Kurtların Çağrısı: Jonas Ulrich’in “Wolves” Filmi Üzerine

Wolves, 2023-2025

Film, black metal estetiğini dekor olarak değil, bir tür ritüel alanı olarak kullanıyor. Konser sahneleri sadece performans sunumu değil bir arınma tarzı. Luana sahnede Wiktor’u izlerken, o sahnede sadece etkileyici bir adam değil, bir inanç sistemi görüyor.

Gökhan Gençay

Karanlık, bazı filmlerde sadece bir atmosfer değildir; bir inanç biçimidir. Jonas Ulrich’in Wolves’u da tam olarak bunu yapıyor; karanlığı bir estetik değil, bir varoluş kanıtı gibi kullanıyor. Film, genç bir kadının, Luana’nın, metal müzik sahnesiyle ve politik radikalleşme sarmalıyla çakışan hikâyesini konu alıyor. Lakin burada hikâye, esas olarak olayların değil, duyguların ritmiyle ilerliyor. Ulrich’in kamerası bir anlatıcıdan ziyada bir tanık; soğuk, sessiz ve dürüst bir tanık.

Luana’nın yalnızlığı, filmin asıl belirleyicisi. Evdeki sessizlik, işyerindeki floresan ışığı, hastane koridorlarının antiseptik kokusu… Hepsi aynı tonda. Onun içsel boşluğu, Wolves’un estetiğinde yankı buluyor: kar altında kalmış otoyollar, sisli otobüs durakları, metal sahnesinin gürültüsü bile o sessizliğin birer uzantısı. Ulrich burada bir çelişki inşa ediyor: Gürültü, yalnızlık kadar sessiz olabilir.

Film, black metal estetiğini dekor olarak değil, bir tür ritüel alanı olarak kullanıyor. Konser sahneleri sadece performans sunumu değil bir arınma tarzı. Luana sahnede Wiktor’u izlerken, o sahnede sadece etkileyici bir adam değil, bir inanç sistemi görüyor. Wiktor’un sesi, ideolojinin sesiyle bir oluyor, iç içe geçiyor.


AMENRA “A SOLITARY REIGN” Live at Rock Werchter 2023

Aşk, öfke ve politik şiddet aynı tonda titreşiyor.

İşte bu nedenle Wolves, müziği bir özgürleşme biçimi değil, bir tür bağlanma biçimi olarak resmediyor. Tıpkı modern insanın aidiyet arayışı gibi; bazen sadece bağ kurmak istiyoruz, neyle olduğunun önemi kalmıyor.

Ulrich, film boyunca politik radikalleşmeyi anlatırken didaktik olmaktan uzak duruyor. Propaganda yapmıyor, esas olarak duygusal bulaşmaya, ilişkilenmeye odaklanıyor. Bir insanın nasıl radikalleştiğini değil, neden o fikre sarıldığını soruyor.

İnancın bazen sadece korkunun ters çevrilmiş hâli olduğunun farkında. Wiktor’un çizgisi, karanlık bir cazibe taşıyor: Disiplin, saflık, kimlik… Hepsi modern hayatın boşluğuna panzehir gibi sunuluyor. Luana da aslında kendini arıyor, aşkın gölgesinde ideolojiye dönüşen bir sadakat ikliminde.

Tobias Kubli’nin görüntü yönetimi, filmdeki en güçlü damar. Kamera, hiçbir zaman karakterlere yaklaşmıyor, hep bir mesafe hissi var arada. Bu soğukluk, duygusal olarak da yıkıcı. Ulrich’in dünyasında renk yok, sadece tonlar var: Kurşuni, soluk, donuk. İşte tam da bu solgunluk içinde, sıcaklık içeren anlık sahneler daha çok çarpıyor; bir bakış, bir nefes, bir dokunuş. Film, aşırı minimalizmini bir tür duygusal işkenceye dönüştürüyor; izleyiciye alan bırakmıyor, sadece soğuğu hissettiriyor.

Wolves, finalde de umut vaat etmiyor. Luana’nın gözlerinde bir cevap yok, sadece yorgunluk var. Fakat bu yorgunlukta, farkındalığın ilk kıvılcımı yanıyor:

Hiçbir ideoloji bizi kurtaramaz. Belki tek kurtuluş, karanlığı tanımaktan geçer.

Ulrich’in Wolves’u, melodramla nihilizmin kesiştiği sert bir film. Dışarıdaki kurt ulumalarını değil, içimizde yankılanan kendi sesimizi dinlememiz öneriliyor. Ve kulak verdiğinizde o yankı bazen çok tanıdık gelebilir size. Çünkü o kurtlar belki de dışarıda değil, içimizdeler.

NOT: Tam yeni romanım Boşluğun Çağrısı’nı bitirmişken Wolves’u izlemek bir tuhaf oldu kendi adıma. Tematik ve duygu olarak metnime çok yakın buldum. Mutlaka izleyin.


Leave a comment