Kültür Bakanı Hajrulla Çeku, dün gece Tolga Güldalli’nin küratörlüğünü yaptığı Pykë-Pressje’nin Yerin Dibi sergisinin açılışına katıldı. Seksenlerin sonundan 2000’lerin ortalarına kadar üretilmiş yüzün üzerinde fanzin ve posterin yer aldığı sergi, Türkiye’nin yakın tarihine punk altkültürü perspektifinden bakıyor. Bu benzersiz yeraltı fanzinleri koleksiyonu, yalnızca kendi kendini örgütleyen D.I.Y. (Kendin yap) kültürünün yerel stratejileri hakkında bir fikir vermekle kalmıyor, aynı zamanda punk altkültürüne özgü stil ve politika karışımına yeni bir bakış açısı da kazandırıyor. İnternet-öncesi uluslararası punk altkültür ağı hakkında ipuçları veren sergi, aynı zamanda punk kültürünün kapitalist meta üretimine karşı küresel çapta dolaşıma soktuğu araç ve mekanizmaları da sergilemiştir.
Sergiyle birlikte Türkiye’den 19 hardcore punk grubunun yer aldığı bir derleme albüm de piyasaya sürüldü. Kaset olarak yayınlanan albüm, Güldalli tarafından derlendi. Pykë-Presje, esas olarak yayıncılık alanında çalışan bir kolektiftir. Odak noktaları, halk hareketlerinin, cinsiyet özgürleşmesinin ve sınıf bilincinin yerel tarihlerini vurgulayan belgeler ve arşivlerdir. Aynı zamanda yeraltı yayınları ve samizdatlar konusunda farkındalık da yaratmaya çalışan Pykë-Presje, bu sergi ile birlikte basılı, sesli veya video formatlarında bu tür prodüksiyonlara adanmış bir kütüphaneyi de başlatıyor. (Temmuz 2022, Kosova Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı)
Kranch Magma Konseri – 1998 Mart 26
Tolga Güldallı, Türkiye’de punk ve underground tarihinin en önde gelen isimlerinden biri. Geçmişte Crunch ve Haossa gruplarında çalan Güldallı, An Interrupted History of Punk and Underground Resources in Turkey 1978-1999 kitabının yazarlarından (Sezgin Boynik ile birlikte, BAS, İstanbul, 2007) ve aynı zamanda Punk Travma: Collective Memory of Punk in Turkey web sitesini yönetiyor.
Yerin Dibindeki Kaset
“Yerin Dibi!” Sergisi / Prizren 2022
Ministri i Kulturës, Hajrulla Çeku mbrëmë mori pjesë në hapjen e ekspozitës Yerin Dibi nga Pykë-Presje, kuruar nga Tolga Güldallı.
Me një përzgjedhje të mbi njëqind zineve dhe posterave të prodhuar nga fundi i viteve të 80-ta deri në mesin e viteve 2000, ekspozita shpalos një pamje të historisë së vonë të Turqisë nga këndvështrimi i subkulturës punk. Ky koleksion i veçantë i zineve underground pasqyron jo vetëm strategjitë lokale të vet-organizimit të punk-ut dhe kulturës por gjithashtu përzierjen e çuditshme të stilit dhe politikës, specifike për kulturën punk.
Krahas ekspozitës po ashtu u lansua një album përmbledhës me 19 grupe hardcore punk nga Turqia. I publikuar si kasetë, albumi është përpiluar nga Güldalli.
PykëPresje është një kolektiv i cili punon kryesisht në publikime. Fokusi i tyre është në dokumente dhe arkiva, duke theksuar historitë vendase të lëvizjeve të njerëzve, të emancipimit gjinor dhe vetëdijësimit klasor. (Kosovë Ministria e Kulturës, Rinisë dhe Sportit)
“Yerin Dibi!” Sergisi / Prizren 2022
Türkiye’de Fanzin Kültürü / Tolga Güldallı & Deniz Beşer / İstanbul Comics & Art Festival 2021
Tolga Güldallı is one of the foremost figures on punk and underground history in Turkey. He played in bands such as Crunch and Haossa, co-authored An Interrupted History of Punk and Underground Resources in Turkey 1978-1999 (with Sezgin Boynik, BAS, Istanbul, 2007), and is running the website Punk Travma: Collective Memory of Punk in Turkey: punktravma.com
“Yerin Dibi!” Sergisi / Prizren 2022
Haossaa, Soft Gates, Hayvansaray konserinden beş şarkı.
“Yerin Dibi!” Sergisi / Prizren 2022
“Yerin Dibi!” Sergisi / Prizren 2022
“Yerin Dibi!” Sergisi / Prizren 2022
“Yerin Dibi!” Sergisi / Prizren 2022
“Yerin Dibi!” Sergisi / Prizren 2022
“Yerin Dibi!” Sergisi / Prizren 2022
“Yerin Dibi!” Sergisi / Prizren 2022
Die in Vain @ the Place // Tbilisi 04.10.2024
“Yerin Dibi!” Sergisi / Prizren 2022
“Yerin Dibi!” Sergisi / Prizren 2022
“Yerin Dibi!” Sergisi / Prizren 2022
Compiled in 1993, re-released in 1997“Yerin Dibi!” Sergisi / Prizren 2022
Sevdasız Hayat Ölümdür !!
“Yerin Dibi!” Sergisi / Prizren 2022
Me këtë ngjarje, Pykë-Presje shpreson ta rrisë ndërgjegjësimin për koleksionimin e botimeve underground dhe samizdateve dhe me këtë ekspozitë po inicon një bibliotekë kushtuar këtyre formave të prodhimeve, qoftë në formate të shtypura, audio apo video.
Me një përzgjedhje të mbi njëqind zineve dhe posterave të prodhuar nga fundi i viteve të 80a deri në mesin e viteve 2000, ekspozita shpalos një pamje të historisë së vonë të Turqisë nga këndvështrimi i subkulturës punk. Ky koleksion i veçantë i zineve underground do të pasqyrojë jo vetëm strategjitë lokale të vet-organizimit të punk-ut dhe kulturës D.I.Y por gjithashtu do ta reflektojë përzierjen e çuditshme të stilit dhe politikës, specifike për kulturën punk. Paralelisht, ekspozita do të shpalosë të dhëna për rrjetin ndërkombëtar të subkulturës punk përpara kohës së internetit, duke treguar mjetet dhe mekanizmat që mundësuan qarkullimin e kulturës punk globalisht, në kundërshtim me kapitalizmin e mallrave.
Krahas hapjes së ekspozitës, poashtu po e lansojmë një album përmbledhës me 19 grupe hardcore punk nga Turqia, prej viteve 1993 deri në 2021. I publikuar si kasetë, albumi është përpiluar nga Güldallı, dhe do të mund ta bleni gjatë hapjes.
Tolga Güldallı është ndër njohësit më të njohur të historisë punk dhe underground në Turqi. Ai ka luajtuar në bendet si Crunch dhe Haossa, ka qenë bashkë-autor i An Interrupted History of Punk and Underground Resources in Turkey 1978-1999 (me Sezgin Boynik, BAS, Stamboll, 2007) dhe drejton faqen e internetit Punk Travma: Collective Memory of Punk in Turkey.
Me këtë ngjarje, Pykë-Presje shpreson ta rrisë ndërgjegjësimin për koleksionimin e botimeve underground dhe samizdateve dhe me këtë ekspozitë po inicon një bibliotekë kushtuar këtyre formave të prodhimeve, qoftë në formate të shtypura, audio apo video.
Tolga Güldallı at “Yerin Dibi!” Sergisi / Prizren 2022
“Müzik, rakınrıolun bir selebriti şovu olduğu anlık bir olay değil artık…”
Hardcore punk all-staremektarlarımızın 2021 yılında bir araya gelmesiyle İstanbul’da kurulan SECURSE, şu anki kadrosuyla davulda Ali Can Şalt, gitarda Onur İlhan, bass gitarda Sinan Ermiş, ikinci gitarda Canberk Behramoğlu ve vokalde Kerem Onan’dan oluşuyor.
Kerem Abi, merhaba. Öncelikle söyleşi için çok teşekkürler. Her ne kadar mütevazi kişiliğinle tanınıyor olsan da lisede hazırladığım meşhur grindcore fanzini Shotgun Suicide’dan yıllar sonra yeni bir fanzinde, seninle yeniden buluşmak benim için anlamlı.
Merhaba gözüm, yıllar sonra yeniden fancin röportajlarına cevap veren tarafa dönmek de benim için çok anlamlı. Sağol röportaj için.
Radical Noise’den ayrılmanla birlikte Securse isimli yeni bir projeyle müzik hayatına tam gaz devam ediyorsun. Grubun nasıl şekillendiğinden bahsetmek ister misin, yoksa dinleyiciler zaten, yeteri kadar biliyor mudur?
Açıkçası benim Securse’e katılmam biraz tesadüfle oldu. Grup aslında Poster-İti’nde beraber bir kimya yakalayan Ali Can ile Onur’un çaldıkça daha da uç müziklere doğru koşan besteleri ile şekillenmişti bile. Bundan iki yıl kadar önce bir gün Onur ile aynı binada çalıştığımızı tesadüfen fark edip öğle yemeklerine çıkmaya başladık ve kaydı bana dinletti. Ali Can Standback ve Tozlu Kaset’den; Onur da Sakatat kayıtlarından beri tüm projelerini takip ettiğim bir gitaristti. Öldü İnsanlık’taki neocrust rifini duyunca gruba ne yapıp edip girmeyi aklıma sokmuştum zaten. Biz gaza gelip şarkıların vokalli halini hazırlarken aramıza çok sevdiğim Lecture ve Lifelock’da çalmış elemanlar olan Can ve Sinan katıldı. Sonrası “665”!
SECURSE ‘FIRTINA’ 665
“Geçmişi önüne kızak yaparsan yol alırsın, sırtına yük yaparsan olduğun yerde kalırsın.”
Yerli hardcore/ punk ve metal sahnemizin, teknik-ses stüdyo imkanları eskiye nazaran çok daha gelişmiş olsa da içerik ve duygu açısından zayıfladığını dile getiren bir kesim var. Bu durumu nasıl değerlendirirsin?
Bence Türkiye’de bu türün olgunlaştığı kıvamını bulduğu nesil 00’ler nesli. Ben o nesli dinlemeye başlayınca dergi yazarlığım boyunca kendime bir ilke edindim, çalınan müzikte ruh gördüğümde onu tanıtacaktım, fanzin ruhuyla dergicilik yapacaktım. Bu yüzden Self Torture’dan Standback’e, Noisy Sins Of the Insect’den Sakatat’a kadar, Hellsodomy’den Diabolizer’a Thrashfire’a kadar ben seksen doksanların tayfasının aşıldığını düşünüyorum açıkçası. Sağlıklı olan da bu zaten. Geçmişi önüne kızak yaparsan yol alırsın, sırtına yük yaparsan olduğun yerde kalırsın. Geçmiş bu yüzden önemli, gelecek de aynı şekilde. Geçmişine çok sağlam sahip çıkarak hayvan gibi müzik icra eden gruplarımızı da unutmayalım Carnophage, Suicide, Metalium, Haossaa ve daha niceleri gibi. İçinden geleni yapana eski yeni yok.
Dediğim gibi ben Chopstick Suicide’ın; Sakatat’ın; Self Torture’un sahnesini 90’lardaki hiç bir gruba benzetemem, hepsi özgündü. Şu an Jornada Del Muerto’nun sahne duruşu da tamamen kendilerine özgü; Second’ın teatral ortamı da apayrı bir hava taşıyor; Emaskülatör bir çok tabuyu sahnede yerle bir edebiliyor. Bana kalırsa homojen bir scene falan yok artık, üreten ve paylaşan insanlar var, misal Tolga Özbey, Rashit ile sınırlamadı kendini ve çok güzel bir solo albüm çıkarttı bu yıl; bence nesli yaşı fark etmeksizin işleyen demir ışıldıyor.
Bir çok yetenekli genç olsa da gerçek anlamda devrimci bir tavır takınan çok az insana rastlıyoruz, bu değer kaybını yaratan faktörler sence nedir?
Aydınlanma’nın dalgalarının coğrafyamıza çarpmaya başladığı 1836’dan beri, muhalefet kültürüne düzenli olarak darbeler ve standartlaşmış “özel kanunlar” ile saldıran bir iktidar kültünde yaşadı bu insanlar. Kurtuluş Savaşı’na kadar Anadolu’nun son tasviri hep “içinde yaşlıların ve bebelerini emziren annelerin yaşadığı terk edilmiş köyler”dir yabancıların günlüklerinde. İnsanlar Padişah savaşlarından CIA darbelerine kadar durmadan kılıçtan geçirildiler, işkence gördüler ya da zorla askere alındılar. Bu zamanla öğrenilmiş bir davranış olarak nesilden nesile aktarılıyor. Askere gitmeden önce her erkek babasından bunu duyar; “Her lafa atlama, cevap verme, öne çıkma”. Bu aslında hayatın her alanına şırıngalanan bir faşist söylemdir. Komünizm gerekirse devletin getirir. Sen karışma evladım…. Tam olarak bu yüzden. Çünkü artık bu kafanın tersine evrimleşerek bir devrimciye “vay gerizekalı” diye baktığı bir döneme girdik. Neo feodal kapitalizmin bize hediyesi. Enayi olmayın. Göt altına gitmeyin (aynen bu cümleyi kullanırlar açık açık). Susun. Ortamlarda susmuyormuş gibi yapın.
SECURSE – LIVE at KARGA – ISTANBUL, 25
“DIY’ın ayrıksı bir küçük ortam olarak kalmaktansa kolektif bilince önem veren ve aynı anda bireyi dışlamayan bir seçenek olarak insan toplumunun genelinin hayatına girmesi gerekiyor.”
D.I.Y.’dan gelen otantik tavrın, bilişim çağının veri hızına yenik düşmesi, anlam yitimi ve zamanla iktidarsız bir düşleme dönüşmesi vb. olumsuzlamalara ne dersin?
Otantik olarak nitelediğin her şey aslında kelimenin geçmişe yaptığı atıf ile bittiğini kabul ettiğimiz bir dönemi işaret ediyor. Dolayısıyla DIY’ın nasıl evrildiğine, hayata nasıl devam ettiğine bakmak lazım. O dönemin tadı, dokusu bambaşkaydı ama önümüzde açılacak olan çağ bambaşka, DIY’ın ayrıksı bir küçük ortam olarak kalmaktansa kolektif bilince önem veren ve aynı anda bireyi dışlamayan bir seçenek olarak insan toplumunun genelinin hayatına girmesi gerekiyor. Senin fanzininde farklı sanat disiplinlerine yer vermen de bu yüzden aslında, fikri yaymak lazım ve artık eski araçlar geçerli değilse yenisini dönüştürmek lazım.
SECURSE ‘665’
“Müzik, iletişimin ilk biçimidir, halkın sesidir, konuşmanın evrimidir. Herkes yapabilir ve yapmalıdır.”
Ben mesela işi gücü olan bir beyaz yakalıyım. Bana kimseden miras kalmadı, hızlı zengin olmanın bir yolunu aramadım, hayatım boyunca emeğimi satıp çalıştım. Grup elemanlarının hepsi böyle. Biz sesimizi “ay biz çalışıyoruz bordromuz var o yüzden pank yapamayız” diye kısıtlasaydık, bu şarkılar çıkmayacaktı. Müzik, rakınrıolun bir selebriti şovu olduğu anlık bir olay değil artık sadece, o ayrı bir tiyatro, güzel olduğu yerler de var ama müzik artık altı yaşında bir çocuğun Chambers sololarını davulda çalarak youtube’a koyduğu bir aşamaya geldi, bunu gözden kaçırmamak lazım. Müzik, iletişimin ilk biçimidir, halkın sesidir, konuşmanın evrimidir. Herkes yapabilir ve yapmalıdır. Sadece kendisini rockstar zannedenler ya da onlara özenen pozcular müziği kısıtlar. Bunu özel bir tipe atfedenler olayı tamamen yanlış anlamıştır zira o zaman bütün kökeni Robert Johnson gibi tam da Fransız Devrimi’nin tanımladığı baldırı çıplak vatandaştan gelen bir müziği dinliyor olmazlardı. DIY o yüzden genişlemenin yollarını bulmalıydı ve buldu. Bugün dünya DIY fanzin ve dergilerinde yazan, DIY gruplarda müzik icra eden insanların mesleklerine bakın; dumur olursunuz. Artık toplumun her yerindeyiz.
SECURSE ‘TRAITOR’ 665
“…kendimi asla nostaljiye ve geçmiş özlemine gömmüyorum ama geçmişi geleceğe doğru aktarmak için alternatif fikirler yaratmaya çalışıyorum.”
Bizim jenerasyon sizleri örnek aldı ve iyi-kötü birşeyler becerebildik, şu anki gençler kimleri örnek almalı?
Gençler yaşlıları, yaşlılar da gençleri örnek almalı. İkisinin de birbirine verecek o kadar çok şeyi var ki. Zamana bağımlı hayatlarımız tıpkı zaman gibi lineer de değil aslında. Döngüyü çözdüğümüzde çözüm önümüzde belirecek.
İnsanlar artık sosyal medya fenomenlerine, influencer’lara, sınıf-bilinci bile olmayan rapçilere özeniyorlar.
Özensinler bence, beşbin yıl önce -hatta hala- katillere kahraman diye tapıyorlar; canlı kanlı bir insanın tanrı olduğuna inanıyorlardı. Bu evrim; iğrenç bir aşama ama zorunlu. Bir katilin hayranı olmaktansa gerçek yüzünü daha kolay görebilecekleri bir influencer’dan etkilensinler, kendi karşı kültürlerini yaratmaları için malzeme olur. Yeni Lydia Lunch’lar Andy Warhol’lar Basquiat’lar belki de bu kültüre tepkisini özgün bir şekilde göstermeyi keşfeden gençlerden çıkacak ve yeşerecek.
Cover artwork by Gürkan Özer / SECURSE ‘TRAITOR’ 665 (Detay)
“…’eski Türkiye, İstanbul’ gibi kavramlara hiç inanmadım. Bence eski Türkiye de bunun aynısıydı. Tüm tarikat şeyhlerine ilk Çankaya yemeğini Özal verdi. Türkiye’deki herkesi zorunlu darbe sentezi bir neo feodal muhafazakarlığa, dolaylı şeriata yönlendiren faili meçhuller ve kimlik sorunu bu yıllarda başladı.
Kaç yaşındasın bilmiyorum ama benden büyük olduğuna eminim, ve merak ediyorum, kendi gençliğine özlem duyuyor musun?
Çok açık konuşayım, ben safi kolektife inanan bir enayiydim gençken. Hem bireyi hem de kolektifi nasıl damıtmam gerektiğini ancak çözdüm. Hayatın gerçekten ne olduğunu anlayalı daha üç dört sene oldu açıkçası. Bu yüzden artık kendimi asla nostaljiye ve geçmiş özlemine gömmüyorum ama geçmişi geleceğe doğru aktarmak için alternatif fikirler yaratmaya çalışıyorum.
Scene anlamında ben hala kolektifi -de- hayatımda tutuyorum ve özellikle hala müzik yaparken her şey eskisi gibi benim için. Dolayısıyla, yeni iletişim biçimlerine çok kolay uyum sağlayamıyorum ama izleyip öğreniyorum. Geçmişimden kalan şeyleri bugünüme oturtmaya çalışıyorum. Çalıştığım iş yerindeki emekçi arkadaşlarımla gurur duyuyorum. Paslanmaz Kalem ile Electric Magazine’den beri yirminci yılımıza koşuyoruz, her biriyle ayrı ayrı gurur duyuyorum. Securse’deki grup arkadaşlarımın inandıkları müziğe olan aşklarıyla ve arkadaşlıklarıyla gurur duyuyorum. Özlemi idareli kullanmak lazım. Geçmişi çok özleyince insan ilerleyemiyor.
Bunun dışında açıkçası, “eski Türkiye, İstanbul” gibi kavramlara hiç inanmadım. Bence eski Türkiye ‘de bunun aynısıydı. Tüm tarikat şeyhlerine ilk Çankaya yemeğini Özal verdi. Türkiye’deki herkesi zorunlu darbe sentezi bir neo feodal muhafazakarlığa, dolaylı şeriata yönlendiren faili meçhuller ve kimlik sorunu bu yıllarda başladı. Bu günleri o günler kurdu. Özlemiyorum. İnanmıyorum.
“…dil belirtecinden önce, müzikal altyapıda hem yerel hem de küresel olandan özgün bir sentez yaratıyor musun ona bakarım.”
Türkçe rap hakkında bir şeyler söylemek ister misin? Kayra ve Sorgu ile bir şarkı yaptınız. Sevdiğin, dinlediğin başka rapçiler var mı?
“Kesirli Nesir” Da Poet’in başarılı altyapısıyla çok özel bir tribute şarkısıydı, bu tür işlere devam edeceğim yakında başlayacak bir proje ile. Kalıp olarak “Türkçe rap” için çok bir lafım yok, ben müziği dile göre ayırmaya amatör bir müzikofil olarak karşıyım ama rap söz konusu olunca bu artık kendini kabullendirmiş bir gerçek. Yine de ben şahsen dil belirtecinden önce, müzikal altyapıda hem yerel hem de küresel olandan özgün bir sentez yaratıyor musun ona bakarım. Dil de çok önemli ama ikincil bir şarttır ayrı. Ama başka bir kültürü para kaygısıyla kendi diline uyarlayan hırsızı ayrıksamamızı engeller onu ilk sıraya almak. Ezhel’in ilk şartı doğru olarak sağlayan bu anlamda çok değerli şarkıları var yer yer her albümünde mesela, çok denenmemiş sentezler denedi bilmiyorum kaç kişi farkında buralarda. Kök olarak Ceza ve Fuat’ı çok seviyorum… 90 BPM tayfasının tamamının hastasıyım, Da Poet’in yeraltı prodüksiyonlarını da üflemeli kullandığı pop yorumlarını da çok seviyorum. Farazi ve Kayra’yı hem beraber hem de solo olarak seviyorum. Sorgu’nun flowlarını, hece sekmelerini de çok orjinal bulmuşumdur her zaman. Kamufle ve Aga B’yi de çok seviyorum bir de eklemem lazım. İlk nesilden Rapor 2, DJ Mahmut, Karakan, Cartel ve Cribb199’ın albümlerini çok severim. Daha takip ettiğim isimler var ama bu isimlerden şarkılar teybe daha çok giriyor diyelim.
Cover artwork by Gürkan Özer / SECURSE ‘TRAITOR’ 665 (Detay)
“Jung’un dediği gibi içindeki karanlıkla herkes tanışmalı ve onunla barışmalı. Bunu nasıl bir üst kimlikte yaptığımızın hiç önemi yok. Önemli olan kim olduğunu bilen ve bunu ifade edebilen insanların sağlıklı bir şekilde evrene açılabileceği fikri.”
Bugün için kimlere Popçu dersin, yoksa biz de mi Popçuyuz artık!?
Aslında “pop” kelimesi “kolay ulaşılabilirlik” barındıran bir itham. Fast Food gibi, peçete gibi. Şimdi bu yaşımda pop müzik denilen türü düşünüyorum Duran Duran’dan Phil Collins’e; CC Catch’den Blondie’ye bir sürü karakterli müzisyen gözümün önüne geliyor. Demek ki her şeyde bir ikilik var. Belki de bişeyci olmak değil de onu nasıl paylaşacağımızı, sanatın insanlara aktarılırken metalaşıp geçirdiği dönüşümü sorgulamak gerekiyor gibi. Bu anlamda sanat tüketimi cep telefonlarında bireyselleştikçe de evet bir yerden sonra hepimizi içine alan garip bir süpermarkete dönüşüyor olay. Hepimiz popçuyuz tespitine güzel bi kolaj poster yakışırdı bak, Pentagram’ın konser albümünde yaptığı ironi harikaydı bu konuda zamanında.
“see what you’re made of”
Bugün için insan bedeni neredeyse, dünya sağlık örgütü, bilişim hizmetleri sunan devasa sosyal medya şirketleri ve sibernetik (neuro-link teknolojileri) tarafından esir alınmış durumda. Neo-Liberal, modern üretim-tüketim ilişkilerinin hüküm sürdüğü böylesi bir atmosferdeekstremiteyi ve transgresif tavrı bir sanatçı olarak nasıl değerlendirirsin?
Kişisel olarak maskülenitenin tarihte pek faydasının olduğunu sanmıyorum. Benim gözlemim bu. Fakat neo liberal dönemin kimlik dayatmalarının da tıpkı maskülenitenin bir dayatma olduğu dönemdeki feodal kafa ile aynı şekilde çalıştığını düşünüyorum. Neoliberal kapitalistler, toplumun ilerleyişini kendi sularına doğru yönlendirmeye ama ona bunun karşılığında daha fazla hak değil, ekranda mayışma özgürlüğü vermeyi hedefliyorlar ve bunu tek seçenek ilan ediyorlar. İktisadi modelin, üstyapısal kimliği belirlediği çağın dolduğunun, sınıflı toplumların bir sona yaklaştığının işareti bu. AI gibi evrim halkalarını da kendilerine göre şekillendirerek bu tutumlarını devam ettirecek ve yıkılacaklar. Yıkılmayabilirler de bu da bir ihtimal, tarihin süzgecinden geçeceğinin farkında ve manüple etmeyi bilen, öğrenebilen bir sınıflı sistem kapitalizm. Daha önce insanlık böyle bir aşama hiç yaşamadı.
Ya hep derler ya “see what you’re made of” diye filmlerde, çok basit bir gerçekliğe dayanıyor bu, hayattan kaçamazsın çünkü kendinden kaçamazsın. Dünyanın girdiği bu darboğazdan bambaşka bir evrene açılacağını düşünüyorum insan aklının. Özellikle cinsiyet ve sınıf sorunlarını çözebilirse insanlık, bu üstyapısal söylem savaşlarının bir geçerliliği de kalmayacak. Jung’un dediği gibi içindeki karanlıkla herkes tanışmalı ve onunla barışmalı. Bunu nasıl bir üst kimlikte yaptığımızın hiç önemi yok. Önemli olan kim olduğunu bilen ve bunu ifade edebilen insanların sağlıklı bir şekilde evrene açılabileceği fikri. Tersi türün sonu olur ve zaten tersi olursa da, sonu olmalıdır. Evrenin tohumlarının virüsten farkı olmayan türler gezegenlere yayılsın diye atıldığını zannetmiyorum.
SECURSE ‘ARTIK YETER’ 665
Bizim “Artık Yeter”de de dediğimiz gibi; “sistematik oligarşi, açlıkta taşikardi.” Değiştirmemiz gereken bir toplumsal gidişat var iken oturmuş birbirimizle kapışıyoruz. Bunu istiyorlar zaten.
Posta yoluyla birbirine kaset, fanzin gönderen avangard’ı yaşamış azınlıktan biri olarak bu durum karşısında ne söylemek istersin?
Ben bugünkü halimize bakınca, geçmişte çok değerli sandığımız bazı insanların aslında neyi neden yaptığını anlıyor ve biraz hayat kırıklığına uğruyorum çıkışta açıkçası. Yukarıda da konuştuğumuz gibi “ne olduğunu görmek”ten kaçtıkça, dışarısının makyajına kapılıyorsa insanlar zaten bir süre sonra kafa olarak da aramızda olmuyorlar. Olsun biz Kadıköy sahilde elimizde kasetler kapaklar fanzinler otururken bize enayi gözüyle bakanlar olurdu, gülüp geçerdik. Hala öyle yapıyoruz galiba. Hala bir sürü DIY grupla yazışıyoruz, alış veriş yapıyoruz, fanzin okuyor demo takip ediyoruz. Yöntemler farklı sadece.
Medeniyeti, kayıp vermeden ilerleyemeyen (verdiği kayıp ölçüsünde ilerleyen) bir canavar olarak düşünürsek, bugün için insanlık ne çeşit bir kayıp içinde?
İnsanlık en başta, küreye yayılırken yirmiye yakın insansı türü de yok ederek kendi içine azınlık olarak katan ve bu sebepten dolayı evrimsel doğal seçilimdeki iyi alternatiflerin pek çoğunu daha evriminin başında yarım milyon diğer canlı türüyle beraber yok etmiş vahşi bir tür. Zekası bu kadar diğerlerine göre yüksek ama bu kadar da fazla linçe yatkın, tarihi sıçrama alanlarının çoğu savaş dönemlerine denk gelen başka bir tür daha biz henüz gözlemlemedik. Ve dikkat edersen hala bilim kurgu sanatında bizden daha gelişmiş sivilizasyonları bile kendi doğamızdaki diğer canlıları “upgrade” ederek hayal ediyoruz. Bu da henüz yolun çok daha başında olduğumuzu gösteriyor (Star Trek, Ursula Le Guin, Ian Banks, Philip Dick gibi bu sınırı aşmış gösteri ve sanatçıları da yok saymıyorum tabii ki). Kayıp çok ama yol daha uzun. Eğer doğru alternatiflere yönelirsek. Yönelmezsek Fermi Paradoksu’ndaki bir sonraki silinip gitmiş deney olma ihtimalimiz yüksek.
SECURSE 665 !!
“…denizlerin altında savaştan kaçarken diğer ülkelerin sahil güvenlikleri tarafından yok edilen milyonlarca göçmen çocuğa adanmış ‘Artık Yeter’; ve Gazze savaşını aslında diğer iç savaşlara da gönderme yaparak eleştiren ‘Öldü İnsanlık’ gibi güncel politik şarkılar da var.”
İstersen yeniden SECURSE’e dönelim: 1 Mayıs’ta bizleri bekleyen bir ep. üzerinde çalıştığınızdan bahsettin, kaç parçalık bir ep.olacak bu, youtube’ da dinlediğimiz parçalardan hangileri var, bizleri biraz bilgilendirirsen seviniriz.
EP’miz “665” 1 Mayıs’ta dediğin gibi tüm online platformlarda yayınlandı. Toplamda içinde 6 parça yer alan bir ep bu. Aslında elimizdeki iki üç yıllık bir kayıt, üstüne vokaller ve bestelere tüm grup oturduğunda yapılan düzenlemeler eklendi. Can ile Onur ikinci gitarları yazdılar, Burial Invocation’dan Cihan sağolsun Traitor’a harika bir solo ile katkıda bulundu; Kapak konsepti Bestial Strike ep’sinin kapağını yapan Çağrı Özer tarafından çizildi ve kapak düzenlemesini Ali Can yaptı. EP’den üç şarkıyı zaten daha önce yayınlamıştık, Traitor, Artık Yeter ve Fırtına. Söylem olarak çekiç etkisi yaratmayı planlayan, türümüzün gittiği yolun karanlığını göstermeye çalışan nihil bir söyleme sahip lirikler üzerine kurgulanmış şarkılar içerse de genel anlamda (mesela Everyone Will Die ve Traitor) aynı zamanda denizlerin altında savaştan kaçarken diğer ülkelerin sahil güvenlikleri tarafından yok edilen milyonlarca göçmen çocuğa adanmış Artık Yeter; ve Gazze savaşını aslında diğer iç savaşlara da gönderme yaparak eleştiren Öldü İnsanlık gibi güncel politik şarkılar da var. Kendi adıma söyleyeyim Make A Wish ve Eskisi Gibi ep’sinden sonra hayatımda üçüncü defa içinde olduğum bir projenin şarkılarını sanki başka bir grupmuş gibi zevk alarak dinleyebiliyorum. Ekibin çoktan çalışmalarına başladığımız albümde neler yapabileceğini düşündükçe heyecanlanıyorum açıkçası.
Özellikle Spotify ve benzeri müzik platformları sayesinde müzik dinleme alışkanlıklarımızın değiştiği, çeşitlendiği bir dönemdeyiz…
Yine burada insan hayatındaki pek çok şeyde olduğu gibi ikili bir durum var. Bir yandan Spotify’ın sahibi çıkıp “her ay bişi yayınlamazsanız bak kimse dinlemez haa” gibi laflar ediyor, müziğe onun gelişimine resmen tecavüz eden bir söylemle insanları süpermarketteki diğer paketli ürünler gibi son kullanma tarihiyle tehdit ediyor; diğer yandan sosyal medya artık bir müzikofil için dünyada arasanız bulamayacağınız kadar özgün ve iyi müzikleri keşfedebileceğiniz dev bir okyanus. Bu da bir mücadele. Bakalım nasıl ilerleyecek göreceğiz.
Ali Can Şalt. SECURSE ‘Traitor’ [Drum Cam]
“Şarkı söylemek herkesindir, sesinizi çıkartın. Ayrıcalıklı bir avuç zanaatkarın sanatçı pozu yaptığı ortamlara alternatif daha güzel dünyalar kurmak elimizde.”
Radical Noise ile ilgili bir şeyler söylemek ister misin? Yeni vokalist Can Pehlivanlı’nın söyleme şeklinin seninkine çok benzettim. Bu sanırım bilinçli, müzik grubu ve dinleyici arasındaki duygusal bağı kaybetmemek için profesyonelce alınmış bir tavır, yanılıyor muyum?
Neo Noise’da Kısa film fikrini ve davullarda Doğan’ın performansını çok başarılı buldum. Fakat Can ile vokallerimizin birbirine benzediğini düşünmüyorum. Birinci dönem gerçek metalcore ile büyümüş her hartkorcunun ses tonunda benim çok sevdiğim bir kırçıllık zaten hep vardır ama tarzlarımız çok farklı. Bu konuda hep aynı dört grubu örnek veririm, uzaktan bakana ilk nesil metalcore gruplarının solistleri “aynı” duyulur ama Earth Crisis, Snapcase, Strife ve Integrity’i (metalcore’un big four’u olur) ardı ardına dinlediğinizde her grubun vokalistinin karakteristik bir şekilde diğerlerinden farklı olduğunu görürsünüz. Hardcore kökenli gruplarda bu kafa hoşuma gidiyor. Kayıtlarda da konserlerde de gruptan üç kişinin bir anda farklı tonlarda seslerle yaratığa bağlayarak vokallere dalması çok gaz, bu türde en sevdiğim şeylerden biri bu. Dikkatli dinleyiciler SECURSE’de de dm etkili brutal, scream vokaller ile benim crust kökenli hardcore vokalimi beraber kullandığımızı fark edeceklerdir.
SECURSE için önümüzdeki süreçte bizleri neler bekliyor, konserlere devam etmeyi düşünüyor musunuz?
EP’nin fiziki baskısı için uğraşacağız elimizdeki alternatiflere bakarak ve kafamıza uyan konserlere çıkıp virüsü yaymaya devam edeceğiz fırsat buldukça. Ukrayna savaşından sonra Türkiye’de çok yoğun bir konser pazarı ve trafiği oluştu. Bu çokluğun içindeki iyi seçeneklere dahil olup kürenin diğer yerlerini de ihmal etmeden sahnemizi paylaşacağız. Diğer yandan sonraki kayıtlar için şarkılara başladık bile. Mayıs ayındaki ilk konserimizde hiç yayınlanmamış “Kabuk” isimli şarkıyı da sahnede çalacağız. Grubun gideceği yönü yavaştan belli eden güzel bir şarkı.
Söyleşi için tekrardan çok teşekkürler Kerem, seni duymak, dinlemek ve okumak her zaman keyifli; son olarak kendi adına veya SECURSE için eklemek istediğin birşeyler varsa lütfen!
Ben teşekkür ederim dostum, başta da dediğim gibi röportajı veren tarafa geçmek iyi geldi. Securse’ün faaliyetlerini için bizi takip edin. Şarkı söylemek herkesindir, sesinizi çıkartın. Ayrıcalıklı bir avuç zanaatkarın sanatçı pozu yaptığı ortamlara alternatif daha güzel dünyalar kurmak elimizde.