireyin yerine nötr bir klon geçirmek. Bize söylenen akademinin küratör sınıfının tanrısal olduğu. Tarihi onlar belirler. Onların seçimleri üzerimize yağmur gibi yağdırılır. Ama gerçek şu ki tarihteki mihenktaşlarının yegane sahibi olan AMATÖR (üreten, yenilik yapan yalnız birey) yalıtılmış bir küratörün aynı anda iki ayrı şeye inanan gerçeklik tünelinin ötesindedir.
Bugünün küratörler eliti tutku, öfke ve mahkumiyeti alaycı bir kayıtsızlık, kendini geriye çeken bir duruş, bir kaçış ve sürüye katılışla değiştirme kararı almışlardır. Koyun gibi bir uysallıkla hiç bir görüş açışı bulunmayan takip edenler nesli türemiştir, herhangi bir şey için ayakta durmaya korkan, ama düzene uymayı kolaylaştıran alaycı kayıtsızlığın arkasına sığınıp korkusuz olduğu taklidini yapan bir nesil. Takipçi bu sanatçıların felsefesi teslimiyettir. Bu teslimiyet sayesinde takipçi yüksek sanata dahil olmayı ve onun getirdiği ödüllerden nasiplenmeyi beklemeye başlar.
Takipçilerin ve kapıları tutmuş ustalarının anlayamadığı noktaysa yüksek ve düşük sanat arasında temel bir farklılık olmamasıdır. Bugünün pornografisi yarının sanatıdır. Zamanın tezgahında kafir, kutsala dönüşür. Gerici ontolojik yorumcuların altında elli yıldır acı çekmiş ekstremist hareketi içinden çıktığı sürecin özetinden daha büyük fenomendir. Hakim kültürlerin bizi inandırdığı şey tarihin objektif olduğudur, oysa gerçekte subjektiftir ve hiyerarşik sistemin küresel elitlerin yararına sömürülmesine dayalıdır.
Ekstrem sanat metafizik değildir ve duyulara dayalıdır.
Bilgeliği tahsis eden bileşen olan insan vucüdunu nihai hakem olarak belirler.
Deneysel açıdan ekstrem sanat kişinin statükocu düşünceye direncinin ve onu dönüştürebilme yeteneğinin biricik teyididir.
Gölge iktidarlar ve gizli elitler tarafından bize dayatılan sahtecilik teşhir edilmeli ve yok edilmelidir. Bu tamamen ticarete dayalı kanserli sanat kurumlarının ve şahsi deneyimlere dayalı bireysel çıkışları da olumsuzlayan kapitalizmin yağmacı habis düsturlarının yok edilmesini de gerektirir.
Referansı olmayan, muvazaasız çıkışlar hayatın içine balıklama dalıp onu taşaklarından kavramaktır.
Bu da, şansını denemek, insanları kızdırmak, alarm zillerini çaldırmak ve genel olarak stratejik bir hareketle dengeleri sarsmaktır.
Bizler yeni ektremistleriz, gündemsel gerçekliğin kapılarını tutanlar tarafından bize dayatılan maskaralığa karşı silahlarımızı kuşandık, başardıkları kitlesel halüsinasyonu reddetmeyi seçiyoruz. Bizimkisi, yalanlar ve kendini aldatmaktan mürekkep sisteminizi lekeleyen ve yok eden bir zevksizlik sanatı.
Çok uzun zamandır aramızdaki koyun iflas etmiş bir sistemin yalanlarına karşı boyun eğmesi için ödüllendirildi.
TANRIYA BOYUN EĞMİYORUZ. ÇÜNKÜ TANRILAR YOK VE HİÇBİR ZAMAN DA OLMADI.
BÜTÜN TOTALİTER KONTROL SİSTEMLERİ ALT ÜST EDİLMELİ VE YIKILMALI. İNSAN ÖZGÜRLÜĞÜ İSTER DEVRİMCİLER İSTER KARŞI DEVRİMCİLER TARAFINDAN EMPOZE EDİLMİŞ OLSUN BÜTÜN HİYERARŞİLERE KARŞI TETİKTE DURMAYI VE KARŞI KOYMAYI GEREKTİRİR. BİZLER DEVRİMİN YERİNE GEÇECEK HIZLANDIRILMIŞ BİR EVRİM TARAFTARIYIZ.
BİZLER PROVOKASYON, AYDINLANMA, NEFRET VE AŞKI KULLANAN EKSTREMİSTLERİZ.
KARŞI UÇLARI BİRLEŞTİRECEĞİZ.
THE EXTREMIST MANIFESTO
Nick Zedd 3/6/2013
Now that contemporary art, a system that stands for privilege, nepotism and political connections is finally dying, get out of the fucking way.
We who have been locked out of your galleries, museums and art holes… ignored, reviled and cast aside for having convictions (and belonging to the wrong class) are the voice of the future. We spit on the fashionable insignificance of today’s culture. We puke on moderation, a generation’s fashionable irony and deliberately boring contemporary art. We shit on your chronic timidity and your tamed and domesticated notion of what art can be.
The time has come for a rupture, a break and an honest method of digging our way out of the manure of contemporary art. Your system is spineless and must be replaced.
Those who are proud of being imperceptible are lost.
Today´s gatekeepers remind us that painting is dead and if that’s the case, then so must be photography, movies, music, writing, sculpture, performance and all human creativity. The logical implication of curatorial culture’s hierarchical dominance is the negation and replacement of the individual with a neutered clone. Academia’s curatorial class, we are told, are god-like. They determine history. Their choices are showered upon us from above. The fact that breakthroughs in history are the exclusive domain of the AMATEUR (a lone individual who invents and innovates) is beyond the double-think reality tunnel of the insulated curator. Today´s curatorial elite have determined that passion, anger and conviction are replaced with ironic indifference, a stance of self-removal, an evasion, a retreat into the herd. With sheep-like acquiescence, a generation of followers has emerged with no point of view, afraid to stand for anything, yet pretending to be fearless while hiding behind an ironic indifference that amounts to a compulsion to conform. The follower artist’s philosophy is one of capitulation.
Through capitulation the follower is conditioned to anticipate and grovel for the expectation of inclusion into the world of high culture and its attendant material rewards.
What the followers, apologists and their gatekeeping masters fail to understand is the essential non-differentiation between high and low art. Today’s smut is tomorrow’s fine art. The profane with the passage of time becomes sacred. Having suffered under reactionary ontological hermeneutics for the last fifty years, the extremist movement constitutes an emergent phenomenon which is more than the sum of the processes from which it has emerged. Interpretation theory rewarded by dominant culture would have us believe that history is objective when in fact its subjective nature is based on hierarchical systems of exploitation benefiting a global elite.
Extremist art is non-metaphysical, based on the senses.
It establishes the human body as the ultimate arbiter, the component that allocates wisdom.
In an empirical sense, extremist art is a unified confirmation of one’s resistance to and transcendence of status quo thinking.
The Simulation imposed upon us by shadow governments and hidden elites must be exposed and destroyed. That includes a cancerous art establishment based on commerce and the malignant dictums of predatory capitalism that negates individual breakthroughs based on lived experience.
Non-referential, non-simulated breakthroughs are accomplished by plunging into life and grabbing it by the balls. This means taking chances, offending people, causing alarms to go off and generally disturbing the equilibrium in a strategic manner.
We are the new extremists, armed with a vision to see through the charade imposed upon us by the gatekeepers of consensus reality, who manage a mass hallucination we choose to reject.
Ours is the art of bad taste, which blots out and destroys your system of lies and self-delusion. For too long the sheep among us have been rewarded for their subservience to a bankrupt system of lies. WE SHIT ON GOD. BECAUSE THERE ARE NO GODS AND THERE NEVER HAVE BEEN.
ALL SYSTEMS OF TOTALITARIAN CONTROL MUST BE SUBVERTED AND DESTROYED. HUMAN FREEDOM DEMANDS VIGILANCE AND RESISTANCE TO HIERARCHIES, WHETHER IMPOSED BY REVOLUTIONARIES OR COUNTER-REVOLUTIONARIES. WE ARE FOR ACCELERATED EVOLUTION
THAT SUPERCEDES REVOLUTION.
WE ARE EXTREMISTS UTILIZING PROVOCATION, ENLIGHTENMENT, HATE AND LOVE.
WE WILL UNITE OPPOSITES.


Richard Kern
“Kern’in fotoğraflarında rahatsız edici ve nihayetinde herhangi bir mastürbasyon potansiyelini veya amacını baltalayan ilginç bir sıradanlık vardır.” – Artforum, NY
New York’lu film-yapımcısı, fotoğrafçı Richard Kern, 1980’lerde NY’da gerçekleşen kültürel patlamada –Lydia Lunch, David Wojnarowicz, Sonic Youth, Kembra Pfahler ve Henry Rollins gibi- dönemin marjinal kişilerini de içeren erotik ve deneysel filmleriyle ortaya çıkar ve zamanla tanınmaya başlar. Etrafındaki birçok müzisyen gibi Kern‘de ekstrem seks estetiğine, şiddet ve sapkınlığa ilgi duyar. Doksanlara geldiğimizde sanatçı, yalnızca fotoğrafa yönelir. Daha çok çıplak kadın fotoğraflarıyla tanınan Kern, aynı zamanda uluslararası bir çok yayın için ünlü simaların portreler ve vidyo-klipler de çekmektedir.
“Aslında bir ‘erotik fotoğrafçı’ olduğumu düşünmüyorum ve bu tanımdan nefret ediyorum. Akla, yağlı güreş yapan çıplak insanların siyah-beyaz fotoğraflarını getiriyor. Benim modellerim sade ve sıradan kızlar. Farklı mesleklerden her çeşit kadınla çalışıyorum, fakat en beğendiklerim kurnaz bakışlı ve tomboy tipi (erkek tavırlı) kızlar. Kuzey Carolina’da büyüdüğüm dönemlerde, (çıkmasak dahi) gene aynı, şu an hoşuma giden bu tip kızlarla takılırdım.
Ufak kasabamızda, Playboy dışında her hangi bir porno materyal bulmak çok zordu. Babam yerel gazetede çalıştığı için gazeteleri de ben dağıtıyordum ve ilk müstehcen karşılaşmalarımı da bu güzergahtaki bazı kadınlarla yaşadığımı söyleyebilirim. Fiziksel birşey yok elbette, sadece bir elinde sigara diğer elinde içkiyle gece kıyafetleriyle kapıyı açan kadınlar ve benzer basit sahneler.

Fotoğraf çekmeye nasıl başladım :
Eskiden uyuşturucu bağımlısıydım fakat 1988 yılında bıraktım ve sanat projemle ilgilenecek tanıdığım tüm kızların çıplak fotoğraflarını çekmeye başladım. Dostum Eric Kroll, tanıdığı bir dergiye bu fotoğraflardan bazılarını satabileceğini söyledi. O dönemlerde marangozlukla uğraşıyordum ve bu fikir -fotoğraflarımla para kazanabileceğim fikri- beni gerçekten heyecanlandırmıştı. Birkaç senelik deneyimin ardından Allan McDonnel ve Hustler’ın editörü, yayınlamayı düşündükleri Barely Legal isimli yeni bir dergi için benimle bağlantıya geçti. Genç, doğal görünümlü fotoğraflar arıyorlardı ve bende bunlardan bir sürü vardı böylece işe koyuldum ve para için porno çekmeye başladım.
Yaptığım işe pürüzler :
Ekonomik sorunlar, yasal tüzükler, adet günleri, kıskanç erkekler, kötü traşlı kukular, sivilceler, agresif kızlar, fotoğrafları çekildikten ve yayınlandıktan sonra fikrini değiştiren kızlar, fotoğraflarının yayınlandığı mecradan memnun kalmayan kızlar vs, vs.
Değerli olanlar :
Kimin ne düşündüğünü takmayan, kendi yolunda giden güzel bir model, akıllı bir tarza sahiptir.
Beni baştan çıkaranlar :
Baş kaldıran memeler, ince ve sıkı vücutlar, olgun erkeklerden hoşlanan kızlar.
İnternetten önce, eğer tehlikeli bir şey yaptıysanız, mesela porno magazinler için çekim gibi, makul bir şekilde kariyerinize devam edebilirdiniz. Ben bir çok güzel işi kaybettim, sırf sanat yönetmeni veya editör gidip Google’a ismimi girdiği için. Diğer açıdan bazı trendy editörler bana gelip şöyle bir şey de diyebiliyor: “Şu Vice çekimlerindeki bira içen kızlar gibi olsun.”
Internet’le çelişiyor gibi gözüksem de teknoloji karşıtı olduğumu söyleyemem. Dijitali seviyorum, dijital için Canon 5D ve filmler için Nikon FM2 kullanıyorum.
Sonuç olarak, para konusunda endişelenmek zorunda olmamayı ve oğlumun bunu çok havalı birşey olarak görmesini isterim.

RICHARD KERN
MODEL RELEASE
“There exists an ordinariness in Kerns images that is disconcerting and that ultimately undermines any masturbation potential or intent.” Artforum, New York
Girls engaged in their mundane daily activities often appear more erotic than if they are staged in the studio with great lighting and all the care that goes into a major photoshoot.
That’s certainly the impression you get from Richard’s Kern’s Model Release, an e-book so aptly titled because in these 40 startling photographs the models appear to be in that very state: released from the world of hassling a job or the rent to be themselves, just themselves, without props or poses.
There is no sense that any of the shots in the collection have been staged. If the girls portrayed here are aware of the camera, they certainly don’t give that impression. They are in their own world, and we are voyeurs peeking through a crack in the wall.
There is a wonderful shot of a schoolgirl (at least she looks like a schoolgirl with a homework-strewn desk and a stack of CDs) who looks as if she has just arrived home and is showing her breasts to a neighbor across the hall. Kern has captured her pulling up her sweater and in her vague smile there is a look of defiance. The accompanying photograph shows her standing beside the bath in a pair of cheap cotton panties and dirty trainers; and there’s another with her head literally buried in the toilet bowl.




One girl is picking her nose while, playfully, or ironically, alongside the shot is a girl devouring a watermelon, her plump breasts resting on the table like fruit in the market. Kern has found street girls with studs in their faces, bad girls wearing black tattoos with messages as esoteric as graffiti. There are girls arm wrestling; a girl obliviously naked painting her toe-nails; and another with some rubber device creeping mysteriously from the gaping cleft between her legs, a shot that’s both sensual and alarming. In an age of restrictions and political correctness, Kern’s girls smoke, they sneer and blow bubble gum at the camera.
Model Release is fun, in-your-face and the shots stay in your mind, lodged there like incomplete memories, and you can’t help going back for a another look, for another chance to complete the picture.
Clifford Thurlow, September 2004

Bir zamanlar New York ‘İhlal Sineması’nın ahlaksız ve başa bela filmleriyle tanınan Kern, şimdilerde popüler bir fotoğrafçı.
Richard Kern, Filmleri ve Fotoğrafçılığı
İngilizceden çeviren : Alican Karalar
“Model Release” kitabınızdaki fotoğraflarınızın en vurucu yanı bazı filmlerinize kıyasla (mesela The Evil Cameraman) daha narin olmaları. Beklenmedik bir biçimde nezaket ve narinlik söz konusu. Richard Kern : Evet. Büyük oranda yaşlanmaktan kaynaklı sanırım. John Waters’la bir görüşmemde bana gençken sinirli olabilirsin ama yaşlandığında bunun salakça gözüktüğünü söylemişti. Hala herşeyden şikayet edip, hala oldukça karanlık bir imaj sergilemeye çalışıyor olmak. Bu kafama “dank” etti ve pek çok insanın “döneklik” şeklinde yorumlamasına sebep oldu ama bu sadece evrim. Yaptığım filmlerin çoğu uyuşturucu bağımlısı olduğum dönemdeydi ve doğal olarak daha karanlık ve daha agresif bir dünya görüşüne sahiptim, bu artık tamamen değişti.
Hala ufak da olsa uyuşturucu alıyor musun? Hayır.Yaklaşık onbeş yıldır kullanmadım.
Çıplak bir kadınla erotik bir senaryo yaratıyorsun ama “seni tahrik etmeye çalışıyorum” der gibi bir halin de yok. Hayır. Hiç düşünmem bile. En azından kendi işlerimde. Umarım pek çok fotoğraf, modelin yaşamında herhangi bir şey yaptığı bir ana denk gelip fotoğraf çektiğim hissini uyandırıyordur. Buna rağmen büyük bir bölümü fazlasıyla kurgulanmıştı.
Aynı zamanda pek çok açıdan fotoğraflarınızda Pierre et Gilles’i anımsatan bir masumluk havası da var, onlardan daha ölçülü ve yapaylıktan da belki bir miktar kurtulmuş olarak. Evet, bu güzel ve umarım yapaylıktan kurtulmuştur. Masumluk arıyorum çünkü, dünyada yeterince yok. Bu modellerin büyük bir bölümü masum dışında her şey olabilir. Yani hepsi kendi çapında masum, ama dünyevi insanlar.
Onlarla nerede tanışıyorsun? Her yerde. Birisi eski bir model tanıyordur ve onunla bağlantıya geçer. Pek çok insan benimle websitem aracılığıyla iletişim kuruyor, az da olsa ajanslardan gelenler de oluyor. Genelde arkadaşlarımın arkadaşlarının arkadaşlarıdır çoğu.

“Model Release”de ne tür bir film kullandın? Hepsi 35mm ve 645 medium format.
Peki bu senin erken dönem koleksiyonun “New York Girls” ile nasıl bir zıtlık gösteriyor? New York Girls, erken 90’lardaydı ve içinde fazlasıyla bondage, deri kıyafet vardı. Tüm kızların dövmeleri, piercingleri vardı ve tehditkar görünüyorlardı. Yeni işlerimdem tamamen farklı. Son beş senedir hiç fetiş çekmedim. Bir kız çektim Taboo dergisi için, bondage ve benzeri bişeyler olması gerekiyordu o kadar, gerçekten artık hiç çekmiyorum. O eskiden yaptığım özel bir alandaki işlerdi.
Elbette, şimdi daha eskiye gidelim, Amerika’nın güneyinde doğdun, North Carolina’da orası “Bible-Belt” miydi? (Bible-Belt amerikanın güneyinde dindar protestanların daha sık bulunduğu bir bölgedir) Evet. Protestan kilisesine giderek büyüdüm, üç yıl boyunca sanırım.
İşlerin yetişme tarzına karşı bir çeşit isyan mıdır peki? Bence daha çok filmleri yaptığım sırada New York’un sanat, klüp ya da herhangi bir ortamını aralayamamış olmamdı. Hep dışarıdaydım ve super-agresif bir tavrım vardı; Sex Pistols gibi. Bu kadar agresif olmasalardı hiçbir yere gelemezlerdi.
Baban yerel bir gazete editörüydü. Bunun işlerine bir etkisi oldu mu? Bence fotografçılığının oldu. Aynı zamanda fotoğrafçılardan biriydi. Üç-dört röportör ve bir çift fotoğrafçı vardı. Bu herkesin yaptığından farklı birşeydi. Bir kere bir boğulma anına, bir kere de KKK (Ku Klux Klan) mitingine gittik, ama bir grup insanın yemek yemesi gibi sıkıcı şeylerden de çokça vardı.
Okulda nasıldın? İyi bir öğrenciydim. Ama ‘outsider’ tiplerden biriydim. Dışarıda birşeyler arayan cinsten. Okuldan iki-üç çocukla takılırdık, sonra 1972’de bizi dış dünya ile bağlayan şeyler yalnızca filmler, Rolling Stones, Creem ve onun gibi birkaç şey kaldı. Woodstock filmi büyük etki yarattı. Aynı şekilde Easy Rider da. Filmi memlekette izledim ve film biterken karakterler vurulduğunda salonun yarısı ayağa kalkıp alkışladı ve diğer yarısı (bizim gibiler) “Vay canına, çok iyi; herifler uzun saçlı, motorsiklet kullanıyor, uyuşturucu alıp sex yapıyorlar” olduk.
Sonra sanat okuluna gittin, neden felsefe ve fotoğrafı seçtin? Uzunca bir süre felsefe öğrencisiydim sonra son dakikada sanata geçtim. “Felsefede nasıl bir kariyer yapacağım” diye panik yapmaya başladım ve en sevdiğim hocam bana bir bankada iyi bir iş bulabileceğimi söyledi. Sanat departmanında büyük oranda istediğinizi yapabiliyordunuz. Sanat, her zaman başka yerde bulamayacağınız türden bir heyecana sahiptir.
Seni New York’a iten ne oldu? Okulda herşeyin New York‘da olduğunu farkettim. Ve bir gün buradan ayrılmak zorunda olduğuma karar verdim.
Peki Lydia Lunch, Jim Thirwell ve Sonic Youth gibi arkadaşlarınızla nerede tanıştınız? Herkes herkesi tanırdı, her hangi bir klüp ortamı gibi. Klüplere gidersen birileriyle tanışırsın ve o kişi seni birileriyle tanıştırır. Lydia ile David Wajnorowicz aracılığıyla tanıştım, Lydia aracılığıyla Sonic Youth ve Foetus ile tanıştım. Ve böyle devam etti. Sonic Youth bir-iki kayıtla birlikte ortalıktaydı ama henüz büyük bir grup değildi. David Wajnorowicz de aynı zamanda yeniydi, ressam olarak dikkat çekmeye başlamıştı sonra da patladı zaten. Foetus, Lydia‘nın uzunca bir süre boyunca erkek arkadaşıydı. Lydia ‘No Wave’ ortamı sayesinde çoktan bir ikon olmuştu ve ben de onun büyük bir hayranıydım; doğal olarak onunla tanıştığıma sevinmiş ve birlikte çalışmak için büyük bir heyecan duymuştum.
İlk işleriniz nelerdi? İşler, sahne aksiyonlarıydı, mesela Lydia birisiyle sahnede ve ben de izleyicilerin arasındayım, onlara laf atıp sözlerini kesiyor ve sahneye çıkıp diğer elemanı bıçakla veya başka birşeyle öldürüyorum, tabii ki sahte kan ve diğer hileler söz konusuydu.
Film yapmaya nasıl geçtin? Lisede filmler yapardım ama sonra uzunca bir süre yapmadım, üniversitede baya fanzin yaptım ve New York‘ta da yapmaya devam ettim, insanların hikayeleri ve resimlerinden oluşan sanat fanzinleriydi bunlar. Bir tanesinin adı ‘The Heroin Addict’ diğeri ‘The Valium Addict’ ve bir diğeri de ‘Dumb-Fucker’. Hepsi Punk-Rock havasındaydı. Herkes bunlardan yapıyordu. Sonra farkettim ki film yaparsam fotoğrafta ilerleyebileceğimden fazla ilerlerim. İnsanlar bir filme bakarlar ve üzerlerine senin değerini artıran bir etki bırakır.
Sonra 1988’de San Francisco’ya taşındın ve temize çıktın. Uyuşturucu konusunda çok mu ileri gitmiştin?Onun gibi birşey, evet (gülüyor) ve sonra bıraktım, son noktayı koydum.

Nereye kadar filmler bir işbirliği süreci oldu? Mesela Lydia Lunch baya sağlam bir karaktere benziyor. Evet evet. Onunla yaptığım işler kesinlikle büyük işlerdi. Mesela ‘Fingered’da arayıp “Müşterilerinden biriyle çıkıp, birkaç insan öldürüp, müşterisiyle beraberken bir otostopçu alıp öldüren bir ALOsex operatörü hakkında bir film yapacağız.” dedi. Hikaye buydu sonra LA’e gittik ve ben filmde olacak birşeyler planladım ve Lydia ve Marty Nation – filmdeki herif- ile her gece ertesi günün diyaloglarına çalıştık. Hiçbir kelimeyi ben yazmadım. Filmin tamamı baştan sona 2 hafta sürdü. Kurgusu 4’er gün süren 2 gün çektik. Aynı süreç The Right Side Of My Brain için de geçerli.
Nick Zedd ve müzik videoları nasıldı peki? Manhattan Love Suicides diye bir film yapıyordum. Manhattan’ın aşık olanların intihar ettiği bir yer olması gerekiyordu. Nick‘in film hakkında hem kadın hem de erkek olmak gibi bir fikri vardı. Benim filmimde işe yaradı çünkü sonlarda adamın kadın tarafı kendini öldürüyordu. Rock Videoları her zaman işe yarayan ürünlerdir ve müzisyenlerin içinde olmasını istediği net şeyler vardır.
Bugün hala Lydia Lunch, Foetus ve Nick Zedd ile bağlantın var mı? Evet, Lydia ile birkaç ayda bir konuşuyorum, Foetus‘u 2-3 haftada bir şehirde görüyorum ve Zedd‘i birkaç ayda bir görüyorum. Lydia California’da yaşıyor.
Bruce LaBruce‘un websitesinde senin çektiğin bir fotoğraf olduğuna inanmakla yanılmıyorum değil mi?
Evet. Bruce’u büyük bir mum bir-iki inç kadar götüne girmiş vaziyette çektim. Ama karşılığında onun bir filmindeydim, Super 8,5 İkimiz de kimin en çılgın işi yapabileceğini merak ediyorduk ve o bir kızın beni dildoyla becermesini istiyordu ama kimyalar pek uyuşmadı.
Super 8/5‘da lezbiyen film yapımcısı Googie “Submit To My Finger” adında bir film yapıyor ve ismi Submit To Me ve Fingered isimlerini çağrıştırıyor.
Bruce, onun Fingered‘i onurlandırmak için olduğunu dile getirdi ama komik olan şey ise onun seneler önce Toronto’daki bir avangard film dergisine yazıyor olmasıydı. Birisi gelip filmlerin hakkında şu yorumu okudun mu diye sordu ve yorumda filmler yerden yere vuruluyordu ve o yorumun sahibi Bruce LaBruce‘du. Seneler sonra kendi filmlerini yapmaya başladı ve 180 derece dönüp tüm bunların bir şaka olduğunu anladı ve özür diledi.
Peki homofobi iddiaları hakkında ne hissediyorsun? Beni Jack Sergeant’la olan söyleşinde gençliğinde homofobik olduğunu itiraf ederek oldukça şaşırttın? Eğer öyle birşey dediysem, büyük ihtimalle şaka yapmışımdır. Herhangi bir heterodan daha fazla homofobik değilimdir herhalde. Hayatımda kocaman bir “bi” evresi oldu ve kız arkadaşım için sorun olmasa hala da olurdu. Homofobik olduğumu sanmıyorum, yani porno endüstrisinde pek çok herif çektim, biraz ağır homofobi gördüm, ama diğer herifleri ne kadar sert olduğun konusunda etkilemek istiyorsan en iyisi bir gay aksiyonu değil midir?!
Bruce LaBruce kendini isteksiz pornocu, Russ Meyer ise kendini birinci sınıf pornocu olarak tanımlıyor. Senin pornoyla ilişkin ne? Model Release’deki olay şu, ben pek pornografik düşünmüyorum. Sadece kıyafetsiz portreler. Pornografik şeyler çektiğim de oluyor tabii, dergilere, insanları tahrik etmesi gereken dergilere. Ama oldukça hafif. Hustler için bayaa gazetecilik yaptım. Bir röportörle bir yere gidiyor ve çılgın bir seks sahnesi çekiyorum. Şu anda en keyif aldığım işler onlar. Mesela insanları büyük Nevada genelevinde -The Big Bunny Ranch – çalışırken görmek, yapmakta olduklarımın en uç noktası. New York’ta çekmekten hatta çıplak kadın çekmekten daha da uç.
Yani düzüşmeyi ve saksoyu mu diyosun? Eh, ona pek bakmadım, sadece nasıl yaşadıkları, bilirsin, çok ilginç. Bir konuda önyargın olur ve sonra lüzumsuz olduğunu görürsün. Ama Barely Legal, Leg World, Taboo gibi başka dergilere de çekiyorum. Eskiden işlerimi dergilerde yayınlatmadığımı düşünürdüm ama sonradan farkettim ki ayda en az üç yada dört dergide işlerim yayınlanıyor, ama hepsi porno dergisi.
Filmlerin pornografik mi? O filmlerin hiçbirinde kimseyi tahrik etmeye çalışmadım; sadece nihilizm, çünkü o süreçte eroin kullanıyor ve seks yapmıyordum. Bilirsin her altı ayda bir seks yapabilirsin. Bir süre narkotiği bırakırsan biraz yüklenebilirsin olaya ama öbür türlü pek olmuyor. Ondan önce seks her şeyi mahvediyor gibi görünüyordu ama aslında sorun takıldığım tiplerdi.
Daha çok tabuları kırmaya çalıştığım bir çeşit ihlal pornosu. Mesela ‘Fingered’ın ana fikri cinselliği boktan bir şekilde gösterip izleyiciyi seksten soğutmaktı. Fakat filmi izledikten sonra gayet şehvetli deneyimler yaşadıklarını itiraf edenlerle de karşılaştım.
Lydia Lunch’un karakteriyle ve Kross’a karşı hafif tiksintisiyle daha çok ilgilenmişsin gibi. Evet. Fikir oydu. Lydia filmlerde hep kurbanı oynar, ama garip bir çeşit kurban. O filmde söylenen her şeyin klişe olması düşünülmüştü. Bir filmin tamamını fragmanda izlemek gibi.
Kadını nesneleştirmekle suçlanıyorsun, ama kendine ve erkek cinselliğine de gülüyor gibisin? Hm, The Evil Cameraman‘ın ilk yarısı ben uyuşturucu müptelası olduğumda çekildi ve dünya görüşüm oydu. Karanlık, sanki “Ben sertim, kötü adamım” şeklinde. Sonra uyuşturucuyu kestim ve ‘İki Yıl Sonra'” (yazar fılmde) bir çeşit ineksi çocuğum ve etrafta fingirdeyen bir kızın peşindeyim çükümü çıkarıyorum ve üzerimde büyük gamalı haç dövmesi var ve bundan dolayı kız bana gülüyor ve üzerinde hoplamaya başlıyor. Bu durumun daha gerçekçi yanıydı. Adı ‘Evil Cameraman’ çünkü o filmleri yaptığım zamanlar bir yere gittiğimde insanlar “O pis herifin burada olmasını dahi istemiyorum, iğrenç, berbat herif!.” derlerdi. Benle tanıştıklarında ise “Ah, hiç de öyle bir tip değilmişsin.” diye düzeltirlerdi.

Ben, sadece insanların başka bir takım şeyler yapan insanlar hakkındaki düşüncelerine oynadım.
Ayrıca tüm bunlar gerçek hayatımdan kaynaklanıyordu; ilk yarıdaki kız beraber takıldığım biriydi ve ilişkimiz garipti. Öyle çok bondage vs. yoktu belki ama sürekli uyuşturucu alıyorduk ve hayatımız tamamen karmaşadan ibaretti. Sonra o ellerinin üzerinde yürüyen kızla çıkmaya başladım ve o öyle enerjik, fingirdek bir kızdı ki önceden çıktığım insanlara kıyasla neredeyse şaka gibiydi.
S&M (sado&mazo) ile pek alakan yok yani. Özel hayatımda denemiyorum, kız arkadaşım yüzüme bakıp güler heralde ona kauçuk kıyafetler giydirmeye çalışırsam. Onu külotlu çorap giymeye bile ikna edemiyorum. Bondage çok heyecan verici çünkü karşındakine çok yakınsın. Yani birkaç santim gibi, ama onlara gerçekten dokunmuyorsun ve itiraf ediyorum bağlanmış bir kadın imajı beni çok heyecanlandırıyor, tabii bana baştan cazip gelirse. Araki‘yi tanıyorum dergiler için bondage çekiyor, eğer gerçekten ilgilenmiyorsanız oldukça sıkıcı. Ama pek çok bondage insanı için karşındakini bağlıyorsun, böylece onları tamamen kontrol edebiliyorsun. Onlardan biriydim, yani biliyorum. Demek istediğim çeken pek çok insan bunu yapıyor çünkü gerçek hayatta o insanı kontrol edemiyor ve insanı tamamen merhametine bağlı bir pozisyona sokacak bir sahne kurguluyorlar.
Bazı insanları soğutabilir ama artık seks için giyinmekle pek ilgilenmiyorum. İnsanlara “Hey ben çok çılgınım çünkü böyle kıyafetler giyiyorum!” dercesine.
Filmlerine karşı alışılmadık hakaretler oldu, özellikle Fingered ve Evil Cameraman’a? Sorun çıkacağını düşündüğüm gösterimler oldu ama sonuçta birşey olmadı, hepsi de Almanya’daydı; Seksenlerde Berlin’de kapüşonlu ve sopalı bir feminist grup gelmişti (sanırım hepsi erkekti) ve salonun projektörlerine boya fırlatıp oradaki herkesi soydular. Ama yanlış filmi mahvettiler, benimkiyle beraber oynayan diğer filmi mahvettiler ve gerçekten komikti.
Bir de Almanya’da bir üniversitede gösterim vardı ve filmi duyan bir kadın gösterimi durdurmayı kendine görev edindi. Yani gösterimi durdurmak için sürekli böyle bir heyecan vardı ve okul iptal etti ama biz yine de özel bir yerde göstermeye karar verdik. Herkes etkinliğin nerede gerçekleşeceğini buldu, fakat başka bir kapüşonlu ve sopalı feminist bir grup geldi ve bu sefer film oynarken perdeye boya fırlattılar ve sonra gittiler. Ama tüm olay şuydu ki eğer kimse birşey dememiş olsaydı en fazla elli kişi gelirdi, tüm bu şamata sayesinde yaklaşık ikiyüz kişi geldi. Sadece kendilerini alt ettiler.
Evet, Fingered’ın neden bu kadar kışkırtıcı olduğunu anlıyor musun? Fingered çok agresif bir film ve karakterlerin küfürbazlığı filmi daha da katlanılmaz kılıyor. Ama iki-üç kez izledikten sonra aslında komedi gibi olduğunu anlıyorsunuz. Bugünlerde insanlar Fingered‘daki görüntüleri görmeye alışık ama on sene once bu konuda farklı bir atmosfer vardı. Yani, böyle şeyler filmlerde zaten vardı ama o filmler 42nd Street’te gördüğüm filmlerdi. İnsanlar aynı zamanda The Sewing Circle gibi sert filmlerden de rahatsız oluyordu.
Sana ilham veren yönetmenler kimlerdir? Ben sanat sineması meraklısıydımdır, Godard ve Antonioni vb. yönetmenleri seviyordum. Her şeyi severim.
John Waters, Russ Meyer? Evet. Kesinlikle.
George Kuchar hakkında? Film yapmayı bırakana kadar onun filmlerini görmemiştim ve benimkilerle benzerliklerini görünce şok oldum. Thundercrack!‘i izlediğimde adeta beynim uçtu. Filmdeki insanlar durmak bilmiyordu, herif herifi sikiyor veya öyle birşey, sonra goril sex yapıyor ve “Müthiş, sınırsız !” diye düşündüm.
Peki, UK’de sansür problemi yaşadın mı? Bildiğim kadarıyla burada bir tek The Evil Cameraman var. Umarım British Film Institute aracılığıyla kısa bir sure sonra UK’de herşey bulunuyor olacak. Belki Fingered’da değiştirilecek birşeyler vardır. Eğer değiştirecek olurlarsa onların rahatsız edici görüntünün olduğu yere siyah bir nokta koymalarını sağlayacağım çünkü orada olan şeyden on kat daha kötü bir etki yaratıyor.
Amerika’da filmlerin NC-17 olarak mı sınıflandırılıyor? Hayır. Sınıflandırma yok. On seneden uzun süredir distribütörlerim var ve hala her ay tonlarca satıyorum ve DVD olayı başladığından bu yana hepsi yeniden satmaya başladı. İnan bana bu filmleri yaptığımda onları görmek isteyecek birileri olacağı konusunda en ufak bir fikrim bile yoktu. Bu durum halen beni şok ediyor bazen.
Hiç Underground olmayan bir film çekmeye heves ettin mi ? Yapmayı isterdim ama nereden başlayacağımı bilemezdim ve şu anda fotoğraf’la daha çok ilgileniyorum. Söyleyecek birşeyim olduğunu sanmıyorum ve bir film bir-iki yıl alıyor, ayrıca kim bana destek olacak?
Şu anda ne yapıyorsun? Şu anda sürekli fotoğraf çekiyorum. Son sekiz aydır sürekli moda fotoğrafı çekiyorum. Nylon, I-D, Spoon, Purple ve diğerleri için çektim. Hala porno ve kendi işlerim için de çekiyorum. Kern Noir adında bir kitap çıkacak Eylül’de. Model Release adlı kitabım da Taschen tarafından cep kitabı olarak yeniden basılacak. Sanırım o eski güzel sinema günlerim artık sona erdi.
BLANK CITY Documentary 2010
Before HD there was Super 8; before Independent film there was Underground Cinema and in the late 1970’s and 80’s, downtown Manhattan was the epicentre of a new kind of explosive, raw and confrontational filmmaking that bore witness to the rising East Village art and No Wave music scenes and the birth of hip hop.
Filmmakers such as Jim Jarmusch, Beth B, Lizzie Borden and Amos Poe captured New York’s gritty vibrance with dissonant tales and deadpan humour. BLANK CITY tells their story and succeeds in capturing the glorious and grungy creative energy of another age, illustrated by extraordinary footage of their early work and the derelict landscapes of the Lower East Side.
Interviews with Jim Jarmusch, John Waters, Steve Buscemi, Debbie Harry, Fab 5 Freddy, Thurston Moore and Lydia Lunch explore how a group of young visionaries pooled resources to create a DIY film movement that had a major influence on independent film today.
Nick Zedd
Underground Poetix Özel Röportajı
Şenol Erdoğan & Oya Yalçın / Tercüme: Mayıs Aru
Daha önce dergimizde bir Richard Kern röportajı yayınladık ve ikinizin birlikte yaptığı bazı filmleri gösterdik. Şu sıralar Richard Kern’le aranız nasıl? Zedd : Kendisini nadiren görüyorum ama bazen telefonda veya e-posta üstünden konuşuyoruz ya da iki yılda bir falan kaldırımda yürürken rastlaşıyoruz. ikimiz de yakın zamanda Blank City adında uzun metraj bir belgeselde ve de Llik Youridols adında bir diğerinde yer aldık.
2010 yılına girdik. New York City’de 85’e dair herhangi bir şeyi özlüyor musunuz? Hareketli günlerindeki Aşağı Doğu Yakası’nda olmayı özlüyorum. Her yeri ele geçiren açgözlü mülk sahipleri ve konformistler oranın da canına okudu. Underground filmler gösterecek ya da sıkıcı olmayan tiplerle buluşacak tek bir mekân bile kalmadı. Canlı müzik seyredecek tek bir mekân yok. Her şey çok pahalı. Her taraf bebek arabası dolu. NYC’deki insanlar çok sıkıcı, NYC dışmdakiler daha da sıkıcı.
2001’le 2005 arasında bir süreliğine her şey biraz daha iyi gibiydi ama sonra açık mikrofon çevresi iç çatışma ve arkadan konuşmalar içine battı ve şimdi giderek küçülen bir kıç yalayıcı güruhundan aldıkları ucuz ego dopingleriyle kendilerini bir bok sanan yeniyetme şımarık veletler sahneyi ele geçirdi.
New York City, kendilerini ‘çığır açıcı’ olarak yutturmaya çalışan içten içe muhafazakâr yaratıklar tarafından yönetiliyor. Her gün daha da kötüye gidiyor. Özgünlük yoksunluğu hiç tecrübe etmedikleri bir geçmişin nostaljisine saplanmış bir kuşak yetiştirdi. Herkes yenilik ve riske yönelik inançlı bir direniş geliştirmiş, insanlar benden veba mikrobuymuşçasına kaçıyorlar.
Güzel çevrelerin hepsi bir şekilde dağılıyor ve ben de yeni bir güzel çevre yaratabileceğim insanlar çıkagelene kadar vakit öldürüyorum. Ben muhteşem şeyler yaparken dış dünyanın beni yakalaması asırlar alıyor.
Güncel siyasetle ilgileniyor musun? Hayır. Siyaset devasa bir kitle kandırmacası.
Neler izliyorsun; underground mu yoksa ana akım mı? En çok kendi TV dizim olan Electra Elf‘in bölümlerini ya da Alex Jones filmlerini ve bir de Dark Shadows‘un eski bölümlerini izlemeyi seviyorum.
Son zamanlarda The Black Cat gibi Edgar G. Ulmer filmlerini ve Orson Welles‘in tüm filmlerini izliyorum.
Japon yapımı, Johnny Sokko and His Flying Robot adında bir TV dizisini de seviyorum. Ana akım filmler arasında sevdiğim üç beş filmden biri Idiocracy’di; Zeitgeist ve Zeitgeist Addendum‘u da sevdim.
Her hangi bir şekilde Beat Kuşağı’yla bir alakanız oldu mu ya da var mı? Hayır, fazla abartılıyorlar. Onlar hakkında sürekli bir şeyler duymaktan bıktım usandım. Bebek patlaması [Baby boomers: 2. Dünya Savaşı sonrasında Amerika’da nüfusun düşme eğilimi göstermesi üzerine reklamlarla ve devlet eliyle desteklenen nüfus patlaması döneminde doğan nesil.] son elli yıldır gerçekleşen her şeyi hiçe sayarak onlardan bahsedip duruyorlar.
City Ligts, Re-search, Headpress yayınları size ne ifade ediyor? Miyopluk.
Neler okuyor ve dinliyorsun – özellikle şu aralar? Kitap: Art That Kills, El futuro más acá, Howard Bloom‘un The Lucifer Principle‘ı, YVebster Griffin Tarpley’in 9/11 Synthetic Terror, Made in Usa’i.
Müzik: Pierre Henry Messe Pour Le Temps Present; eski film müzikleri.
Yapmak isteyip de yapamadığınız bir film projeniz oldu mu? Geçen sene çekmeye başladığım ama herkesin vaktini çalıp bizi yarı yolda bırakan kadın başrol oyuncusu tarafından baltalanıp mahvedilen Electra Elf filmi. Bunun dışında yıllardır Underground Film Bültenleri‘mden yaptığım bir derlemeyi bastırmaya uğraşıyorum, yayınlanmayı bekleyen bir de 7.000 sayfa kadar kişisel hatıratım var. Şimdiye dek kimse bunları basmaya cesaret edemedi.