Kurtarılmış Üretim Araçları Orkestrası (MultiRAID 2016)

AID CRU X16 MultiRAID İstanbul

Marinetti’ye göre, gürültüyle çalışan bir makinenin sesi, savaştan ya da yengiden çok daha güzeldir. Bundan da kolayca anlaşılacağı gibi, insanın bir ürünü olan makine savaş için değil, insanın mutluluğu için kullanılmalı.

Patronsuz Kazak-Patronsuz Müzik’le buluşuyor

Bu bir Özgür Kazova-MultiRAID konseridir. Konser, Latince’de karşılaşma anlamına geliyor. Taksim’in bombalandığı gün, dört bir coğrafyadan İstanbul’u farklı bir şekilde sallamaya gelen ve bir çoğu Taksim’de konuşlanmış sanatçı ve na-sanatçının, İstanbul’un tarihi mahallelerinden Rami’nin sanayi bölgesinde, yine ilk eylemlerini 27 Şubat 2013 tarihinde Taksim’de koyup, sonrasında iflas bayrağını çekip fabrikayı terk etmiş fabrikatörden önce işgal (doğrudan eylem) sonra hukuksal yollara başvurarak, üretim araçlarına el koyup, hak alma mücadelesinde Türkiye ve hatta uluslararası işçi hareketinin biricik mensupları Özgür Kazova İşçileri’nin mekanında parmak uçlarının birbirine dokunması.

Farklı kültürel yapıların bir araya geldiğinde, insanların birbirinin kemiklerini kemirdiği bir coğrafyada, üretim araçlarımız etrafında buluşturucu ortak paydalar, doğurgan yeni anlamlar üretebilecek miydik, hepimiz için merak konusuydu. Bu konser gerçekleşmeden önce elbette ortak bir çıkış noktamız vardı. Patronsuz Kazak-Patronsuz Müzik’le buluşuyor. Siyasi ya da sosyal açılımının ötesinde, müzisyenin asli görevi müzik, tekstil işçisinin ise kazak ve t-shirt üretmektir. MultiRAID oluşumu, bu olguları ortaya attıkları na-sanat kavramı çatısı altında toplayarak, Özgür Kazova İşçileri’ni de performansa megafon, bilgisayar ve kurtarılmış üretim araçları yoluyla dahil ederek bir proje oluşturdu ve Özgür Kazova, MultiRAID’e kapılarını açtı. Bunun sanat tarihindeki kavramsal dayanağı, Marinetti’ye göre, gürültüyle çalışan bir makinenin sesi, savaştan ya da yengiden çok daha güzeldir. Bundan da kolayca anlaşılacağı gibi, insanın bir ürünü olan makine savaş için değil, insanın mutluluğu için kullanılmalı. Bunun yanında fabrikada icra edilen serbest doğaçlama ve noise müziğinin sosyal açılımları, işçilerin direniş mücadelesi ile tasarlanan performansın arasındaki ilişkiye dair ışık tutması açısından kreatif doğaçlamacı Wadada Leo Smith’in şu söyledikleri yol göstericidir: “Müzik söyleminin baskın normlarını yıkmaya çalışan yaratıcı müzik edimi ile hayatımızı “yönlendiren” politik reformları birbiriyle ilişkilendirebiliriz. Estetik normlarının değişimi siyasi değişime yol açar. Estetik değişimine giden yol yenilikten ve doğaçlamadan geçer.” Öyleyse yapısı gereği, hiyerarşisizliği vurguladığı için anarşizmin sesteki karşılığı serbest doğaçlamadır: Her birey kendi enstrumanlarını aynı anda hep birden müziğe dahil ettiği için solocu-eşlikçisi bertaraf edilmiş oluyor; böylece, anarşizmin temel nüvelerinden biri fırsat eşitliğiyse, ortaklaşa katılım, müzisyenlere bu imkanı sağlıyor. Müzik, melodi, armoni ya da ritimden değil de her türlü sesin oluşturduğu dokudan meydana geldiği için sesler arasındaki hiyerarşi de ekarte ediliyor. Eşitsizliği yaratan öğelerin yokluğunda seyirciler ile müzisyenler de eşit, çünkü ikisi arasında bir mesafe yaratan kulis ya da müzisyenlerin seyircilere tepeden baktığı, üstünde durdukları bir sahne na-mevcut; tüm sahne seyirciyi de içine alacak şekilde hemzemindir. Burjuva imajının aksine, dinleyiciye, haydi gelin, diyen, kendine katan bir imaj. Ayrıca, bu karşılaşmanın gerçekleşme şekli de gönüllülük esasına dayandığından, kapitalist beklentilerin tamamen dışında; İşçilerle müzisyenler doğrudan ilişkiye girmiş, sponsor, kilise, cami, devlet, burjuva yoktur.Paylaşım ve kardeşliğin ötesinde hiçbir şey yoktur. Etkinlik için herhangi bir giriş ücreti belirlenmemiş, kapıya, masrafları gidermek adına bir bağış kutusu konmuştur (Aid Box). İşçilerin makineleriyle kazak üreterek Kurtarılmış Üretim Araçları Orkestrası’nın yarısını oluşturması da anlamlı. Makinelerin kendini tekrar eden gürültüleri, işçiler tarafından kontrol bilgisayarlarıyla müdahale edilerek farklı loop’lar halinde hızlandırılmış besteye minimalizmden esintiler, hipnotik ve meditatif havalar kattı. Güzel havalar bunlar: İnisiyatif alma ve karşılıklı anlaşma, sorumluluğun paylaşılması. Patronsuz Kazak-Patronsuz Müzik buluşması, bela zamanları bir na-etkinlik.


15-22 marts 2016

Later into this broadcast concerts by:

Siebenstädt/Erol/Argüden/Tüzün (DE/TR/TR/TR), Miriam Siebenstädt: sax , Gülşah Erol: cello, Korhan Argüden: drums , Tolga Tüzün: electronics

Pernollet/Demi/Argüden/Adato (IT/TR/TR/UK) Vincent Pernollet: guitar, Duygu Demi: cello , Korhan Argüden: drums , Illi Adato: electronics

Çatı1972/Riva/Capurso (TR/CH/IT), Gürkan Baltacılar: guitar, Alex Riva: winds, Marialuisa Capurso: voice, electronics

Crocanti (ES), Marti Guillem: electronics


Joe Made This ‘DIY’

Bu spontan çeşitlilik merkezi sürekli bölüp, parçaladığı için merkeziyetçiliğe de karşı bir tutum. Kendi teknolojini üretmek, toprağı ekmek gibi pratik bir iştiraktır. Böylece deha miti yok oluyor ve herkes kendi dehasını buluyor. Bireyin teknolojiye hakimiyeti sistemi nakavt eder…

Ortaklaşa bir amaç da patronsuz alan yaratmaktır. Kapitalist üretim sürecinde patron ya hep daha zengin olur ya da iflas eder ama işçinin ve na-müzik sanatçısının “yoksul” durumu devam eder. O yüzden, hedefimiz kendimize patronsuz bir alan daha yaratmak, patronsuz ve tahakkümsüz oyun alanımızı genişletmekti. Bireylerin doğrudan çabasıyla gerçekleştirilen bu biçimdeki performanslar, çokluk, tarihte ve günümüzde burjuva bireyselliği olarak nitelendirilebiliyor. Bunu na-sanatçılar ve Özgür Kazova İşçileri olarak bire bir deneyimlediğimiz için söylüyorum, ayrı bir konferans konusu, başka bir yazımda değineceğim. Avant-garde sanat da Özgür Kazova İşçileri de “sosyalist” devletlerin ve “sol” örgütlerin hışmından geçerek bu günlere geldi. Hiç değilse söylemleri özgürlükçü ve işçiden yana olan ki buna müzik ve kültür işçileri de dahil olmalı, sosyalist oluşumları özeleştiriye davet etmek gerekiyor. Amacımız, iktidar kavramının gerekliliğinin kırılması ve müziği yapmaya başladığımız anda her türlü düşünce ve ideoloji eriyor, kafamız konuşmuyor, sadece müzik. İşin düşünce kısmı sahneden önce tasarlanıyor ve icra etme kısmında siyaset de eriyor, işçiler de kazak üretmeye konsantre olmuşken Enternasyonal Marşı’nı söylemiyor. Kapitalizmle mücadele aşamasında kitaplardan öğrendiğimiz ya da devrimci mücadele tarihi yanında ki asla küçümsemek için söylemiyorum, öğrendiğimiz yenilikler var, iyi ki var. Enstrumanların yapım aşamasına kadar var oğlu var. Kurtarılmış Üretim Araçları Orkestrası diğer bitişik yarısını kendi enstrumanlarını, bir nevi makinelerini üreten na-müzik sanatçıları oluşturuyor. Piyasada üretilen müziğin adı anıldığında bir yandan müzisyenlerin kullandığı, belli başlı firmaların ürettiği müzikal enstrumanların (hangi müzik?) çizdiği sessel çerçevelerin içinde konuşmak zorundayız, belki de aklımızı kaçırmamak için, oysa DIY tam bir kaçkınlık. Bir Les Paul ya da Stratocaster’ın icracısıyla arasına koyduğu tarihi, bilgisel ve uzmanlaşmaya dair mesafe, icracının kendi makinesini üretip onunla daha et, daha kemik olmasıyla ortadan kalkıyor. Müzisyenin kendi enstrumanını üretmesi ve standardizyasyondan kaçınması daha zengin bir ses çeşitliliği ve taklidi zor, özgün sesler anlamına geliyor, bir ses sanatçısının kalemi tıpkı bir şarkıcının her şarkıyı okumadan önce mikrofona iç çekmesi gibi, sürekli değişen sesler. İşte bu değişkenlik devamlı yeniliğin kapılarını çalıyor. DIY sanatçısı müzik dükkanı yerine Perşembe Pazarında ve Bauhaus’da dolaşıyor, sonunda kendinini elektrik, devre kovalarken buluyor, buna, sanatla, zanaatın buluşması da diyebiliriz, ancak art-nouveau usulü gibi pahada yüksek bir buluşma değil. Art-nouveau akımının söyleminde sanatçıyla zanaatkarı, dolayısıyla halkı buluşturmak vardı ama ürettikleri vazolar ve mobilyalar o kadar “estetik”di ki fiyatta anlaşamadılar. Oysa bir DIY sanatçısının alanını ikinci el dükkanlardan, çocuk oyuncakçılarına kadar, işlerin sessiz sedasız yürümesini sağlayan sıradan iyi insanların dolaştığı mekanlar oluşturuyor. Bu spontan çeşitlilik merkezi sürekli bölüp, parçaladığı için merkeziyetçiliğe de karşı bir tutum. Kendi teknolojini üretmek, toprağı ekmek gibi pratik bir iştiraktır. Böylece deha miti yok oluyor ve herkes kendi dehasını buluyor. Bireyin teknolojiye hakimiyeti sistemi nakavt eder, yüz lira vererek aldığınız bir ekolayzır pedalını kendiniz on liraya üretebilirsiniz, üstelik onu üretirken edindiğiniz bilgi sizi bir şey yapar.

Kurtarılmış Üretim Araçları Orkestrası’nın başka bir marifeti ise mekansal standardizasyonu parçalamak. “Serbest” piyasa ekonomisinin dayattığı konser mekanlarının dışına çıktık. Konser şöyle ya da böyle şu mekanlarda olmalıdır dayatmasına karşı Özgür Kazova İşçileri’nin uyguladığı başka bir kamusal alan mümkündür, mottosuyla, bir A.I.D Room geleneği olan (dünyada bir ilk değil), konser için tasarımlanmamış mekanları konser alanına çevirme işlemini paylaştık. Bu bizi evimizdeymiş gibi hissettirdi.


15-22 marts 2016

“Müziğiniz yabani at gibi, evcil olsa dinlendirir. Ürkütücü olmayan yanları da vardı: Gitar çalarken bağıran testere, bir kadının zinciri tavada gezdirmesi aklımda kaldı. Saatlerce dinlerim. Bunu sen, ben, herkes yapabiliriz hissi de güzel. Bizim müziğe katılımımız da öyle hissettirdi.” -Özgur Kazova

Karşılaşmanın ardından bir ay geçti ve Özgür Kazova’yı habersiz, teklifsiz ziyarete gittiğimde fabrikanın kapısı yine açık, konser hala devam ediyordu, günlük rutin… Makineler şakırken çaydanlığın buhar sesi eşliğinde Aynur Usta, Serkan Usta, Muzaffer Usta ile koyu bir sohbet demledik.

-Eski fabrikada hep aynı saatte işbaşı yapar, önümüze konan listedeki ip, model, en, boy, hep o listeyi uygulardık, hoşumuza gitmese bile. Maviyle, yeşil, yap diyorlar. Biliyorum ki sarı daha iyi gider. Burada artık kafamıza göre üretiyoruz, sizinle yaptığımız müzik de öyleydi, iyisiyle, kötüsüyle, özgür. Biz kazağı değiştirdik, siz müziği değiştirmişsiniz. Gerçi biz direnişin, dayanışmanın içinde büyüdük. Siz, biz, ayrı, gayrı yoktur. Farklı hayatların olduğunu kitaplardan değil hayat içinde öğrendik. Bu, ruhumuza işledi.

-Orjinali de bozmuşsunuz. Enstrumanlara bazı materyaller eklemişsiniz. Gitar, gitar değil, bambaşka bir ses. Biz de makinelerin tarak arabasını değiştirdik, Muzo, tarakları kesip daha kısalarını yerleştirdi, daha seri üretiyoruz. Bizim makine değiştikten sonra daha fazla iplik kullanmak zorundayız, kaliteyi artırıyor. Kapitalistler daha az iplik kullanmaya bakar.

-Penye mantığını trikoda uygulayabilir miyiz, diye düşündük. Şimdi trikolarımız klimalı gibi, t-shirt’lere hava giriyor.

-Makine ayarını da sıkılaştırdık, böylece makinenin hatalarını gördük. Nokta vuruşu yapabiliyoruz.

-Neydi öyle, birinizin kolunu takma zannettim, cihaz bağlamış, şaşkınlık.

-Ayı kafalı bir çocuk vardı. Ezan sesi üzerine rap gibi bir şeyler çalıp, etrafındakilerle gülüşmeye başladı. Neyi ima etmeye çalıştığını anlayamadık, sen de ortadan kaybolmuştun o sırada. Muzo seni sonra taksiden inerken görmüş.

Özgür Kazovacı’ların bu hassasiyetini müzisyen arkadaşlara ilettim. Performansda, Berlin’de bir mağazadan alınma ezan sesi çıkaran bir oyuncak kullanılmış. Amaç, sistemin, en kutsalı bile çocuklar için nasıl metalaştırdığını tiye almakmış. Olay, inançla dalga geçmek değil. Burada yapmayacağız da nerede yapacağız. Gürültüyü sordum işçilere:

-Gürültü uzaktan geliyor, bire bir değil. Bu kadar yakından duyunca, Gaziosmanpaşa’dan gelen inşaat gürültüsünün orada oturan insanlara neler hissettirdiğini anladım: Korna, vinç, dozer. Daha önce o gürültüyü koklamamıştım. Aynı gürültüyü sokakta duysam orada saatlerce durmam. Buraya gelen komşu esnaf beş dakika durdu, kaçtı. Ama, biz olayı biliyorduk. Özgürlük cezp edici. Üstelik belli, arkadaşlar notayı yalayıp yutmuşlar. O kendi yaptıkları enstrumanlarla normal müzik yapsalar ortalığı dağıtıp geçerler. Müziğiniz yabani at gibi, evcil olsa dinlendirir. Ürkütücü olmayan yanları da vardı: Gitar çalarken bağıran testere, bir kadının zinciri tavada gezdirmesi aklımda kaldı. Saatlerce dinlerim. Bunu sen, ben, herkes yapabiliriz hissi de güzel. Bizim müziğe katılımımız da öyle hissettirdi. Ama ustalık olduğu da belli. Kendine özgün bir uyumun olduğu doğru ama formatın iyi anlatılması gerek, çünkü o zaman daha kolay hissedebiliyoruz.

-Elime tencere tava alıp mikrofonlasam bir daha aynısını çalamayacağım, ama bu bir teşvikse ne güzel.

-Bir kıza teneke verdim, bir de kaşık. Performansın sonunda kaşık yamuldu, kız üzüldü, sarıldık.

-Gitarlar başlangıçta melodiyle girse, sonra çıldırsa, sonra tekrar melodiye geri dönse daha uygun olurdu. O zaman normale döneceğini bilirdim. (Bu beni, Sonic Youth’un, Diamond Sea, adlı parçasına götürdü.)

-Neydi o tekstil mankenine yaptığınız? Adam zili kıçına kıçına vurdu. Kadına şiddet bu olsa gerek. Feministler görse topa tutar sizi.

-Ama o adamın performans öncesi hazırlık yaparken ve çalarkenki ciddiyeti, konsantrasyonu, adamlar sallamıyor dedik.

-Kırk ülkeden insan ağırladık o gün. İstesen yapamazsın, çünkü düzen onu gösteriyor. Birilerinin gelip, bizim bir projemiz var, demesi önemli. Biz olmasak kimle yapacaklar.

-Gezi de bizim gibi patladı. Sünnisi, alevisi var mıydı. Biz de sıradan, işinde gücünde insanlardık ama hep içimize atıyorduk: Çok çalışmak, hak ettiğinden düşük ücretler, eşinle tiyatroya gidememek, dışarıda yemek yiyememek. Gezi de sıradan insanın ters giden bir şeylere haykırmasıydı.

Yurtdışında iletişim halinde olduğunuz Özgür Kazova gibi oluşumlar var mı?

-Örneğin VİEOME. Yunanistan’da kaldırım taşı üreten bir fabrikaydı (Kaldırım taşlarının altında kumsal var.) Patron iflas gösterip fabrikayı terk etmiş. İşçilerin direnişi, makinelere el koymalarıyla sonuçlanıyor ama malzeme pahalı. İşçiler, aynı makinelerle sabun, deterjan üretebileceklerini keşfediyorlar, şimdi öyle yapıyorlar. Selamlaştığımız birkaç oluşum daha var. Herkesin ülkesine göre kanunları var, enflasyon farklı, işçiler farklı. Bizim yaptığımız, İspanya’da daha kolay, Yunanistan’da acaba, Türkiye’de çok zor. Bu noktadan sonra planlı, programlı devam etmeliyiz. Elbette dayanışmayla ama asla bağışlarla değil. İstikrar sağlamalıyız. Amacımız daha fazla üretip ürünlerimize yeni pazarlar bulmak. Asli amacımız çalışma süresini altı saate indirip, insan gibi yaşayacak kadar para kazanmak.

-Görünüşte bir şirket, içeride işleme şekliyle bir kooperatifiz. Adı önemli değil. Köylülerin geleneksel İMC usulüyle çalışıyoruz da diyebiliriz. Türkiye’de kooperatifler var ama çoğunlukla tüketim kooperatifleri. Üretim kooperatifi olarak yalnızız. İstiyoruz ki çevremizdeki ayakkabı, plastik fabrikaları da kooperatifleşsin, birbirimize tutunalım. Birbirimizden alış-veriş yaparsak marka sevdası geriler. Önemli olan marka değil, kazağın içindeki hammadde. Bizim de bunu iyi anlatmamız gerek.

Adam naylon kazağa elli lira istiyor. İlk etiket fiyatı yüz lira. Bir miktar satıp voliyi vurduktan sonra elinde kalanlara 50% indirim çekip bir damping furyası pompalıyor. Biz yüzde yüz yün kazak üretiyoruz. İki yıldır zam yapmıyoruz.

Multiraid ‘Özgur Kazova’ Anti-Capitalist Textil Factory (206)

ipliği aldık

ördük

diktik

yıkadık

paketledik

42 Lira

8 Lira kar koyduk

50 Lira

Kapitalist ne yapıyor?

420 Lira

BULUŞMAK ÜZERE

. . .

Kaynak: AID Zine #02


XTRA:

Leave a comment