THE SOUND OF PROGRESS (1988/2016)

The Sound of Progress (1988/2016)

The Sound of Progress is vital watch for anyone interested in the esoteric counter-culture. It shows a movement that impacted so many at the time (and continues to do so via the albums that these artists released) and still resonates to this day. When the Test Dept. talk about the right wing establishment and how a challenge from the Left is needed they could be talking about the very days we find ourselves in now.

Made in 1988 and focusing on for artists (Coil, Current 93, Foetus, Test Dept.) The Sound of Progress finally gets the DVD reissue treatment. Restored as best as possible the film follows these musicians through performance and interviews to give a vital glimpse of a movement that still influences to this very day.

After Throbbing Gristle spewed forth their industrial ideals, a slew of bands took up the baton and charged ahead with their art. Inspired by surrealist poetry, ancient magik, and Beat authors, these artists were not here to be loved (though many of them were, and remain, highly regarded) they were here to test the boundaries of what popular music could be and what it could achieve. Eschewing punk’s rudimentary three-chord chug, these bands set their controls for the heart of the beast, challenging audiences, ripping up rule books and creating some of the most exciting music that Britain has ever produced.

The Sound of Progress captures various live performances with the most exciting being Test Dept. who are filmed in a deserted building in Amsterdam. They pummel the audience with industrial noise whilst also managing to find grooves in the storm which you as an audience member can latch on to and ride. Foetus on the hand comes across quite contrarian as Jim Thirlwell discusses in his interview the lack of image and his opposition to such things yet when he enters the stage he is draped in classic rock ‘n’ roll attire (dark sunglasses, leather jacket etc).

(c) COLD SPRING / ALEXANDER OEY 2016/1988

Reissue of classic documentary focusing on a vital sub-culture that blossomed in the mid-late eighties.

Then we have Coil. Interviewed in Peter ‘Sleazy’ Christopherson and John Balance’s home in Chiswick, and outside the studio where they were recording the classic ‘Horse Rotorvator’ album the trio (including Stephen Thrower) discuss dream diaries, the nature of interviews themselves and the process of writing. These interviews are the highlight of the film as it is a real pleasure to see the sadly deceased Balance and Christopherson speak and discuss the inner workings of the band. It is also rather bittersweet as Balance discusses the need to invoke madness whether that be through LSD or schizophrenia to create art as it “makes you stronger”. Knowing the demons he faced throughout his life, and how it would end make this section tough viewing.

The Sound of Progress is vital watch for anyone interested in the esoteric counter-culture. It shows a movement that impacted so many at the time (and continues to do so via the albums that these artists released) and still resonates to this day. When the Test Dept. talk about the right wing establishment and how a challenge from the Left is needed they could be talking about the very days we find ourselves in now.

A great film and one that is highly recommended. Simon Tucker


 John Balance, Peter Christopherson, 1985

Sistem son derece gelişkin, had safhada acımasızdı ve insan kurban edilmesine dayanıyordu. Tanrılara kanlarını sunmadıkları takdirde güneşin doğmayacağına ve dünyanın sona ereceğine inanıyorlardı. Burada da durum aynen bu, sadece her şey daha sinsice ve gizli kapaklı.

C O I L

*Charles Neal ‘Tape Delay’ kitabından, Türkçeleştiren Hira Doğrul

Coil, John Balance tarafından 1982 yılında, dahil olduğu ve bas, vibrafon ve çeşitli Tibet çalgıları çaldığı Psychic TV ile eşzamanlı bir proje olarak kuruldu. 1984’te Psychic TV’nin kurucularından Peter ‘Sleazy’ Christopherson’la birlikte tamamen Coil üzerine odaklandı.

Christopherson, TG ile Psychic TV’de yer almasının yanı sıra, yetmişlerin Led Zeppelin, Yes ve Pink Floyd gibi ‘süpergrup’ların plak kapaklarını yapan Hipgnosis tasarım grubunun da bir parçasıydı. John Balance daha önce Current 93’te David Tibet ve Fritz Haaman ile çalışmıştı. Coil’in Scatology albümünde, ikiliye Clint Ruin ve Virgin Prunes’dan Gavin Friday katıldı. Coil aynı zamanda Derek Jarman’ın yönettiği The Angelic Conversation filminin müziklerini yaptı, Tainted Love için yaptıkları yorumun videosu New York’taki Çağdaş Sanat Müzesi’nde uzun süre gösterildi. Coil 1986’da Boyd Rice ile kısa bir uzunçalar, 1987’de de Horse Rotorvator adlı uzunçaları çıkardı.

Coil ‘The Sound of Progress’ Photo Gallery, 1985

Coil nedir?

Sleazy: En basit ifadesiyle, müzik çalışmalarımızdır. Müzikten başka şeyler de yapıyoruz, ama müzikle yaptığımız deneyler için bu ismi kullanıyoruz. Temelde ben ve John’dan ibaret, lakin başkalarının yardımlarına da başvuruyoruz. Bu anlamda, sanırım kuruluşu ve dayanışmacı yönü itibariyle Psychic TV’ye benziyor. Coil (sarmal; gürültü patırtı, hengame; bobin) aynı zamanda bir şifredir. Gizli bir evrenselliktir. Bütün olarak mevcut olmayan bir şeye ilişkin bir anahtardır, bir büyü, bir sarmaldır. Dişi bir dairenin etrafındaki yılan SHtsidir. Bir çifte sarmaldaki kasırgadır. Elektrik ve elementlerdir, atonal ses ve yabani şiirdir. Saplantılar için bir araçtır. Kabbulah ile Khaus’tur. Thanatos ile Thelema’dır. Başmelekler ile Deccallerdir. Hakikat ve ince eleyip sıkı dokumaktır. Tuzaklar ve yolunu şaşırmadır. Çocuksu, asli itaatsizliktir.

Coil ismi nereden çıktı?

Sleazy: İrticalen seçtim, sonra bunun aslında gürültü anlamına geldiğini öğrendim. Ayrıca sarmal, elektrik bobini ve ….. gibi anlamlara geldiğini öğrendim. Sarmal döngüsel bir mikro/makrokozmik biçimdir. DNA’lardan sarmal samanyollarına dek. Asli bir semboldür. Minik ve hoş bir sözcük.

Kullandığımız Kara Güneş Isadore Ducasse’nin Maldoror’undan gerçeküstücü bir semboldür. 10 şuası var (5×2). Coil esasen bir ikilidir ve beş Horus’un sonsuzluğunun, yani şu ânın [şimdiki zamanın] rakamıdır. Mevcut sonsuzluğun sembolleri ve işaretleriyle tamamen uyumlu müstesna bir mitolojimiz var. Bunun kamu önündeki imajımızın önemli bir parçası haline gelmesinin gerekliliğine inanmıyoruz; yoksa yanlış yorumlamalar, gereksiz ve yanlış taklitler ortaya çıkabilir. Sükûnet ve gizlilik. Nihayetinde, yeni çağa en çok uygun düşen Horus imgesi parmağı dudaklarında duran ‘fatih çocuk’ imgesidir, sükûnetin işaretidir.

‘Scatology’ (dışkıbilim) albümünün isminin ardında ne yatıyor?

Sleazy: Tıbbi anlamda dışkıbilim insan bokuna duyulan saplantıdır ya da eski usül sözlüklerin ediğince, “Hayvani isteklere ve temel güdülere ilişkin bir saplantı”dır. Yani bu ikisinin bir birleşimidir.

Niye bunu albüm isminde kullanacak kadar önemli gördünüz?

Sleazy: ‘Scatology’ eğlenmek için dinlenebileceği gibi, albümdeki parçaların isimleri normalde biraz edepsiz bir şekilde insanların dikkatini cezbetmeye çalışır, aynı esnada, albümün havasını biraz olsun çıtlatır. Bence iyi bir isim, albümdeki şarkıların çoğu, ya sözleriyle ya da havalarıyla, en temel insani güdülere gönderme yapıyor. Gayet uygun görünüyor. ‘Salvador Dali’nin Ağza Alınmaz İtirafları’nda Dali’nin “Götdeliğinin Hümanizmi” ile dediği şeydir.

Coil ‘The Sound of Progress’ Photo Gallery, 1985

“…örgütlü kilise insanları kontrol etmek ve kendi siyasi hedeflerini yaygınlaştırmak üzere ayinlere ilişkin bilgisini istismar eder. Şurası kesin ki bu ülkede son bin yılda kilise kâr ve insanların üzerindeki kontrolünü artırmak üzere siyasi bir makina olarak çalışıyor. Kanımca kilise liderlerinin konumlarını bu şekilde istismar etmesi çok acı verici, çünkü Kuzey İrlanda’da, Güney Amerika’nın tamamında, İspanya’da ve Uzak Doğu’nun çoğunda pek çok insanı s*kip attılar.”

Ayinler sizce niye önemlidir?

Sleazy: İnsanların çoğunun hayatı anlam katan şeylerden yoksun. Biraz burnu büyükçe gelecek belki ama, kanımca bire bir gündelik ihtiyaçlara karşılık gelmeyen şeyleri yapmanın ve bir yandan da diğer ihtiyaçları temin etmenin verdiği tatmin, kesinlikle bunu denemelerinin başka insanlara da ilginç geleceğini bana düşündürtüyor. Diğer insanların nasıl yaşaması gerektiğini düşünürken, dinlerin yaptığı gibi “Şunu yapmalısın” gibi şeyler söylemek yerine, ancak kendinizi örnek olarak alabilirsiniz.

Ayinin bunu uygulayan kişiler tarafından tasarlanması önemli midir?

Sleazy: Zannetmiyorum, milyonlarca kişi katolik ayinlerinden istifade ediyor.

J Balance: Ya da Japon çay ayinlerinden. Zen felsefesine göre her an bir anlama gelir. Kanımca bu çok daha zengin bir yaşam tarzı, üstelik onlara kim ve nerede olduklarına dair bir farkındalık sağlıyor. Oysa Batı’daki ayinler, özellikle de Avrupa ve İngiltere’dekiler kilisenin tekelinde. Oysa insanlar her daim bazı ayinleri uyguluyor; İngilizler ruh çağırma, uzgörü ve nazar gibi saplantılara sahiptir. Bütün bunlar vardır ve uygulanmaktadır, ama niyeyse insanlar bunlardan utanç duyar ve kilise tarafından temsil edilmeyi yeğler. Kanımca bunun nedeni kilisenin güç ve servete dayalı pek şaaşalı gösteriler yapan zengin bir örgüt olmasıdır.

Japon Çay Ayini gibi şeyler kilisenin düzenlediği ayinlerden ne anlamda farklıdır?

Sleazy: Bireyde yarattığı etki açısından aralarında pek bir fark yoktur. Farkları şudur; örgütlü kilise insanları kontrol etmek ve kendi siyasi hedeflerini yaygınlaştırmak üzere ayinlere ilişkin bilgisini istismar eder. Şurası kesin ki bu ülkede son bin yılda kilise kâr ve insanların üzerindeki kontrolünü artırmak üzere siyasi bir makina olarak çalışıyor. Kanımca kilise liderlerinin konumlarını bu şekilde istismar etmesi çok acı verici, çünkü Kuzey İrlanda’da, Güney Amerika’nın tamamında, İspanya’da ve Uzak Doğu’nun çoğunda pek çok insanı s*kip attılar.

J Balance: Çok aşikar bir örnek olan Azteklerde, toplumun tamamı dili ve güneşin batmasını nasıl önleneceğini bilen rahiplerin kontrolü altındaydı, böylelikle nüfusun her bir bireyi üzerinde mutlak bir kontrol sağlamışlardı. İnsanlar belli şeyleri yapmazlarsa öleceklerine inanıyordu. Sistem son derece gelişkin, had safhada acımasızdı ve insan kurban edilmesine dayanıyordu. Tanrılara kanlarını sunmadıkları takdirde güneşin doğmayacağına ve dünyanın sona ereceğine inanıyorlardı. Burada da durum aynen bu, sadece her şey daha sinsice ve gizli kapaklı.

Ayinin enerjisi kişinin içinden mi çıkar yoksa başka kaynaklardan elde edilebilir mi?

J Balance: Nereden geldiği pek de önemli değildir. Mesele iş görmesi, gücün çağırılabilmesi, üretilmesidir, bunu kullanabilir, manipüle edebilir, yönlendirebilirsiniz, dolayısıyla nereden çıktığını bilmeniz gerekmez.

Niye insanların çoğu bir ayini ya da büyüyü şeytani bir şey olarak görür?

Sleazy: Bilinmeyenden duyulan korku. Temelde bunun nedeni kilisenin ayin yapan diğer insanları denetimlerine yönelik bir tehdit olarak görmesidir.

J Balance: Bir tekel olarak kalmak isterler, bu yüzden diğer her şey kötü veya şeytanidir, bunlara bulaşırsanız cehenneme postalanırsınız. En basitinden Hristiyanlık propagandası. İngiltere’de paganlık güçlü köklere sahiptir ve kilise her daim bunu yok etmeye çalışmıştır. Başta pagan tapınaklarını etkisizleştirmiş, ardından buralarda kiliseler inşa etmiş, sonra da cadıları yakmış ve dini yasaklar uygulamıştır. Bunu yok edemeseler de insanları pagan mirasından uzaklaştırmak üzere hakir görme ve korkutma yöntemlerine başvurmuştur. Şeytan Pan, Cernos, kalkık aletli tanrılar gibi fallik, ne iyi ne kötü doğa tanrılarının Hristiyanlığa bir uyarlanışıdır sadece. Hristiyan kilisesi cinselliğe hep mesafeli yaklaşmıştır; alttan alta yürüyen paganlık ise tamamen bastırılamadığı için yaşamasına göz yumulmuştur. Şeytan pagan cinselliğinin bir temsilidir, Hristiyan unsurlar işe karışmasına rağmen insanları cezbetmesinin nedeni budur.

Sleazy: Şu sıra altmışlar ve yetmişlerdeki serbestliğe,özellikle de cinselliğe karşı sağcı bir tepki söz konusu. On yıl zarfında kiliseye yönelik ilgide bir canlanma başlarsa hiç şaşırmam.

Sizce Coil sahnede TG’den ciddi şekilde farklılaşacak mı?

Sleazy: Tabii, canlı çalmakta sorun şu ki her şeyin üç aşağı beş yukarı o ân orada yapılması gerekiyor. Ne var ki TG’de hiç kimse gerçek anlamda harbi müzisyen değil. Bu da temelde sizin seçeneklerinizi sahnede neler yapabileceğinize indirgiyor. Önceden hazırladığınız kayıtlara bel bağlayabilir, elinizden gelenin en iyisini icra edebilir ya da misafir müzisyen davet edebilirsiniz. Lakin bu seçeneklerin hiçbiri bana makul gözükmüyor. TG’nin tam olarak yaptığı sahnede elinden geleni yapıp, tamamen yeniden üretilebilir ve kulağa ilginç gelecek sesler üzerinde çalışmaktı. Artık öyle bir noktaya gelmiştik ki tıkandık ve gruptan ayrıldık.

1983’te Psychic TV ile çıktığımız konserlerde de TG’den çok fazla ileri gidemedik. İyi bir müzisyen olan, doğru dürüst gitar çalabilen Alex vardı grupta, ama iyi müzisyenlerle verdiğimiz konserler bile onların kişisel eğilimlerini yansıtır olmuştu. Dolayısıyla Psychic TV konserleri sonuçta mesela Velvet Underground’a benzemeye başladı, ki bu bana pek de bir ilerleme gibi gelmiyordu.

J Balance: Konserde ilginç fikirler oluşsa da, bunlar kabalaşıyor ve gürültü etkeni çok öne çıkıyordu, sonuçta fikirler fazlasıyla sulandırılıyordu. Demek istediğim albümleri zaten dinlemiş insanlar için sorun yoktu, derdimizin farkındaydılar, lâkin durum belli bir fikre dayalı bir çeşit kontrollü gürültüden pek öteye geçemiyordu. Üzerinde kafa patlattığında durum makuldu belki, ama yanlış olan bir şeyler vardı.

Sleazy: Hiç konser vermedik çünkü sahnede neyi nasıl yapacağımızla ilgili sorunu çözememiştik. Pek çok grubun yaptığı gibi biz de sırtımızı hazır kayıtlara dayayabilirdik, fakat insanlar cidden o yoğun atmosferi, o adrenalini istiyor, bunu hazır kayıtlarla sağlayabilir miyiz bilmiyorum.

Throbbing Gristle’ın arkasında yatan amaç sizce neydi?

Sleazy: İnsanların fiziksel olarak tepki vermelerini sağlamanın gerçekten mümkün olup olmadığını görebilmek. Ayrıca entelektüel ve sanatsal tutkularımıza yeni bir biçim vermeye uğraşıyorduk, çünkü bundan önce hiç müzik yapmamıştık. Ayrıca eğlenmek ve düzüşebileceğimiz gençlerin ilgisini çekmek. İnsanlar genelde niye grup kurarsa aynı gerekçeler bizde de geçerliydi. (gülüyor)

İşitilemeyen ses diye bir şey var mı gerçekten?

Sleazy: Efendim? (gülüyor) Bütün o muhabbetin arkasında yatan kuram şu, eğer bir şeyi çok düşük bir seviyede ya da geriye doğru çalarsanız, ya da ekranda anlık görüntüler verirseniz, bilinçaltı bunları alır ve anında tepki verir. Ama bunun işe yaradığına dair elimde hiçbir kanıt ya da bilgi yok. Rolling Stones’un ‘Their Satanic Majesty’s Request’ albümünde, gizlenmiş ve ancak geriye doğru dinlendiğinde duyulan “Şeytana Katıl” falan gibi bir şeyler denildiği söylenir. Yani bence bunların hepsi zırvalığın daniskası.

J Balance: Kayıt ve çoğaltım kalitesi açısından albümler henüz çok kabalar, bunlarla bilimsel deneyler yapmak henüz mümkün değil. Kanımca holophonics çok daha ilginç. Stevo büyük bir üçkağıt çevirmekle suçlandı, bu sistemi geliştiren Zuccarelli de öyle. Holophonics sayesinde bilinçaltına hitap eden atmosferik sesler üretebildik, bir odanın veya bir mağaranın mekansal sınırlarının ve içindekilerin hareketlerinin hissini yansıtan özel kayıtlar elde edebildik. Lakin benliğin çok derinlerinde bir etki yarattığı söylenen işitme eşiğinin altındaki seslerle ilgili hâlâ büyük kuşkulara sahibim. Bilinçaltı, gizlenmiş mesajlar, kesyapıştırlar, endüstriyel grupların ele aldığı konular gibi şeylerin hepsi Burroughs’un ‘The Job’ ve ‘The Electronic Revolution’ından çıkıyor ve aşırı şekilde kullanıldılar… Çok da başarılı değiller. Rough Trade’in falan bütçeleriyle doğru dürüst ses araştırmaları yapmak pek mümkün değil. Sahte bir bilim havasındalar, hiçbir alakamın olmasını istemediğim tırışka bir niteliğe sahipler. Daha ziyade, bilinçli bir şekilde kararsız müzikal eğilimler içeren sapkın bir ses üreticisi olarak algılanmayı yeğlerim. Bütün bu grupların derdine tasasına saygı duyuyorum, lâkin bu olanaklılıkların saflığı ya da dayandıkları amaçlar plağa geçerken yok olup gidiyor.

Fikirlerinizin yayılması için sizce en iyi araç müzik mi?

Sleazy: Hayır, kanımca filmler ve televizyon çok daha etkili çünkü bunlar hepimizi en derinden etkiliyor. Koku ve dokunma duyularına da hitap edebilirseniz, daha da güçlü bir etki yaratırsınız.

Stüdyodaki kayıt süreciniz önceki çalışma tarzınızdan çok farklılaşabiliyor mu?

J Balance: Coil’de işin omurgasını kendimiz şekillendiriyoruz, istiyorsak başkalarıyla birlikte çalışıyoruz. PTV ise daha doğaçlamaya dayalıydı, her şey çalışmalarda irticalen ortaya çıkardı.

Sleazy: Lâkin içinde yer aldığımız PTV albümlerinin hepsi temelde şu an bizim çalıştığımız şekilde, yani önce bir ritim belirleyip ardından buna uygun düşen şeyleri üstüne ekleyerek yapıldı.

Sizce toplumu müzikle değiştirmek mümkün mü?

Sleazy: Hayır, bence müzikle hiçbir şeyi değiştiremezsiniz.

J Balance: Ama yine, mesela Crass gibi bir grup müziklerinin değil bunun yanı sıra verdikleri mesajların böyle bir etki yarattığını söyleyebilir. Ağır mesaj vermek konusunda büyük soru işaretlerine sahibiz, ama bir hayat tarzımız var ve bir sürü şeyi değiştirmek istiyorum. Kesinlikle albümleri ile hayat tarzları çok ayrı düşen Ultravox gibi değiliz. Bir albümden hoşlansanız ve bunu yapan kişilerin sizin karşı olduğunuz bir şeyler yaptığını duysanız, muhtemelen o albümü aynı gözle dinlemezsiniz.

İyi de müziğin kendine has özelliklere göre değerlendirilmesi gerekmez mi?

J Balance: Sadece şarkılara bakılarak bunun yapılabileceğini sanmıyorum. Şarkıların beli bir gerçekçilik taşıması gerekir, ki insanlar bu ikisini bağdaştırır.

Sleazy: Zor bir soru, çünkü bu ‘piyasa’nın içinde uzun yıllardır bulunan biri olarak, müziğine saygı duyduğum ama kendisine saygı duyamadığım bir sürü kişiyle tanıştım. Bu tabii onların müziğini algılayışımı etkiledi.

Şu sıra dans müziği yapıyor olmak tuhafınıza gidiyor mu?

J Balance: Dans müziği mi yapıyoruz?

Sleazy: Throbbing Gristle ‘Twenty Jazz Funk Greats’i yaptığında, burada o biçime ilişkin daha basmakalıp bir şey yapmak amaçlanmıştı, ama tam anlamıyla başarılı olmadı çünkü bunun nasıl yapılacağını bilmiyorduk. Hâlâ da bilmiyoruz, sadece biraz daha hızlı, atak, ritmik şeyler yapmak istedik. Ama kesinlikle bir dans albümü yapmak gibi bir niyetimiz yoktu, çünkü buna yeltensek eminim ortaya berbat bir şey çıkardı.

J Balance: Bu tamamen ne şekilde dans edeceğinize bağlı. Bence The Birthday Party dans müziği yapıyordu, ama bu pek diskolarda çalınabilecek tarzda bir şey değildi.

Bazı grupların etrafında gelişen kültler hakkında, misal TG ve PTV’de gündeme gelen saç kesimi ve giyim tarzı öykünmeleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

J Balance: Koyun gibi taklit edilen her şey değersizdir.

Sleazy: Belli bir şekilde giyinip, kendi yolunda ilerlerken benzer sonuçlara varmış insanlara rastlamak başka bir durumdur. Ama sırf idölünüz ya da kahramanınız giyiyor diye bir şeyleri giymek cidden garabet bir durum, hatta biraz da sağlıksız ve azcık da zevksiz bir tavır. Mesela şu Marc Almond kopyaları, oysa Marc’ın kendisi muhteşemdir.

Bowie kopyaları da aynı. Bu ayrıca ironiktir çünkü biz PTV’deyken grubun mesajlarından biri de düşüncenin özgürleşmesi ve bu tarz şeylerden paçayı sıyırmaktı. Şu an yaptıklarına dair bir şey söyleyemem çünkü yollarımız ayrıldı, yolları açık olsun, ama şahsen bunun bir parçası olarak kalmam mümkün değildi.

Coil ‘The Sound of Progress’ Photo Gallery, 1985

Yaptıklarımızın çoğu ve hayat tarzımız muhtemelen halkın çoğuna tuhaf gelecektir, çünkü en basitinden onların alışkanlıklarının dışındadır.

Coil için imaj ne derece önemli?

Sleazy: Coil için bu tarz bir imaj oluşturmadık. Her ne kadar aşikâr bir şekilde normale pek uymayan ilgi alanlarımız varsa da, bir imaj oluşturmak gibi bir derdimiz olmadı. Pek çok açıdan bu aleyhimize oldu çünkü arada sırada söyleşi yaptığımızda insanlar cidden ne soracaklarını bilemiyor.

J Balance: Kolaylıkla PTV’den kalma malzemeleri kullanabilir, aynı tarzda çalabilirdik, fakat bazı yönleriyle hâlâ yakınen ilgilenmemize rağmen bilinçli bir şekilde bu tarzdan uzak durmaya çalışıyoruz. Her şeyden kendimizi yalıtma gayretindeyiz. Kanımca bu bir şekilde bizim imajımız haline gelebilir. Sanırım kimileri de gay oluşumuzu öne çıkarıp bizi -hep bu şekilde anılan Bronski Beat gibi bununla özdeşleştirmeye çalışabilir.

Sleazy: Bu aslında iki boyutlu nesnelere indirgenmemize izin vermememize bağlı. Cinsellik her ne kadar yaptıklarımızın önemli bir parçasıysa da, hiçbir şekilde yegâne parçası değil ve bunu bir sınırlama olarak görmüyorum.

Niye pek çok kişi TG ile PTV’nin kullandığı kafatası vb. gibi imgelerden çok rahatsız oluyor?

Sleazy: Sanırım bunun nedeni imgelemimizde farklı bir çıkış noktasına, farklı bir yoruma dayanmamız. Yani belki klişe olacak ama, tamamen metruk yerlerde kendimi evimde ve çok mutlu hissediyorum. Eğer insanların Berlin duvarı falan gibi fotoğraflardan ödleri kopuyorsa, nasıl bir yaşam sürdürdüklerini ve bundan ne diye korkacaklarını cidden kavrayamıyorum, çünkü bu imgeler bana gayet olağan gözüküyor.

Yaptıklarımızın çoğu ve hayat tarzımız muhtemelen halkın çoğuna tuhaf gelecektir, çünkü en basitinden onların alışkanlıklarının dışındadır. Muhtemelen anneme de çok tuhaf gelecektir. Duvar kağıdımız yok, her yer fare boku kaynıyor, tamamen farklı bir hayat tarzı. Ama insanların ödlerinin patlaması bunların gerçekliğinden değil bu şeyleri yorumlama tarzlarından kaynaklanıyor. Birinin sizi elinizde bir kafatası tutarken gösteren bir fotoğrafı yorumlaması kolaydır, lâkin bu sizin illa şeytana taptığınızı ya da bir ölü sevici olduğunuzu göstermez. Yanlış olan onların yaptıkları yorumlar. Annem burada yaşasa, bir süre sonra muhtemelen her şey ona çok normal gözükecek ve hoş biri olup olmadığıma dair daha gerçekçi bir değerlendirmede bulunacaktır.

Bazı gazetelerin ve medyanın yaptıkları çok tehlikeli çünkü çok kolaylarına geliyor. “Edepsiz Papaz”, “Zührevi Hastalıklar Hastanesi” falan gibi müstehcen konuları işleyerek gazete satacaklar. Lâkin müstehcenlik hep para etmiştir. Yani Boy George, Sex Pistols falan hepsi sapına dek pompalanmıştır. Ama hiçbirimiz, hatta Gen bile dikkat çekmek için edepsizlik yapmamıştır, yaptıkları doğal seyrinde cereyan etmiştir. Bu kanımca bambaşka bir şey. Metroda hiçbir alâkanız olmadığı ve muhtemelen hoşlanmayacağınız insanları gördüğümde, onlarla bir alıp veremediğim yoktur. Onlara karşı edepsizlik yapmaya bile değmeyeceğini düşünmüyorum. Sadece keşke olmasalar diye geçiriyorum içimden.

Coil hakkında bilinmesi gereken başka bir şey var mı?

Sleazy: Ayinlerin üzerinde çok durduk, bu yaptıklarımız hakkında ortaya doğru bir tablo çıkarır mı emin değilim. Çünkü bu hayatımızın bir parçasıysa da, ismimizin bunun gençler arasında yayılmasına çalışıyormuş gibi anılmasını istemeyiz. Temple Ov Psychic Youth diğerlerine ayinleri tanıtmak üzere yapılmış bir girişimdi. Hâlâ bunun bir parçası olarak anılmak istemem, çünkü insanlara nasıl yaşamaları gerektiğini söylemek benim üstüme vazife değil. Ama fikrimi sorarlarsa, söylerim.

Coil ‘The Sound of Progress’ Photo Gallery, 1985

DEEP CABAL:

Leave a comment