Sokakta ve Sinemada ‘Kötü Kedi Şerafettin’

Bülent Üstün, Balat, 2024

KÖTÜ KEDİ ŞERAFETTİN’İN ARKASINDAKİ GÜÇLER

Burcu Baki ile Söyleşi

Kaynak: UP XIV, #13 Nisan 2016 / SUB YAYIN

Ekstrem metalci geçmişini ve serseriliklerini çok iyi bildi­ğimiz, Anima İstanbul emekçisi ve geçtiğimiz Şubat ayın­da gösterime giren Kötü Kedi Şerafettin filminin yardım­cı yönetmenliğini üstlenen Burcu Baki, yoğun temposuna aldırmadan (zaten başka seçeneği yoktu) UP XIV’ün film süreci ve özel hayatına yönelik sorularını cevapladı.

Burcu açıkçası bu film sürecinde uzun süredir seni bir aşağı bir yukarı Kadıköy yokuşlarında inip çıkarken gördükçe sonlara doğru endişelenmeye başlamıştık. Umarız şu an iyisindir. Bu geniş zaman aralığının öze­tini sormak ve senden papara yemek niyetinde değiliz ama az buçuk, bir şeyler merak ediyoruz tabi, kaşıntı­dan olsa gerek. Bu projeye nasıl dahil oldun, neler yap­tın, ne yedin ne içtin biraz anlatabilir misin?

Merhabalar, öncelikle ben projede çalışmaya başlayalı 2 yıl oldu. Filmin süreci ise senaryonun finalize edilmesi ve storyboard çizimlerinin başlamasıyla aşağı yukarı 4 yıl önce başladı diyebiliriz. Anima İstanbul’da yıllardır çalışı­yorum ve çalışanların büyük bir kısmı da arkadaşım. Yıl­lardır beraber çalıştığımız arkadaşım Can Deniz Şahin fil­min uygulayıcı yapımcılığını yapmaya başlayınca; “Kötü Kedi Şerafettin’i yapıyoruz, sensiz olmaz” dedi, böylece ben de çalışmaya başladım. Filmde yardımcı yönetmenlik yap­tım. Filmin her alanında yurtdışındaki örneklerine oran­la az kişi olarak çalıştığımız için, çok yoğun bir çalışma süreci geçirdik. Dolayısıyla size çok yorgun görünmüş olabilirim ama güzel bir yorgunluktu.

Türkiye’de animasyonla alakalı ya çok ilgilenmeyip içine giremediğimizden ya da cidden kayda değer bir şey olmadığından popüler bir olaya rastlayamadık. Olanlara da bakıyorsun, tarih ve ahlak tornasından ge­çirilen ve çeşitli mesajlarla çocuk beyni yıkayan prog­ramlardan ya da yine biz izlemeye kalksak arızaya bağlayacağımız çalışmalardan öteye geçemiyor. Bizce Şerafettin bunlara karşı hem sert bir tokat gibi oldu hem de aslında yapım, içerik, pr, sunum ve gişe anlamında da birçok hususta yeniliğe imza attı ve etki­leri sürecekmiş gibi gözüküyor, ne diyorsun hem içerik hem başka projeler açısından bir başlangıç mıdır bu?

Şerafettin bahsettiğiniz alanların hepsinde bir dönüm noktası oldu. Suratımıza kapanan bir çok kapıyı açacak ve özellikle animasyon yapmak isteyen insanların cesaret­lenmesini sağlayacak. Bu Anima İstanbul için de geçerli, yeni projeler için biz de cesaretlendik ve nasıl ilerlememiz gerektiğini daha iyi biliyoruz artık. Ayrıca bu film yurtdı­şına açılmamız için de bir dönüm noktası olacaktır.

Çizgi Roman Yolculuğu: Bülent Üstün & Kötü Kedi Şerafettin (2016)

Şerafettin filmin başından sonuna bir “sofra” kurmaya çalışıyor aslına bakarsan, her türlü ak­siliğe rağmen o sofraya oturmak, içmek, cigara dönebilmek önemli bir olay ve tabi huzurunda kaç­maması lazım. Bizde de mesela o var, cepte beş kuruş varsa eğer masaya akıtıyoruz, “adap rakı” göndermesinden hareketle çokta o işin adabıyla ilgi­lendiğimiz söylenemez vs. Senin sofra (ya da bar ya da ev her neyse), içki ve Şerafettin üçgenin nasıl peki?

Sofra bizim için bir hayat biçimi. Biz “hadi buluşalım” de­miyoruz, “hadi rakı içelim” diyoruz. Şerafettin’in de böyle bir karakter olması da benimsenmesini, sevilmesini sağla­yan temel noktalardan biri.

90’lı yıllarda doğal olarak (yaşın gereği dersek pot kırmayız umarım) çokça vakit öldürdün. Müzik, kül­tür, yaşam olarak o atmosferden hızla uzaklaşan bir dönemin tam ortasındayız ve Şerafettin tam da bu ga­rip günlerde perdede bizleri karşılıyor. Aynı zamanda şunu görüyorsun, Şero Cihangir’de kendi alanını bi’ anlamda muhafaza etmeyi başarabilmiş ama öte yan­dan gittikçe değişen ve sinsileşen bir kültürle de mü­cadele etmek durumunda kalıyor. Seni bu zaman turu nasıl etkiledi peki?

Genel olarak negatif bir etkisi oldu. 90’lardaki rahat sos­yal hayatımızı özler olduk. Ülkemiz hızla yaşanamayacak bir yer haline geldi. Şero Cihangir’de alanını muhafaza etmeyi başarabilmiş olabilir ama ne yazık ki biz edemedik. Ben de iş dolayısıyla yıllarca Cihangir’de yaşamış biriyim ama bir yerden sonra hızla bozulduğunu görüp ben de kendi mahalleme geri dönüş yaptım. Geçen hafta iş için Taksim çevresi ve Cihangir’deydim. Görsel çirkinlik, in­sanların insanlıktan çıkmış olması, şehrin kötü kokusu ve sürekli sizi paralize eden gürültü, gerçekten de bütün duyularınızla bulunduğunuz ortamdan tiksinmenizi sağ­lıyor. Oldukça üzücü bir zaman turu diyebilirim. En kötü tarafı da bu çirkinliğin bütün ülkeye yayılıyor olması.

Cihangir’de Bir Gece…

Bir önceki sorudan yola çıkalım; Şerafettin ortalama iki ya da üç kuşağın hayatına girdi, kimsenin elinden düşürmediği bir çizgi karakterden, önü alınamayan hat­ta bazen günlük hayatımıza, dilimize, hal ve tavırları­mıza, tişörtlerimize sıçrayan bir fenomene dönüştü. Bu sert ve tavizsiz moruk, punk’ından muhafazakarına ka­dar benimsendi. Herkesi çeken olay neydi bu noktada?

Şerafettin’in her şeye başkaldıran bir karakter olması, herkesi olmasa da birçoğumuzu kendine çekti. İnsanla­rın yapmak isteyip de yapamadıklarını yapan, söylemeye cesaret edemediklerini söyleyebilen serseri bir karakter… Aslında kötü olmasına rağmen filmde de kendini sevdir­meyi başarabiliyor.

Kötü Kedi Şero (Negatif)

> BÜLENT ÜSTÜN

> SAYKO BÜSTÜN

> ACAYİP SAHAF


Leave a comment