Istanbul Underground Graffiti Scene Report (2005-15)

canavar_profil
Canavar 2015, Kadıköy

‘Sanat elitist duvarlarını yıkıyor, kendine yeni bir ortak mekân belirliyor. Mekânın bu yeni kurgusu sokak üzerine temelleniyor. Sanat ile sokak kavramlarını bir araya getiren ve geleneksel algılanışı elimine eden sokak sanatı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de özellikle gençler arasında yankı buluyor.’


“Graffiti bir mücadele şeklidir”

CANAVAR

Canavar merhaba, seni Rad, Cins gibi grafiticilerle yaptığın çalışmalardan biliyoruz. En son Muralist kapsamında devasa bir iş yaptınız. Bizlere biraz kendinden bahseder misin?

Bir çok tekniği ve yöntemi denemeye çalışıyorum. Önemsediğim şey yaptığım işin içeriği. Anlamaya, kavramaya ve anlatmaya çalışıyorum. Sanayi bölgesinde doğup büyümüş olmam, meslek lisesi okumam; şimdi ise İstanbul’da yaşıyor olmam, bana dünyada dönen düzeni yakından görmemi sağladı. Ufak bir maket gibi. Bir tarafta gündüzü gecesine karışmış üç kuruş için çalışan insanlar, öte yanda sahte bir zenginliğin peşinde koşturan insanlar. Samimi olmak, gülmek ve yaşamak zor. Ayakta durmaya çalışıyorum.

Ne zamandan beri graffitiyle uğraşıyorsun?

Aşağı yukarı 10 sene oluyor.

Daha çok nerelerde çalışıyorsun?

Son zamanlarda ağırlıklı olarak Kadıköy ve çevresine işler yapıyorum.

canavr (3)
Canavar & Turbo – İstanbul (2015)

Grafitinin şehri kirlettiğine yönelik gelen eleştiriler için bir şey söylemek ister misin?

Evet, kesinlikle grafiti kirletiyor, keşke grafitiler olmasa. Şirketlerin reklam tabelaları, parti afişleri, gökdelenler, büyük evler, pahalı arabalar daha iyi görünse; daha iyi parlasalar da insanlar daha çok arzulasa. Sokakta yürürken, işe giderken bir grafitiyle karşılaşıp insanların kafası karışmasın sakın !! Sürekli iktidar hayalleriyle yükselme peşinde koşsunlar. Grafiti bir mücadele şeklidir. Evet, grafiti bazılarına göre sanatsal bir estetik değil ama bir durup düşünseler, estetiği düşünücek halimiz mi var !?

Devasa boyutlarda işlenmiş görüntü panelleri kimi zaman çok da sempatik gelmiyor.

Eminim benim yaptıklarım hiç bir şekilde sempatik gelmiyordur. Fakat büyük yapmak işin zaman ve konumuyla alakalı. Bu duruma göre işin rengi, duruşu, hissiyatı değiştiği gibi boyutun değişikliği de önemli, yani ne anlatmak istediğinizle alakalı bir durum.

Grafitiyi çevre planlamanın bir parçası olarak mı görüyorsun yoksa egosantrik bir tavır mı?

İkisiyle de alakası yok. Bir mücadele şekli olarak görüyorum. Bazen de benim için bir paylaşma aracı oluyor.

Bilhassa Muralist gibi geniş ölçekli projelerin gerçekleştiği İstanbul’da grafiti sence nedir?

Grafitinin dünyada popüler bir yanı var. İstanbul’da da bu böyle. Burada gördüğüm, kişisel reklam aracı haline geldiği, üzerinden prim yapıldığı ve içinin boşaltıldığı. Önceden grafitiydi şimdi adını koyamadığım birşey haline geldi. Bir şeyin para kazanma amacıyla yapılması o şeyin ruhunu kirletiyor. Günümüz tüketim hızını da unutmamalı. Bir ürüne dönüşmek, bir süre sonra yok olmak demektir. Muralist gibi projeler güzel adımlar. Daha güzel adımlar için bu topraklarda yaşayan sanatçılara daha fazla omuz vermek gerek.

İnsanlık ailesi olarak nereye gittiğimiz belli değil. Bu karmaşanın içinde verdiğimiz mücadelenin sonunda umarım güzel günler görmek nasip olur.


canavr (13)
Canavar, Kadıköy (2015)
kadıköy
Adekan, Ares Badsector, Canavar – Kadıköy (2015)

Sokak sanatı aktivistleri bu gençler sokakları tuval misali kullanırken kamusal olanı manipüle etmeleriyle vandalist öğeleri de sokak sanatının içine dâhil ediyor. Duvarlar, direkler, reklam panoları, toplu taşıma araçları ve durakları, metro istasyonları gibi underground olarak nitelendirebileceğimiz uygulama alanlarına graffiti’lerle, stencil’lerle, sticker’larla yaratıcı müdahaleler de bulunuyor. Sokaklara attıkları tag’lerle de zamansal varoluşları kısa bir süreliğine kayıt altına alınıyor. Kısa bir süreliğine çünkü çoğu zaman kamunun doğrudan etkisiyle silinmeye mahkûm oluyor. Kamusal olana vurgu, bu sanatın icrasını illegal bir zemine taşıyor ve sokak sanatı aktivistlerini ortak bir söylemde buluşturuyor “Yakalanmak yok, iz bırakmak var”. Hiçbir sanat eylemi yasalar tarafından suç kabul edilmiyor. Tabii Sokak Sanatı eylemleri hariç… Zaten Sokak Sanatı’nın cilvesini de bu oluşturuyor.

Hemen her gün sokaklarda karşılaştığımız bu izler, görsel ve düşünsel yönden takipçilerinin üzerinde etki bombardımanında bulunuyor. Estetik vurguyu ön plana çıkaran ya da mesaj ağırlıklı politik söylemleri bünyesinde barındıran Sokak Sanatı, bireysel ya da grup faaliyeti olarak tarihe eklemleniyor. Bu eklenimler artık bir sokak sanatı tarihinin oluşturulmasını zorunlu kılıyor.

Özgen Yıldırım (Sosyolog– Sanat Yazarı)


Ares
Ares Badsector, Kadıköy (2015)
kadıköy temmuz 2015
Ares Badsector, Kadıköy (2015)

‘Yaptığım işleri ve temasını belirleyen şeyler; içinde bulunduğumuz yakın çevre üzerine gözlemlerim, çalışma alanının koşulları ve kaybettiğimiz güzel insanlar. Gözlem gündemimde ne varsa bir sonraki çalışmaya ilham veren konu o oluyor. Benim için mantıklı olan işi zihnen tasarladıktan sonra duvara yerleştirmeye çalışmak.’

‘Istanbul based muralist Ares Badsector is working on a huge wall. Ares’ murals as mostly painted using monochrome colors as they let him render the work in the way he pictured it in his mind.’


Somon, Suadiye (2019)

Somon X ile Grafiti Üzerine

Ağustos 2017

Somon merhaba, söyleşi için teşekkürler. Seni daha çok sokaklara yaptığın grafitilerle tanıyoruz. Bizlere biraz kendinden ve sanatından bahsetmek ister misin?

Merhabalar. Lowbrow, Pop Art, grafiti ve çizgi roman estetiğinin yanı sıra çeşitli tasarım prensiplerinden de faydalanarak dijital ve geleneksel tekniklerde pek çok iş üretmekteyim. Gerek sokakta, gerek diğer alanlarda yaptığım işlerde, yaşadığımız çağdaş dünyaya paralel distopik başka bir dünyanın yerlilerini esprili bir üslupla yansıtmaya çalışıyorum. Kimi zaman bu dünyadan bazı hikayeleri, kimi zaman bu dünyanın içerisindeki bazı duyguları resmediyorum.

Daha çok nerelerde, kimlerle çalışıyorsun?

Elimden geldiğince tek bir bölgeye saplanmadan her yerde boyuyorum. Cihangir, Kadıköy, Erenköy gibi semtlerde işlerimle daha sık karşılaşabilirsiniz. Bölge ve duvar konusunda değişiklik olabiliyor, kompozisyon uğruna gözüme kestirdiğim en uygun duvar neredeyse o gece oradayım, aynı şekilde boyadığım kişiler de plana, programa göre değişiklik gösterebiliyor.

somon (38)
Rakun vS Somon, Suadiye (2019)

Rakun ile birlikte yaptığınız işlerden bahsetmek ister misin?

Rakun ile aynı mahalleden ve aynı üniversiteden arkadaşız. Kendisi hem yakın arkadaşım, hem de beni grafitiye teşvik eden kişidir. Düşüncelerimiz ve izlediğimiz yollar benzer olduğundan gerek sokaktaki işlerimizde gerek diğer projelerimizde birbirimizden sık sık fikir alıyoruz ve bu fikir alışverişi ortaya çıkan işe de yansıyor. Güzel sonuçlar elde ediyoruz. Her ne kadar tarzlarımız birbirinden kopuk görünse de estetik kaygılarımız ortak. Beraber yaptığımız çalışmalarda bu açıkça görülebilir.

Grafiti ortaya koyabileceği yeni bir fikir veya estetik olmadığı müddetçe anlamsız geliyor bana. İşin sokakta olması için az çok bilinçli bir sebebin olması gerektiğini düşünüyorum. Eğer söyleyecek, gösterecek önemli bir şeyin yoksa eline sprey boya almanın da pek bir anlamı olmuyor. Kaldı ki grafiti, alt türleri ve geçmişiyle koca bir kültür, sanatçılar da kendi vizyonlarını, duygularını ve düşüncelerini katabilir. Grafiti tarihinde sanatçıların şehirler boyunca süren izleri, günümüze kadar böylesine çeşitli bir manzara yaratmış olmaları neyin grafiti olup neyin olmadığını, iyi ve vasatın ne olduğunu izleyiciye bırakıyor.

Bu aralar neler yapıyorsun?

Kafamda daha çok ham bir halde yavaş yavaş şekillenen bir fotozine projesi var. Önceki işlerime nazaran daha kişisel ve deneysel bir çalışma. Asıl fikir, sokak sanatının ve basılı mecranın imkanlarını sonuna kadar kullanarak neler yapılabilir, bunu öğrenmek. Şu aralar ilk adımlarındayım, henüz paylaşabileceğim pek bir ayrıntı yok maalesef. Zaten üretim sürecine süpriz bir şekilde izleyicileri de katmayı düşünüyorum.

somon small
Somon, Suadiye (2019)

01_eskryne
Esk Reyn, Suadiye (2019)
01_kaan
Kaan Bilaloğlu, Suadiye (2019)
01_omeria
Omeria, Kadıköy (2018)

Dérive* Teorisi

Guy Debord

Türkçesi : Merve Darende

En temel Sitüasyonist uygulamalardan biri, çeşitli ortamlar arasındaki hızlı bir geçiş tekniği olan, dérive’dir [“sapma”]. Dérivelar oyunbaz-yapıcı bir tavır ve psikocoğrafik etkilerin farkındalığını içerir ve dolayısıyla klasik yolculuk ya da gezinti kavramlarından epey farklıdır.

Bir dérive’da bir veya daha fazla insan belli bir süre boyunca, ilişkilerini, çalışmalarını, boş zaman aktivitelerini, tüm olağan hareket ve eylem güdülerini bırakırlar ve kendilerini bölgenin çekiciliğine ve orada vardıkları karşılaşmalara bırakırlar. Bu etkinlikte şans insanların düşündüğünden daha önemsiz bir unsurdur: bir dérive bakış açısından şehirlerin belli bölgelere girişin ya da çıkışın şiddetli bir şekilde önüne geçen sabit akımlara, değişmez noktalara ve vortekslere sahip psikocoğrafik konturları vardır.

Ama dérive hem bu salıvermeyi hem de onun zorunlu çelişkisini içerir: psikocoğrafik çeşitliliklerin olanaklarının bilgisi ve hesaplanması yoluyla egemenliği. Bu son bakımdan, ekolojik bilim –kendisini kısıtladığı dar sosyal alana rağmen psikocoğrafyaya yığınla veri temin eder. Şehir şebekesindeki çatlakların mutlak ya da göreceli karakterinin, mikroiklimlerin rolünün, idari sınırlarla ilişkileri farklı semtlerin ve hepsinin üzerinde çekim merkezlerinin baskın hareketinin ekolojik analizinden yararlanılmalı ve psikocoğrafik yöntemler tarafından tamamlanmalıdır. Dérive’in nesnel tutkusal bölgesi, hem kendi mantığına hem de onun toplumsal morfoloji (biçim bilimi) ile olan ilişkisine göre tanımlanmalıdır. […]

Eğer dérivelerde şans önemli bir rol oynarsa, bu psikocoğrafik gözlem metodolojisinin hala emekleme döneminde olmasından kaynaklanır. Ama şans eylemi doğal olarak muhafazakardır ve yeni bir ortamda her şeyi bir alışkanlık ya da sınırlı sayıda değişkenin değişimi haline getirir. İlerleme, şansın amaçlarımıza daha uygun olan yeni koşullar yaratarak egemen olduğu sahalara atılım yapmak anlamına gelir. O halde diyebiliriz ki, bir dérive’ın rastlantısallığı temelde gezintininkinden çok farklıdır, ama aynı zamanda dériverlar tarafından keşfedilen ilk psikocoğrafik çekicilikler onları durmaksızın gerileyecekleri, yeni daimi eksenlerin çevresine sabitleme eğilimi gösterebilir…

Dérivelardan çıkarılan dersler, modern bir şehrin psikocoğrafik eklemlenmelerinin ilk incelemelerini yapmamızı sağlar. Ortam birliklerinin ve onların temel bileşenlerinin ve mekansal lokalizasyonlarının keşfinin ötesinde; onların başlıca geçiş eksenleri, çıkışları ve savunmaları anlaşılmaya başlanır. Psikocoğrafik eksensel noktaların varlığının temel hipotezine varılır. Aslında bir şehrin iki bölgesini ayıran, aralarındaki fiziksel mesafeyle pek bir alakası olmayan, mesafeler ölçülür. Eski haritaların, hava fotoğraflarının ve deneysel dériveların yardımıyla; etkilerin bu ilk aşamadaki kaçınılmaz kesinliği navigasyonel çizelgeninkinden daha kötü olmayan, şimdiye kadar eksik kalan haritaları düzenlenebilir. Tek fark artık betimleyici sabit kıtalar diye bir meselenin olmaması, değişen mimari ve şehircilik diye bir meselenin olmasıdır.

Günümüzde çevrenin ve meskenlerin farklı birimlerinin tam olarak sınırları çizilmemiştir, ama aşağı yukarı kapsamlı ve belli belirsiz sınır bölgeleri tarafından çevrilmişlerdir. Dérive deneyiminin öngördüğü en temel değişiklik, bu sınır bölgelerinin tamamen bastırılıncaya kadar sürekli olarak küçültülmeleridir.


w_cins
Cins & Wide

alimertWide a.k.a Yok

Alimert Ranran: 1992 İstanbul doğumlu, 2000 sonrası İstanbul sokaklarının önemli simalarından, serbest çizimlerle başlayan grafitileri, zamanla yerini hip-hop style tipografik işlere bıraktı, Cins, Rad gibi grafiticilerle birlikte çalıştı, Yoklukta varolmayı tercih ediyor.

for possible commissions: yok

yok&adekan_kadıköy_2016
Yok & Adekan (2016)
yok+wase_ 16_2016
Yok & Wase (2016)
Küçükçiftlikpark 2015
Küçükçiftlik park (2015)

istanbul_style_blackbook_98_doublepage_small
Black Book fanzine, issue 01, 02 cover artworks (1997)

“Oldschool Ryhme,

Alış Buna Home-Boy!”

Tunç Dindaş, 1971 İstanbul doğumlu, İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor. Yurdumuzun tanınmış en eski/ modern grafik sanatçılarından biri, grafiti başta olmak üzere çizgi roman, fanzin, pixel sanatı, ascii art gibi birçok farklı alanda kendi tarzında işler üretmiş bir fenomen, eskilerin meşhur Kommodor Abi‘si.

Tunç ‘Turbo’ Dindaş

Sevgili Tunç Türkiye’de grafiti sanatının ilk uygulayıcılardansın.. Peki sende bu tutku nereden çıktı, nasıl başladı?

TURBO: Ben 1971 doğumluyum. 1980’lerde başlayan Break Dance fırtınasına ben de kapılmıştım. O dönemlerde CD filan yok. Gidip Break Dance müziklerinin plaklarını alıyorduk dükkânlardan ya da kasete çektiriyorduk. Ben de kendimi bildiğimden beri resim yaparım. Plak kapaklarında grafitileri görüyordum. Çok hoşuma gidiyordu. Sonra 1984 olması lazım. Videocudan Beat Street’ diye bir film kiralamıştım. O filmi gördükten sonra grafitinin ne olduğunu daha iyi anladım ve bugüne geldim.

Bağlı bulunduğun S2K grubunu tanıtır mısın?

S2K Türkiye’nin ciddi anlamda ilk Grafiti grubudur. Bakırköy’den Rez ve Jemy tarafından kurulmuştur. İlk başlarda grubun adı ZBP – Zombie Boys Posse idi. Ama sonraki ‘P’ harfi yüzünden yaptığımız tag’ler filan ZB ‘Partisi gibi anlamlara çekilip politik bir örgüt gibi görünüyordu. Biz de öyle bir isim bulalım ki bunu politik bir örgüt gibi algılamasınlar diye düşündük. İsmin içine sayı koymak fikri geldi aklımıza ve ‘Shot To Kill’ ismini bulduk, ve ‘To’yu sayı ile yani ‘2′ ile yazdık. Grubun kuruluşu 95-96’ya dayanır. Grupta Türkiye dışında zamanla Almanya ve İsviçre’den de üyeler oldu. Bazıları yakalandı, bazıları bıraktı. Şu anda sadece Türkiye’de ve Almanya’da üyelerimiz var.

turbo_Untitled-01
Black Book sketch (1997)
Turbo_Meck_Bedae_istanbul_2013
Turbo, Meck, Bedae – İstanbul (2013)

‘…bu işi hissederek yapan, kendileri için bir tutku haline getirmiş insanlar devam ederler, işte bu insanlar benim için önemli insanlardır ve saygı duyulacak insanlardır.’

Grafiti yanında ülkemizdeki rap müziğin de öncülerindensin. Son yıllarda hip-hop akımının ülkemizdeki gelişimi ile grafiti üretimi arasında bağlantılar kurabilir miyiz?

Rap artık eskisi gibi değil. Eskiden tepkisel bir müzik olarak görülebilirdi ama, şu anda tüm dünyada etkisi olan ‘Battle Rap’ dediğimiz yöne daha yakın. Aralara kısa mesajlar konulsa da parçaların tümünde bir battle havası var. Grafitinin Türkiye’de popüler olması tabii ki 1995’te Cartelin buraya Rap’i getirmesi ile başladı. Gidişatında ise, başka sorunlar çıkmaya başladı. Türkiye’de durum dünyaya göre farklı. Dünyada Rap sanatçıları için grafiticiler birçok iş yapar. Bunlar; logolardan plak kapaklarına, poster afişlerinden, cd kapaklarına kadar birçok tasarımlardır. Ama maalesef ülkemizde çok az MC bizlerden bu tarz tasarımlar yapmamızı istiyor. Ama artık Türkçe Rap ile Grafitinin arasındaki bağ gittikçe azalıyor. Çünkü bazı grafitici ve sokak sanatçıları Rap dinlemiyor; başka müziklerden besleniyor.

Eski okul grafiti ile ülkemizde son yıllarda tırmanışa geçen sokak sanatı arasında sence ne gibi kesişimler ve ayrılıklar var?

Dünyada tanınmış sokak sanatçılarına baktığınızda hepsinin eskiden grafitici olduğunu görürsünüz. Zaten street art’ın günümüzde ortaya çıkması ve bu kadar yayılmasının sebebi bu. Ama ülkemizde şu anda grafiti geçmişi olmayan sadece günümüzdeki popülerliği yüzünden street art yapmaya başlamış insanlar var. İkisi de aslında illegal yapılır. Grafiti daha çok isim yazıp kaligrafik değerler taşısa da, street art daha çok mesaj kaygısı güder. Bu ikisi kesişen noktalardır bence.

Dokuzuncu İstanbul Bienali’nde WYNE – “S2K”, ARİ ALPERT ve #flypropaganda# ile birlikte Luca Frei’nin mekan yerleştirmesi projesinde yer aldın… Uzun yıllar sokakta illegal iş üretmiş biri olarak, bu nasıl bir duyguydu?

Değişikti aslında. Konu misafirlikti. Ben o konu ile çalışmalar yaptım. Grup arkadaşlarım Wyne ve Tab konuya bağlı kalmadılar ve kendi çalışmalarını yaptılar. Bienal’den sonra sergi teklifleri aldım. İleride bunları değerlendirmek istiyorum. Biraz sanat platformuna yaklaşmış gibi oldum. Değişik bir tecrübe oldu benim için…

turbo_S2K_istanbul_2009
Turbo S2K – İstanbul (2009)

Exociti örneğindeki gibi son dönemde güncel sanat aleminde öne çıkan insanların grafiti ve sokak sanatı üretimleri ile gerçekten sokaktan gelen insanların üretimlerini yan yana düşünmek mümkün mü?

Street Art’a moda gözü ile bakıp bu dönemde özenerek sokaklara bir şeyler yapan sanatçıları tasvip etmiyorum. Graffiti ve Street Art sadece Cihangir’e yapılmaz. Gerçek street art’çı çıkıp tüm şehri gezer. Biz writer’lar bunu yapıyoruz. Bu tarz moda gibi yapanlar bir-iki seneye kadar kaybolacaklar bence. Street Art’ı gerçek yapan insanlar zaten belli oluyor ve daha da çok yayılacaklar.

Popüler kültürün son dönemde grafiti ve sokak sanatına yoğunlaşan ilgisi, radikal bir üretim alanının evcilleşmesi ya da içinin boşaltılması riskini sence taşıyor mu ve bu nokta da Banksy’nin alternatif duruşu hakkında neler düşünüyorsun?

Birçok underground hareket ya da kültür zamanla popülerleşip moda hâline gelirler. Gerçek zanaatkarların haricinde bazı iş adamları ve şirketler bundan kazanç sağlamaya başlarlar. Ama yukarıda da değindiğim gibi gerçekten bu işi hissederek yapan, kendileri için bir tutku haline getirmiş insanlar devam ederler, işte bu insanlar benim için önemli insanlardır ve saygı duyulacak insanlardır. BANKSY ise, politik mesajlarını güldürerek veren bir ekip ya da sanatçı. Bence şu anda alternatif duruşu bir yana sergilerde sattığı tablolar ve yayımlayıp, sattığı kitaplara bakıp bir daha düşünmek gerek.

kaynak: Tesmeralsekdiz sayı: 1, Bahar 2007 / Rafet Arslan, Sokak Sanatı dosyası


Tuncay_02
Tuncay Koçal on air, Suadiye (2011)

Tuncay Koçal anlatıyor:

Sürekli bir yükseklikten aşağı düşüyorsunuz, düşüyorsunuz, düşüyorsunuz…

Tuncay Koçal 1983 İstanbul doğumlu, Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü mezunu; 1988’den beri, yaklaşık yirmi altı senedir kaykay kayıyor. Türkiye’deki dört büyük şov takımından birinin kurucusu; aynı zamanda kendi markası olan X4’tune shop‘u işletiyor. Yaklaşık 15- 16 farklı Amerikan kaykay markasının Türkiye distribütörlüğünü yapıyor. Kaykayı geliştirmek için elinden gelen her şeyi yaptığını dile getiriyor.

profil_small
Tuncay Koçal ve Tekno Play kaykay

Bu elimde gördüğünüz memleketin ilk kaykayı, ilk kaykay markası. Yerli bir kaykay markası, Tekno Play. 1979 yılında verilmiş bir ilanı var bunun.

79’da yerli bir kaykay yapılmış olması da beni ayrıca mutlu ediyor. Bunu çok sevdiğim bir arkadaşım benim için bir yerlerden bulup getirdi. Bildiğim kadarıyla şu an bu şekilde sağlam üç tane var. Çok ilginç bir şey, kaykayın altına bir kullanım kılavuzu koymuşlar. Diyor ki mesela: “Sporunuzu parklarda, düzgün ve meyilli sahalarda ve trafiğe kapalı olan yerlerde yapınız.” Böyle beş maddelik, altında açıklaması var. Bu açıdan da özel bir kaykaya sahip olduğum için ayrıca mutluyum. Herkese nasip olmaz, Türkiye’nin ilk kaykayı, Tekno Play kaykay. Benim için paha biçilmez !

Kaykay’ın sahneye çıkışını kısaca şöyle özetleyebiliriz: 1970lerin Kaliforniya’sında sörf tutkunlarının, denizin dalgasız olduğu mevsimlerde karada kayabilmeleri amacıyla keşfedilmiş bir spor. Yurdumuzda yaygınlaşması 1980lere tekabül ediyor; yurtdışına gidip gelen gençlerden tek tük kaykay getirenler oluyor ve zamanla gelişerek 1990larda çeşitli mağazalar açılmaya başlanıyor. Doksanlı yıllarda kaykaya ulaşmak bugüne nazaran daha zordu, bir kaç dükkan vardı elbette ama bir kaykay alabilmek için, bilhassa istediğiniz kaykayı alabilmek için iki-üç ay beklemeniz gerekiyordu. Şu an Kadıköy başta olmak üzere belli merkezlerle birlikte Türkiye genelinde yaklaşık yirmi farklı kaykay mağazamız var. Bunlara ‘Skate Shop’ deniyor, işi gücü sadece kaykay olan mağazalar bunlar. İstanbul’da geçen seneye kadar iki tane kaykay parkımız vardı. Türkiye genelinde ise yaklaşık dokuz-on tane. Şu an ise İstanbul’da on bir park var, ülke genelinde ise otuz-otuz beş kaykay parkı var ki bunların hepsi profesyonel kaykay parkları.

Kaykay öncelikle bir spor, aynı zamanda da bir kültür, onu diğer ekstrem sporlardan ayıran ve bir alt-kültür haline getiren şey de bunun bir yaşam tarzı olması. Yani kaykaycı gibi yaşıyorsunuz, sizi daha çok motive eden müzikler dinlemeye başlıyorsunuz, o müziklere göre ya da kayma stilinize göre kıyafetler giyiyorsunuz. Kaykaycıların kendini ifade etme biçimi bu, aynı zamanda benliğimizle birlikte hareket ediyor, onunla bir şeyler yapıyorsunuz, örneğin bir hareketi öğreniyorsunuz ve bunu da diğer kaykaycılarla paylaşmak istiyorsunuz. Ya da öğreneceğiniz zaman birilerine ihtiyaç duyuyorsunuz. Basılı ya da görsel mecralardan değil, yüz yüze konuşup “Ben nerede yanlış yapıyorum?” diyebilecek birilerini arıyorsunuz. Öğrenme sürecinde ise sürekli bir yerlerden atlarsınız, tabi bunlar zıplatmayı ‘ollie’yi öğrendikten sonraki süreçte. Sürekli bir yükseklikten aşağı düşüyorsunuz, düşüyorsunuz, düşüyorsunuz… Ve sonra oradan kaykay ile beraber düzgün bir şekilde inmeyi öğrendiğinizde büyük bir haz yaşıyorsunuz ve daha yüksekten atlamak için kendinizi zorluyorsunuz. Daha da yüksekten atlamaya çalışıyorsunuz. Daha da yüksekten atladıkça daha farklı teknikler öğreniyorsunuz ve o -bir hareketi başarmanın verdiği haz- ile bu hareketi arkadaşlarınızla paylaşmanın kıvancını yaşıyorsunuz.

Bunun dışında, yüksekten düşme korkusunu da şuna benzetiyorum: Mesela işinizde başarılı olmak istersiniz, ama iflas da edebilirsiniz, sonra tekrar ayağa kalkıp yola devam edersiniz; bir şekilde yaşama tutunmanız gerekir. Kaykayda da böyle bir durum söz konusu, düşersiniz ama gidip tekrar, tekrar denersiniz. Çünkü pratik yaparak başarabileceğinizi biliyorsunuzdur. Yani şöyle birazcık farklıylasınız, kendinizi ifade etmek istiyorsanız, kaykay iyi bir spor. Bu ‘başarma hazzı’ ve ‘kendini geliştirme dürtüsü’nün dışında, bir yandan da şöyle bir şey var, kaykay şehri keşfetmenizi de sağlayan bir olay. Yani, bir üç basamaktan atlarsınız, dört basamaktan atlarsınız sonra beş basamaklı bir yer aramaya başlarsınız. Yeni insanlar keşfetmek için, yeni yerler keşfetmek için de kaykaycılar sürekli hareket halindedirler. Belli merkezlerimiz vardır ama şehrin içinde her yere gideriz. Ben 12-13 yaşımdayken çok yakın bir kaykaycı arkadaşımla birlikte otobüslere rastgele atlar, son durak neresiyse oraya kadar gidip etrafı keşfetmeye başlardık. Bu sayede zamanla farkettim ki ben bu şehri baya biliyorum. Suadiye’de yaşıyorum, ta gidip Beylikdüzü’nden falan çıktığımı hatırlıyorum ki şimdiki gibi metrobüs falan da yoktu yani. Baya yurtdışına çıkmış gibi oluyorduk o yaşlarda. Serseri işi gibi gözükse de bizler bu işin spor kısmını, kültürel kısmını ve sosyolojik boyutunu da göz önünde bulunduruyor “Neden olmasın?” diye düşünüyoruz ve bence Türkiye’den de çok yetenekli kaykaycılar çıkıyor, çıkmaya da devam edecek, bilhassa bu parklar sayesinde, bu ulaşılabilirlik sayesinde eminim zamanla her şey daha da gelişecek.

background_02
Tuncay Koçal on air, Kalamış Skatepark (2014)

Suadiye, Istanbul_2014 (2)Ucube Dinler Kongresi İçin

Peter Lamborn Wilson
nam-ı diğer Hakim Bey
Türkçesi: İnan Mayıs Aru

Olmak Fiiline ve –dır ekine güvensizliği öğrendik – şöyle diyelim: Satori kavramı ve Gündelik Hayatta Devrim kavramı arasındaki çarpıcı benzerliğe dikkat edin – her iki durum için de bilinç ve eylemde sıra dışı sonuçlar veren bir ‘sıradanlık’ algısı söz konusu. ‘Gibi’ sözünü ağzımıza alamayız çünkü her iki kavram da (her kavram gibi, hatta her sözcük gibi) kendi tortularıyla yüklü olarak gelir – her biri kendi psiko-kültürel yükünü taşır, tıpkı hafta sonu ziyareti için kuşkulu bir biçimde ziyadesiyle donanımlı gelmiş misafirler gibi.

O zaman izninizle satori’yi eski moda Beat-Zen tarzında kullanacağım ve bir yandan da Situasyonist sloganda dile getirildiği üzere bunun diyalektik köklerinin dada ve Sürrealizm’in sırf bayağılıktan, soyutlama ve yabancılaşmanın sefaletlerinden boğulmuş bir yaşamdan (ya da yaşama) taşan bir ‘olağanüstü’ kavramında izinin sürülebileceğini vurgulayacağım. Ben kendi sözcüklerimi daha belirsiz kılarak tarif ediyorum ve bunun temel sebebi Budizm ve Sitüasyonizm’in ortodoksluklarından sakınmak, onların ideolojik-semantik tuzaklarından – şu bozuk dil makinelerinden – kaçınmak. Ben daha ziyade bunları paramparça etmeyi öneriyorum, kültürel bir brikolaj.1 “Devrim” sadece manivelanın bir turu daha anlamına geliyor – ne de olsa her ne türden olurlarsa olsunlar dini Ortodoksluklar mantık gereği hakiki bir manivelalar hükümetine yol açarlar. Satoriyi mistik rahiplerin tekelinde ya da herhangi bir ahlak kuralına bağlı görerek putlaştırmayalım ve 68 Solculuğunu da fetişleştirmektense sırf otorite değişikliğinin tüm imalarından uzak durarak Stirnerci ‘isyan’ ya da ‘ayaklanma terimini kullanalım.

Bu kavramlardan oluşan takımyıldızı, ısmarlama algının ‘kurallarını kırarak’ doğrudan deneyime ulaşmayı içerir; bir şekilde kaosun kendiliğinden fraktal non-lineer dizilere dönüştüğü süreci andırır ya da ‘yabani’ yaratıcı enerjinin oyun ve poesis’e dönüşme biçimini. ‘Kaos’tan gelen ‘kendiliğinden düzen’se Chuang Tzu’nun anarşist Taoizmini çağrıştırır. Zen, satorinin “devrimci” imalarının farkında olmamakla suçlanabilir öte yandan Situasyonistlerse davalarının gereği olan kendini gerçekleştirme ve şenlikte içkin olan ‘maneviyat’ı inkâr ettikleri için eleştirilebilir. Satoriyi gündelik hayatın devrimiyle özdeşleştirerek en az Sürrealistlerin şemsiye ve dikiş makinesinin – ya da o şey her ne haltsa – meşhur çiftleşmesi kadar dikkate değer bir şıpınişi evlilik tertip ediyoruz. Melezleşme. Hiç şüphe yok ki yarımkanların cinsel cazibesinden etkilenmiş olan Nietzsche tarafından savunulan ırk karışımı.

Satorinin “oluş” halini gündelik hayatın devrimiyle açıklamaya tavlanıyorum – ama beceremiyorum. Ya da başka bir şekilde söyleyecek olursak: neredeyse yazdığım her şey bu tema etrafında dönüp duruyor; sırf bu noktayı açıklığa kavuşturmak üzere neredeyse her şeyi tekrar etmeye mecbur kalabilirim. Bunun yerine, ilaveten, 2 terimin acayip bir tesadüfü ya da tercümesini öneriyorum; biri yine Sitüasyonizm’den diğeriyse bu kez sufizmden. Derivé ya da “sürüklenme” gündelik yaşamda kasıtlı devrimin bir pratiği olarak tasarlanmıştı – şehir sokaklarında amaçsızca dolanma, “doğa olarak kültür”e açıklığı içeren hayalperest bir kent göçebeliği (eğer fikri doğru kaptıysam) – ki bu da sırf kendi süremiyle avarelere mucizevi olanı deneyimleme eğilimi aşılayacaktı; belki daima en hayırsever biçimiyle değil ama inşallah daima – ister mimari olsun ister erotik, ister serüven, içki ve uyuşturucular, tehlike, ilham ya da her ne halt olursa olsun – dolaysız algı ve deneyimin yoğunluğuna götüren bir kavrayış verimliliğiyle.

Suadiye, Istanbul_2014 (1)
FluxhXr, Eski Suadiye Köprü (2015)

Sufizmdeki paralel sözcük “en uzak ufuklara seyahat” ya da sadece “seyahat”tir; İslam’ın kentli ve göçebe enerjilerini tek bir güzergâhta birleştiren, kimi zaman “Yaz Kervanı” adı verilen manevi bir pratik. Derviş belli bir süratte gitme andı içer, belki bir şehirde en çok 7 gece ya da 40 gece geçirmek gibi, önüne ne çıkarsa kabul eder, işaretler ya da tesadüfler yahut da sırf hevesi nereye götürüyorsa oraya gider, güç noktasından güç noktasına doğru hareket eder, ‘kutsal coğrafya’nın, anlam olarak yolculuğun ve simgebilim olarak topolojinin bilincindedir. İşte başka bir takım yıldız: İbn Haldun, ‘Yolda’ (hem Jack Kerouac’un hem de Jack London’unki), genel olarak haydutluk romanı biçimi, Baron Munchausen, wanderjahr2, Marco Polo, kenar mahallenin yaz ormanındaki oğlanlar, bela peşinde koşan Arthur şövalyeleri, Melville, Poe, Baudelaire’le bardan bara dolanmak -ya da Thoreau’yla Maine’de kanoya binmek… turizmin anti-tezi olarak seyahat, zamandan ziyade uzay. Sanat projesi: keşfe çıkılan “arazi”nin 1:1 oranında bir “harita”sını çıkarmak.

Politik proje: görünmez bir göçebe ağı içerisinde (Rainbow Buluşması gibi) yer değiştiren otonom bölgeler’ inşası. Manevi proje: ‘türbe’ kavramının yerini ‘zirve deneyimi’ kavramına bıraktığı (ya da onda batınlaştığı) hacların yaratılması ya da keşfedilmesi.

Burada yapmaya çalıştığım şey (genelde olduğu üzere) Hür Dinler dediğim şey için sağlam bir mantıkdışı temel sağlamak, dilerseniz tuhaf bir felsefe deyin: Sanrı uyandırıcı ve Diskordiyen akımlar, hiyerarşik olmayan neo-paganlık, ahlak kurallarını tanımayan ilhadlar, kaos ve Kaos Büyücülüğü, devrimci HooDoo, ‘kilisesiz’ ve anarşist Hıristiyanlar, Büyü Yahudiliği, Mağribi Ortodoks Kilisesi, AltDeha Kilisesi, Periler, radikal Taocular, bira mistikleri, Ot halkı vs. vs.

*Brikolaj: Nesnelerin, göstergelerin ya da pratiklerin farklı anlam sistemlerine ve kültürel ortamlara uyarlandığı, dolayısıyla yeniden gösterilen haline geldikleri bir kültürel süreç. Kavram fransız yapısal antropologların çalışmalarından kaynaklanmakla birlikte daha yakın dönemlerdeki alt kültür ve yaşam biçimlerinin incelenmesinde kullanılmaktadır. Özellikle gençlik alt kültürlerinin, geçmişin kimi ulusal simgelerini, nesnelerini özgün anlamının dışında kullanmaları brikolaj örneğidir.

**Wanderjahr: Zanaat okulu öğrencilerinin okulu bitirdikten sonra bilgi ve becerilerini geliştirmek için seyahatle geçirdikleri bir yıl.


Ağaçkakan x İskeletor x Rad Dar “Umulmadık Topraklar” 12 Kasım 2016

Canavar, Ares (2015)
Canavar & Ares Badsector (2015) Gezi hatırası

mücadeleye devam !


3 thoughts on “Istanbul Underground Graffiti Scene Report (2005-15)

  1. Awesome stuff. Would love to see bigger pictures of this. Espeically of that piece with the blue door guy in the red/pink sea.

    Liked by 1 person

Leave a comment