
KAFKA ARTIK TEK DÜŞMANIM
Hakan Kaya
Franz Kafka’ya ithafen…
Günlerin hep aynı geçiyor, dedi kızım.
Durdum, durdum ve uzunca bir süre konuşamadım.
Galiba haklısın kızım, dedim.
O kapıdan çıkıp giderken onu izledim.
Başaramadım.
O da mı sıkılmıştı bu rutinden?
Her gün aynı kitapları, aynı raflara koymaktan insan sıkılır mıydı?
Kafka’nın kanon olması, onun da mı canını sıkmıştı?
Sıkılmıştı besbelli.
Yeni gelen kitapları yerlerine yerleştirip, stoklarını girdim.
Ama aklımda halen o sözler vardı. Ağlamamak için direndim. Ama yenik düştüm.
Birkaç müşteri girdi.
Onlarda pes peşe terk ettiler dükkânı.
Ağlayan birini görmek uğursuzluk getirmezdi oysa.
Getirse getirse hüzün getirirdi.

Şimdi aynalara bakmaya korkar oldum. İhtiyarlamıştım. Kadın
beni yatağına almak bile istemiyordu. Kendimden tiksindiğim zamanlar olmuştu
yaşam boyunca. Bu farklıydı. Farklı. Artık kitap okumuyorum. Tüm ömür bir kitapçı
duvarları arasında geçerken, insan en sevdiği şeyden korkar olurmuş. Kendi suretinden korkan, ondan doğan birinden nefret edebilir miydi? Gölge gölgeye benzerse, gölge rengini kaybedebilir miydi?
Kaybeden gölge, bir silüet mi olurdu,
Yoksa sadece bir renk mi?
Bilmiyorum.
Sabah dükkânın kepenklerini açtım. İçeriden bir ışık hüzmesi geliyordu.
İçeri girdim. Işığın geldiği yeri bulduğumda, bir mektupla karşılaştım.
Titrek eller ile mektubu açıp baktım. Kızımın el yazısıydı.
Sürekli aynı rutin absürt bir duruma dönüştü baba. Ben bu rutine sıkışmayacağım. Kafka’nın
Kanon olmasını kaldıramıyorum. Belki dünyanın başka bir yerinde
Kafka hala kafkadır. Öyleyse onu bulmam gerek.
Elveda.
Sonunda bu da olmuştu. Mektubu masaya bıraktım. Kafka bunu da yapmıştı. Dolabı açtım. Anımsadım, ağlamaya başladım. Bunu aldığım günü düşündüm. Kim korkar ki bir kitapçının silahından? Tüfeği aldığım gibi koşmaya başladım. Yolum uzun, amacım kesindi.
Kafkayı vurmak amacıyla Prag’a kadar koşmayı ümit ettim. Birinin onu uyarması gerekiyordu çünkü.